Dondurucu soğukta belirdi. Kar taneleri oltayla yeryüzüne iniyor gibiydi. Onun güçlü bir damarı vardı. O yaşlı haliyle nerede, ne kadar uzakta olursa olsun bir bebeğin gülüşünü, ağlamasını ötelerden duyardı. Gözü karaydı. Ters akıntıya doğru yüzen bir balık kadar deliydi. Çal kapı girerdi. Tanımadığı kapılarda asık suratla karşılanması umurunda olmazdı. El kapılarında önce azıcık soluklanır, çileli, gizemli görünerek karşısındakinin gerginliğini yumuşatırdı. Böylece karşıdakini tanıma fırsatı olurdu. Onu karşılayan genç kadın ise yirmili yaşlarda, kocası maden bekçisiydi. Eve misafir almak istemediği kocasından korktuğu her halinde belliydi.
Kapı yüzüne kapanmasın diye öne eğildi. Hızır Aleyhisselam’ın isteğiyle bu kapıya geldiğini, eve bereket bırakıp gideceğini belirtti. Yoksulluğun rüzgârında savrulan annenin yüzü birden sevinçle doldu. Az önceki davranışından biraz da utanarak misafiri içeriye buyurdu. Evin içi anne sütü ile höllük kokuyordu. Misafire ikramda bulunmak için mutfağa girdi. Yaşlı kadın, beşikte mırıldayan bebeğe gözünü dikti. Ona ninni okur gibi sesler çıkardı. Sonra sesi soluğu kesildi. Yüzü soldu, su görmemiş çalı otuna döndü. İki eli göğsünde bekledi. Huzursuzluğu bebeğe de yansıdı. Mutfaktaki annenin güveni almak için tok sesiyle güzel sözler söylemeye devam etti. Ya Hızır bu evin taşına toprağına, musluktan akan suyuna tüm bereketini yağdır dedi. Mutfakta hazırlık yapan annenin yüzü adeta gül bahçesi oldu açıldıkça açıldı. Kocasının işten gelişini ona bunları anlatmanın heyecanına kapıldı. Yaşlı kadın beşiğe yaklaştı. Avucuna sakladığı sivri gümüşten yapılmış iğneyi bebeğin bıngıldağına batırdı. Bebeğin ağlamasıyla susması bir oldu, gözlerini kısıp masumca evin tavanına baktı. İğneyi peçesinin altına sakladı. İkram edilen çaydan sert bir yudum aldı. Genç anneden müsaade isteyerek hediye getirdiği bebek takımını bırakarak çıktı. Rüzgârın hızını kesen vadideki eve doğru daracık sokakta gözden kayboldu.