Ortalık kaç zamandır toz duman. Dünya siyaseti bir çözümsüzlük girdabında debelenirken yeni sorunlar üretmekten zerre kaçınmıyor.
Tüm insanlığı ilgilendiren küresel ısınma, iklim değişikliği, sıradışı hastalıklar ve pandemiler, gıda ve beslenme sorunu tartışılması gereken sıkıntılar olduğu kadar bir bütün olarak insanın geleceğini de tehdit eden temel unsurlarken, güçlü diye addettiğimiz ülkelerin saçma sapan duruşları tam ibretlik vakalar olarak önümüzde duruyor.
Orta Doğu dünyanın merkezidir, burada meydana gelen bir sorun domino etkisi yaratarak tüm dünyayı etkileyebiliyor. Nasıl ki ekonomide Amerika başı çekiyor ve orada oluşan bir kriz dünyanın ekonomisini felç ediyorsa Orta Doğu’da meydana gelen politik bir vaka da tüm dünyayı felç edebiliyor.
Orta Doğu sorunu aslında bir şiddet sorunu gibi algılansa da aslında güç ve eğitim sorunudur. Orta Doğulu okumuş da aydın kimliğine sahip değildir. Sadece “diplomalı”dır. Tüm Orta Doğu ülkelerinin lider profiline bakın ya kral ya padişah havasında olan güçlü aile, cemaat, tarikat, örgüt bağlantıları olan ama aslında ABD’ye göbekten bağlı figüratif kişiliklerdir.
Güçlü olmak, dünyadaki her haksızlığın, zulmün olağan görülmesinde ilk dayanaktır. Askeri ve ekonomik gücünüz varsa istediğiniz ülkeye, toluma saldırabilir, istediğinizi “terörist” ilan edebilir ve toplumda lanetli imleyebilirsiniz. Bu durum, sizin haklılığınızı gerçekte göstermez ama gücünüzün karşısında sükuneti sağlar.
Kutsal olanın toprak olmadığını, korunması gerekenin insan olduğunu kavramak sadece vicdanlı insanların işidir. Aydın olmanın ilk şartı da budur. Orta Doğu keşmekeşinde şöyle bir etrafınıza bakın, Türkiye dahil her ülkenin bir savaş ve şiddet sarmalında boğulduğunu görürsünüz.
Çünkü şiddeti özümsemiş bir coğrafyanın içindeyiz. Sakın kimse bana Batı’nın çifte standartlarından, riyakarlığından, aç gözlülüğünden dem vurmasın. Kendi içimizde çok mu temiz, adaletli ve barışçılız?
İnançları bile kendi kişisel ve devlet çıkarlarımız için yorumluyoruz, yontuyoruz. Kendi içinde bilime ve sanata dönmediği sürece, aydın insanlarını koruyup çoğaltmadığı sürece Orta Doğu bu keşmekeşten çıkamaz.
Bilimin sustuğu, sanatın sindirildiği, aydının kovulduğu veya hapislerde çürütüldüğü bir coğrafyada gelişim olabilir mi? Orta Doğulu her ülke liderinin koltuğa yapışıp kaldığı, şatafatın ve zevkin doruklarında yaşadığı, çevrelerindeki avanelerinıksırıp tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar devlet kesesinden yediği bir düzenin, nitelikli bir topluma sahip olmadığı ve olamayacağı aşikardır.
Orta Doğu, saray ve krallıktır. Yıkılmaz görünen güçtür. Kutsallığa bürünmüş korkaklıktır. İçine kapanmış zulümdür. Bunu bilen Avrupa ve ABD bu yüzden hiçbir lideri ciddiye almıyor. Hepsinin kendi kapılarında iktidarlarının devamı için sıra beklediğini, petrol satmak, para dilenmek, lüks otellerde konaklamak için yalvardığını biliyor.
Üstelik tüm Orta Doğulu ülkelerin yumuşak karınları var! Ya etnik ya dini ya da ekonomik zayıf noktaları var ki, bunu zaman zaman aba altından sopa göstererek Batı, ayar veriyor. Hüsnü Mübarek, Kaddafi gibilerinin sonunu ibret-i alem olarak tüm dünyanın gözüne soktular. Bu bir had bildirme, bir gözdağıydı. Güçlü görünen liderlerin, ülkelerin cahil olan halkları kolay kışkırtmaya gelirin örneğidir bunlar.
Halkıyla ve aydınıyla barışık, bilime inanan, sanatın önünü açan ve farklı görüşlerin kendini özgürce ifade edebildiği ülkeler gelişir. Değilse korku, baskı sukuneti sağlar ama itaati sağlamaz.
İşte İsrail ve Filistin meselesini buradan değerlendirmek gerekir, yoksa gerisi slogan ve kandırmacadır.