Hayatımın 20 yılı sokaklarda geçti. Eksi bilmem kaç derecede, lapa, lapa kar yağarken ekmek kasalarının üzerinde yatarak sabahladım. Kapı önlerinde kimi zaman ucuz otel köşelerinde kimi zaman da kamu kurumlarının misafirhanelerinde sığıntı gibi yaşadım…
Bir sonraki öğünü bulmamın benim için muamma olduğu o zamanlarda bulduğum her yemeği tıka basa mideye indirdim. Rabbime şükürler olsun, hiçbir zaman beni aç bırakmadı. Ama aç kalma psikolojisi de peşimi bırakmadı…
Sokakta yaşayan biri olmama rağmen hiçbir zaman kirli elbise ile dolaşmadım. Gerek dostlarıma, gerekse kendime olan saygımdan dolayı her zaman değişik ve tertemiz kıyafetlerle insanların içinde bulundum.
Fakat Pensilvanya’da bir zat var. Saraylarda yaşar kendileri… Yediği ananaslar önünde, yemediği arkasında! 50 milyar dolarlık bir varlığın üstünde oturduğu yetmezmiş gibi holdinglere kompradorlara çeşitli ülkelerden ihaleler bağlıyor, komisyonlar devşiriyor. Şimdi bu zat bir gazeteye röportaj veriyor.(Gazete de kendisinin haa!...)ve iki adet ceketinden başka bir şeyi olmadığını söylüyor…
Bu açıklamaya kargalar bile gülüyor, ben ağlıyorum…
Newroz’un ardından…
Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da coşkuyla büyük bir ahenkle ve umutla kutlandı Newroz. Yüz binlerce insan barışa ve geleceğe dair yığınla umut taşıyan gönülleriyle oradaydılar. Yüz binlerce insan bir tek masum canın dahi tüm dünyadan daha önemli ve değerli olduğunun bilincine ermişlerdi sanki.
Öte yandan merakla beklenen ise geçen yıl olduğu gibi, yine Öcalan’ın mektubu ve içeriğiydi. Beklendiği gibi yine barışa kardeşliğe ve umuda yoğun göndermeler vardı. Silahlı mücadelenin tamamen bittiğinin kesin bir şekilde altı çizilmiş ve demokratik mücadelenin, önemi bir kez daha hatırlatılmıştı. Bunun yanında hükümete de bazı eleştiriler yöneltilmişti mektupta. Reformlarda ağır kalındığını ve bazı kazanımların yasal çerçeve ile ivedi olarak güvence altına alınması gerektiği belirtiyordu. Sonuç olarak, genel hatları ile barışı önceleyen bir dil kullanmıştı Öcalan. Öte yandan Cemil Bayık da bir mesaj yayınlamıştı... Hükümetin barışın önünde bir engel olduğunu iddia ederken, sanki kavgayı arzuladığını ima ediyordu. Oysa ‘Barışın önünde engel’ dediği hükümetin başındaki adam(Namı diğer, ‘Uzun adam’ )30 yıllık savaşı, bütün engelleme çabalarına rağmen,barışa doğru yönlendirdi. Hem de tarafları rencide etmeden, kırıp dökmeden…
Bu uzun adam, bir buçuk yıldır barış iradesini sergileme cesaretine sahip bir siyasetçi olan Recep Tayyip Erdoğan’dır
Bütün bunlara bakıp, insan şunu düşünmeden edemiyor; keşke Öcalan dışarıda olsaydı da onun yerine bazıları içeride olsaydı…