Dört bin yıllık tarihi geçmişi ile dünyanın en eski devleti olan komşumuz İran, yetmiş milyona yakın nüfusu, coğrafi yapısı ve çok kültürlülük özellikleri ile Türkiye’ye çok benzemektedir.
Köklü bir devlet geleneğine sahip olan İran’da, nüfusun % 40’kını Farslar oluştururken, geri kalanını Azeriler, Kürtler, Beluciler, Türkmenler ve Araplar oluşturmaktadır.
Geçmişte, Şahlık Rejimi ile yönetilen komşumuzda; 1979 yılında, sosyalistlerin, Şii Muhafazakârların, Azerilerin, Kürtlerin ve Belucilerin birlikte yaptığı devrimle, İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştur.
Devlet bütçesinin, yarısına yakınının doğal kaynaklardan elde edildiği komşumuz, dünyanın üçüncü doğalgaz ve ikinci en büyük petrol rezervlerine sahiptir.
Allah’ın; tarihi, coğrafyası, nüfusu ve doğal zenginlikleri ile çok cömert davrandığı komşumuz, 1979 devriminden sonra rahat durmayıp, devrimin hemen ertesi yılında, Irak ile savaşa tutuşmuş ve sekiz yıl süren savaşta, yüz bine yakın İranlı yaşamını yitirmiş, bir milyona yakın İranlı da yaralandı ya da sakat kaldı.
Bu savaş ile İran ekonomik olarak, kurda kuşa muhtaç hale gelmiştir.
Bu yıkımdan ders almayan yönetim, yeni tehdit algılamaları çerçevesinde stratejik kültüründe değişiklik yaparak bölgesel güç olma heveslerine kapılmıştır.
Bu çerçevede, Şiilik ve anti-emperyalizm gibi mezhepsel ve ideolojik yolarla bölgede nüfuz kazanmak için Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki vekâlet savaşları ile alan yaratmak istemiştir.
Bu amaçla, yıllık bütçesinin büyük bir kısmını oluşturan savunma bütçesinin nerede ise tamamına yakınını kullanmaktadır.
Ülkesinin dışında gövde gösterisi yapan İran yönetimi, içerdeki yoksulluk ve yönetime tepkileri, zafer mesajları ile örtmeye, kamuoyunun nabzını iktidardan yana tutmaya çalışmaktadır.
Hâlbuki son Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimine, halkın, sadece, Tahran’da % 8’i, ülke genelinde % 41’i katılmış ve Merhum Cumhurbaşkanı Reisi, seçime katılanların %62, yani ülke genelindeki vatandaşlarının sadece % 25 oyunu alarak seçilmiştir.
Bu veriler halkın rejime güveninin olmadığının göstergesidir.
Son birkaç yılda, bölgemizde yaşanan olaylar, İran Devleti’nin ifade edildiği kadar güçlü ve halkına karşı da dürüst olmadığını göstermiştir.
Bu olayları yeniden hatırlar isek:
- Ocak 2020’de, Tahran’dan kalkan Ukrayna Hava yollarına ait yolcu uçağı, Amerikan füzeleri sanılarak, füze ile düşürülmüş ve 176 yolcunun ölümüne sebep olunmuştur. İran, hava savunmasındaki bu yetersizliği önce ret etmiş ve sonradan kabullenmiştir.
- İran’ın orta doğudaki kılıcı olarak değerlendirilen, General Kasım Süleymani’nin, ABD tarafından öldürülmesinden sonra, generallerinin intikamını(!) almak için, ABD Başkanı Trump’ın ifadesi ile “… Askeri üssünüze 18 füze fırlatacağız ama hiç biri üssü vuramayacak.” deyip, kendi kamuoyuna güya intikam aldıklarının propagandasını yapmış ve hatta Dini Lider Ali Hamaney, ABD’yi kast ederek “Yüzlerine tokadı indirdik” demiştir.
- Nisan 2024’te İsrail, İran’ın Şam büyükelçiliğini uçaklar ile bombalamış, beşi İranlı general olmak üzere 8 kişi hayatını kaybetmiştir. İran, bunun İntikamını almak için, yine ABD ile danışıklı olarak, İsrail’e 300 tane füze ve SİHA göndermiş, bunların % 99’u İsrail’i vurmadan imha edilmiştir.
- İran Devleti’ni temsil eden Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanlarının da aralarında bulunduğu üst düzey sekiz kişi, 1979 model bir helikopter ile seyahat ederken düşmüş, yolcuların hepsi yaşamını yitirmiş, İran güçlü (!) devletinin imkânları ile helikopterin düştüğü yeri bulamamıştır. Türkiye’nin yardımı ile bulunan kaza yerini de kendi kamuoyuna biz bulduk şeklinde lanse etmişlerdir.
Bu örnekler, tarihi, coğrafyası, yer altı ve üstü kaynakları, nüfusu ve kültürü ile kıskanılacak zenginlikteki bir devletin tükenişinin göstergesidir.
İran’ın bu tükeniş hali, 1945 yılındaki Almanya ve onun lideri Hitler’in tükenirken halkına yaptıkları yalan propagandalarını hatırlatmaktadır.
Müttefik devletler Berlin’e girip Almanya’yı işgal ederken, Hitler’in” Yirmi beş yıl önce size hareketimizin zaferini öngörmüştüm. Bugünse, halkımıza her zamanki tam güvenimle, Alman ırkının nihai zaferini öngörüyorum” demişti. Bu yalan söylemden bir hafta sonra, Hitler bulunduğu sığınakta intihar etmiştir.
Adı İslam Cumhuriyeti olan devlet, 2022 yılı İslamilik endeksine göre, dünyadaki 149 ülke arasında İslami yaşam standartlarına göre, 138’inci sırada olup, İslami devlet ve yaşam anlayışından da çok uzaktır.
Halkı ile barışık olmadığı gözlenen devletin başkenti Tahran’da, Ocak 2023’teki bir Cuma hutbesinde, üst düzey bir yetkili olan, Ayetullah Seyyit Hatemi, Cehennemin resmi dilinin Kürtçe olduğunu ifade ederek, ülkesinin on iki milyona yakın Kürt vatandaşını aşağılamış, Hücürat Suresinin “…tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık…” mealindeki 13’üncü ayetini inkâr(!) etmiştir.
Halkının çoğunluğunun katıldığı bir hareketle, 1979 yılında devrimi gerçekleştiren İran, sonraki yıllarda, devrimin diğer destekçilerini bertaraf ederek, devletin yönetimini din eksenine çekmiş, Uğur Mumcu’nun 1990’daki söyleminin haklılığına adeta ışık tutmuştur.
Uğur Mumcu bu söyleminde” …CHP 1949 yılında din derslerini kabul etti yıkıldı, kurtaramadı bu ödün. Demokrat parti 1957’de Said-i Nursi’nin cübbesini bayrak yaptı, ne oldu? Yıkıldı. Süleyman Demirel 1967’lerin ortasında Nurcuların, tarikatların, Süleymancıların sakallarını okşadı, ne oldu? Yıkıldı. Hac seferleri düzenleyen ANAP ne oldu % 20’ye indi. Hangi iktidar din sömürüsüne dayanmışsa mutlaka yıkılmıştır. Halka güvenmek gerekiyor” demiştir.
Din sömürüsüne dayalı devlet yönetiminin yanlışlığını, Yunus Emre’nin "Emeksiz zengin olanın, kitapsız bilgin olanın, sermayesi din olanın rehberi şeytan olur."sözünden daha güzel ne anlatabilir ki?
Ve şeytan, makamınız ne olursa olsun, size yanlış yolu gösterir.