Yaklaşık sekiz aydır Nisan 2015’den bu yana Kürdistan şehirleri “ateş topu”na döndü / döndürüldü. Halkların Demokratik Partisinin programında da yer alan “Demokratik Özerklik-Özyönetim” Meselesinin “ÖzSavunma” adı altındaki uygulamaları gerekçe gösterilerek şiddet dozu hayli yüksek “çatışmalı hâl” sarmalı ile bölge karşı karşıya kaldı.
Sivil yurttaş katliamları, evlerin, işyerlerinin “içsavaş” hâl örneklemi gibi yıkım ve tahribatlara reva görülmesi, uzun süreli ve defalarca yaşatılan sokağa çıkma yasağı halleri ve göç etme / göç ettirme durumları.
Bütün bunları uzun bir zaman dilimi içinde, adeta bir tarih şeridi yazımı çerçevesinde bölge 1925’lerden bu yana defalarca yaşadı. Yani çıkılıp da “yabancısı değiliz” dese birileri, pek de yalan olmaz.
Elbette bu yaşatılanların, adına “Dolmabahçe Protokolü” denilen en üst düzeydeki masabaşı muhabbeti sonrasında böylesine bir “olağanüstü hâl”e evrilmesi bir çok açıdan tuhaf!
Ama asıl tuhaflık şu!
Adına “hukuk devleti” denen ve gücünün “meşruiyet” ve “yasalardan” geldiği dillendirilen yönetim modelinde sistem işletilirken “hukuk dışılığa” yeltenen “kamu görevlileri”ne uygulanması gereken yasal prosedür orta yerde duruyorken! Sanki gelecek okuması gibi şu sözlerin kimi kamu görevlilerince telaffuz edilmesi boşuna değil.
Deniyor ki; “o şiddet uygulayan, rastgele ateş açan, evleri yıkan, sivilleri öldüren polisler uygulama yapılan bölgelerin polisleri değil! Onlar başka yerlerden geliyor. Ve emri başka yerlerden alıyorlar. Onlara bizim de gücümüz yetmiyor. Zaten bizi de dinlemiyor, bildiklerini yapıyorlar!” Nitekim yerli polislere de sokağa çıkma yasağının uygulandığı bölgelerde ekmek dağıttırılıp vatandaşla diyalog geliştiren örnekler görülebiliyor.
Biz bu tuhaf ülkede benzer uygulamaları geçmişte yaşadık…
2009 yılında KCK operasyonları peşpeşe yapılırken, Kürt siyasetçiler, belediye başkanları, stk temsilcileri, basın çalışanları gözaltına alınıp tutuklanırken devletin en üst düzeyindeki “siyasal erk”, uygulamanın arkasında durduklarını ve yapılması gerekenin bu olduğunu alenen savunuyorlardı.
Sonra zaman değişti, eski çamlar bardak oldu. Balkondan selam gönderilen “okyanus ötesindeki” ortak, en büyük düşman oldu. Öyle olunca da tas-tarak “uzaktaki düşman”ın ve onun bürokratlarının başına patladı. “Biz yapmadık, onlar yaptı” oldu…
Şimdi, bir gelecek zaman okuması yaparsak; muhtemelen bunca gürültü patırtıdan sonra adına “çözüm süreci” dediğimiz “milli mesele” için yeniden “masaya oturmak” önümüzdeki günlerde, belki birkaç ay içinde mümkün olacak!
Sanırım o zaman telaffuz edilen şu olacak.
“Sevgili Kürt kardeşlerim, inanın ki size onca zulmü yapanlar ‘derin güçlerdi’. Biz istemezdik o zulümlere reva görülmenizi, ama yaptılar işte. En ağır cezaları vereceğiz onlara hiç kuşkunuz olmasın”, diyecek birileri. Belki de en yukarıdakiler.
Bakın şimdiden “esedullah’lı” o malum “duvar yazıları” prestijimizi sarsıyor, bir daha olmasın demeye başladılar, hatta genelge bile yayınladılar.
Bu sebeple yoksul, mağdur ve mazlum halka bunca zulmü, devletin üniforması ve devletin silahı ile reva görenler bu devleti tanımış olmalı! Bugün sahip çıkanlar, yarın karar değiştirdiğinde orta yerde kalırlar.
Haberleri olsun…