Baharın ortasında kat kat giyinmiş, bereli, yüzü izlerler dolu, saçı başı dağılmış bir ihtiyar avluda uyuyordu. Hazret-i Ömer Camii'nin serin taşlarında bir başına, aç bîilaç...
Acıyı gördü çocuk, bir damla su sermek istedi, harçlığıyla erzak alıp gördüğü bu ihtiyarın yanına koydu. Uykusunu bozmak istememişti. Sessizce ayrılırken, seslendi o gariban ihtiyar... "Yüreğindeki merhamet, sonsuzluğa meşaledir yeğenim..." Kimdi bu ihtiyar, kimdi bu garibanlar, her şehirde, her bölgede, köşelerde, yalnız ve ıssız, kimdi bu acılar?
Adı Fırat... Bir zamanlar en yiğit delikanlısı küçelerin, mazlum çocukların ağabeyi, eski Suriçi'nin civan fişeği. Bir günde değişti hayatı, bir bakışta, Keçiburcunda yağmurun altında intihar etmeye çalışan Dicle'yi entarisinden çekip kurtardığı zaman. Annesine kavuşmak için ölmek isteyen bir yetim kızın hasreti ateş olup sarmıştı ciğerini. Kimsesi olmayan bu kızı ikna etmişti yaşamaya, mahallenin sevgi dolu Süryani teyzesine emanet etmişti. Fırat ile Dicle komşu olmuştu, aynı küçede, yanyana kardeş evlerde, birçok kez nice sevdalar filizlenmişti. Zaman geçtikçe gönül farkına vardı özünün, meğer bir sevda daha doğuruyormuş kadim Diyarbekir.
Gün geçtikçe ateşi serinledi Dicle'nin, teselliyi birbirinden buldu o şefkatli teyzeyle. Fırat'ın yangınıysa arttıkça arttı her gün her saat... Dicle'siz susuz kalmıştı gönül, kum üstüne kum yağan kurak çöller gibi mecnun olmuştu gönül. O heyecanlı yiğit, sükuta ve efkara bürünmüştü. Coşup taşınca yangın, açıldı, kana kana bir nehirden su içer gibi. Ve ateş, kadehten kadehe geçti. Yangın büyüdü, ateşten bir bahçeye dönüştüler.
Sözlendiler. Hayalleri vardı, umutları, beraber büyüttükleri mutlulukları, acılardan saadetler çıkarmışlardı. Tertemiz sevdaları örnek olmuştu genç yüreklere. Dört ayaklı minarenin ardında yakıldı kınaları. Hüznün her gün saçlarını ağarttığı aziz bir şehrin ortasında inadına iyilik, güzellik yeşertmek için tüm sevenler gibi kurulmuştu sevda otağı.
Derken olan oldu yine ansızın, hep ansızın... Bir anda bir karambol, karışıklık, kaos... Silahlar, kurşun sesleri. Faili meçhul bir mermi saplandı Dicle'nin alnına. Uzandı minarenin önüne boydan boya.
O gün bugündür çöktü Fırat, bir daha kalkamadı. Kimse konuşturamadı. Susmuştu yetmiş sene. Ta ki bugüne kadar. "Yüreğindeki merhamet, sonsuzluğa meşaledir yeğenim..."