Bir İbrahimî geçti bu dünyadan…

Zülküf Kışanak

Hayatımda üç İbrahim’i tanıdım, üçü de özel insanlardı benim için, üçü de su kadar duru, toprak kadar dost, rüzgar kadar çetin, güneş kadar pirüpaktı, üçü de İbrahimî’ydi, üçü de Siverekliydi. Biri çocukluk arkadaşım can yoldaşım İbrahim Çobanlı'ydı, biri 12 Mart 1994 gününden bu yana hala kayıp olan gazeteci arkadaşım sevgili Nazım’ın babası, çocukluğumun kahramanı İbrahim Babaoğlu’ydu, biri de hepimizin, herkesin yakından bildiği Urfa Milletvekili İbrahim Ayhan’dı. Tanıdığım, bildiğim, sevdiğim, son nefesime kadar saygıyla anmaya, bir an bile unutmamaya yeminli olduğum bu üç İbrahim de artık aramızda değil, toprakları bol olsun. Diğer iki İbrahim’i başka yazılara bırakıp, kalbi bu dünyanın lanetine daha fazla dayanamayan İbrahim Ayhan’ı, 20 Eylül’ün sarı sıcağında, doğduğu topraklardan çok uzak, çok tenha bir diyarda kaybettiğimiz sevgili İbrahim Ayhan’la devam edeceğim...

*

Aynı şehirde doğup büyümemize rağmen İbrahim Ayhan’la 1992 yılında, Adana’da çalıştığım Özgür Gündem’in bürosunda tanıştım. Annemle akraba olan annesi Zeko Ana’yla birlikte hiç beklemediğim bir anda ziyaretime gelmişti. Zayıf, kara kuru, uzun boylu ama oldukça yakışıklı bir genç olarak tanıdım İbrahim’i. O aklımda hep öyle kaldı, onu hep öyle belledim. Van 100. Yıl Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okuyan İbrahim Ayhan, sudan gerekçelerle gözaltına alınmıştı, yoğun işkencelerden geçirilmişti, bir süre de cezaevinde tutulduktan sonra serbest bırakılmıştı. Kendisi hakkında konuşmayı pek sevmediği, hatta kendisiyle ilgili konuşmalardan sıkıldığı için Zeko Ana onu anlatıyordu, kendisine yapılan ağır işkenceler, ona yapılan ölüm tehditleri, Van’ı terk etmenin dışında bir şansının olmadığı hakkında bilgi veriyordu. Bugünkü gibi hatırlıyorum o ilk buluşmamızı. Her ne kadar daha önce tanışmamış, görüşmemiş olsak da birbirimiz hakkında az çok bilgi sahibiydik uzaktan uzağa, en azından yurtsever olduğumuzdan haberdardık. Bu bizi hemen birbirine yakınlaştırdı, sevdirdi. Adana’daki bu kısa görüşmeden sonra yıllarca karşılaşmadık, yollarımız bir türlü kesişmedi…

*

Sanırım 1996 yılıydı, İstanbul Yenikapı’daki binada her türlü baskı ve tehdidin altında yayın hayatını sürdüren günlük Demokrasi gazetesinde karşılaştık ikinci defa. Üç beş günde, bilemedin iki haftada bir arayla sudan gerekçelerle, akla hayale gelmeyen iddialarla binası basılan, her türlü aracı, gereci, arşivi tarumar edilen bir dönemde gazeteye gelmiş, ekonomi servisinde çalışmaya başlamıştı. O günlerde arkadaşlarımızın sık sık gözaltına alındığı, işkencelerden geçirildiği, keyfi tutuklandığı, hatta öldürüldüğü bir dönemden geçiyorduk. Onun bu gelişi beni çok sevindirmişti, onunla sohbet etme, yakından tanıma, uzun yıllara yayılacak bir dostluğumuzun gelişmesine fırsat vermişti. Sakin, sessiz yapısı, daha çok işine odaklanma, her türlü dedikodu, gereksiz çıkışlardan uzak durma hali beni çok etkilemişti, dahası ona gıptayla bakmama, ona daha çok sempati duymama neden olmuştu…

*

Aradan birkaç ay geçmişti ki bildik eften püften gerekçelerle gazetemiz kapatıldı. Gazete ortamına ısınmamış olmalı ki İbrahim bunu fırsat bilip gazetecilik hayatına son verdi, çok geçmeden de öğretmenliği seçti. Sanırım yedi sekiz yıl kadar öğretmenlik yaptı, Urfa Eğitim-Sen’de yöneticilik, şube başkanlığı görevlerinde bulundu, ardından da DTP, BDP Urfa il başkanlığı yaptı, Urfa milletvekili oldu. Milletvekili iken tutuklandı. Cezaevinde rehin tutulurken ikinci defa Urfa milletvekili olarak seçildi. Her Urfa’ya yolum düştüğünde mutlaka ona uğrar uzun uzun sohbetler ederdik, en çok da Siverek’in siyasi, sosyal, ekonomik durumunu, aşiretçi yapısını konuşurduk. Siverek’in bir türlü aşılamayan ceberut siyasetini, bildik zübük ağalarını, tetikçi ayak takımlarını, şeyhlerin örgütlediği gericiliği, yoksul halk kesimlerinin çaresizliğini, dışarıya olan beyin göçü, kente hakim olmuş köylülüğü, illaki ipe sapa gelmez siyasi yaklaşımlarımızı, beceriksizliklerimizi, öngörüsüzlüğümüzü konuşuyorduk. Faik Bucak’ın, İbrahim Babaoğlu’nun, Sinan Sonkurt’un ve diğerlerinin hayalini gerçekleştirmenin mücadelesinden bir an geri durmuyordu, hep bir adım önde gidiyordu, umudunu her gün biraz daha büyüterek kavgasını sürdürüyordu. Efsane HEP Urfa İl Başkanı Muhsin Melik’in, gazeteci arkadaşım sevgili Kemal Kılıç’ın sohbetlerini aratmıyordu Urfa’da, peygamberler diyarında…

*

Onu çok erken, hiç beklemediğimiz bir anda kaybettik, bunun hüznünü hep yaşadım, yokluğunun acısını hep yüreğimin derinliklerinde hissettim. Uzak diyarlara, ömrü boyunca yolunu gözlediği yoldaşını, özlemiyle yaşadığı dünya güzeli kız kardeşini kaybettiği gülistanına, baharını hep eksik yaşamış ta en doğumuza, en acılı güneyimize, bildiğim en sarp sınırlarımıza vurup gittikten bu yana. Her ölüm haberi çok ağır gelir, illaki dostların, illaki yoldaşların ama İbrahim’in ölüm haberi bir başka ağır geldi, bir başka can yaktı. Aradan geçen koca beş yıla, mevsime, sayısız güne rağmen acısı hiç dinmedi. Bir an bile olsa akıldan hiç çıkmadı, özlemi hiç azalmadı, yokluğu hep hissedildi, hep yaşandı. Su kadar duru, toprak kadar dost, rüzgar kadar çetin, güneş kadar pirüpak bir İbrahimî geçti bu dünyadan vakti gelmeden, bildiğim herkesten, hepimizden, illaki el memleketine kaçanlardan fazlasıyla hakkettiği sonbaharını yaşayamadan. Özlemle, hasretle, saygıyla…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.