Uzmanların konuşmaları anlaşılmazdır,İnsan bildiğini başkasına öğretmekte neden zorlanır?Bazen söylediklerinizi tane tane anlatarak ve tekrar ederek daha iyi anlayacağınızı zannederseniz de yine anlaşılmaz olursunuz, Yani “Biliyorum ama anlatamıyorum” diyorsanız, buna “Bilginin Laneti” deniyor.
“Bilgi laneti” terimi, ekonomistlerden Colin Camerer, George Loewenstein ve Martin Weber tarafından 1989 Journal of Political Economy makalesinde ortaya atıldı.
Bir bireyin, bilişsel önyargı ile diğer bireylerle iletişim kurarken, bilmeden başkalarının anlamak, altyapısına sahip olduğunu varsayımından oluşur. Yani az bilgili perspektifleri anlamadaki zorluğun yarattığı,bu önyargı, bazı yazarlar tarafından “uzmanlık laneti” olarak da adlandırılır.
İnsanların, kendileri kadar bilgiye sahip olmayanların, bakış açısını doğru bir şekilde anlayamamalarına neden olan, bir bilişsel önyargıdır.
Örneğin, bazı alanlardaki bir uzmanın, yeni başlayanlara bir şeyler öğretmek için, mücadele edebileceği anlamına gelebilir, çünkü uzman sezgisel olarak kendisi için belli olan şeylerin, yeni başlayanlar için de belli olduğunu varsayar, oysa durum böyle değildir. Bu fenomen, teorik olarak aralarında farklılıklar bulunmasına rağmen, bunu unutur.
Bilginin Laneti, günlük hayatta insanlarla iletişim kurmak gibi birçok alanda karşımıza çıkabileceği için, iyi anlaşılması gereken bir olgudur.Şöyle ki bir konu hakkında bilgimiz arttıkça, bilgisiz olduğumuz günleri unutur, insanlara, sanki onlar da bizim kadar bilgiliymiş düşüncesiyle mesajlar vermeye başlıyoruz.Ya da, bir bilim insanının, vasıfsız bir kimseyle tartışması zordur, çünkü bilim insanı karşıdaki kişinin, konuştukları alanların terimlerine yabancı olduğunu unutur.
Örneğin,kişi, geçmişte verdiği bir kararı, o dönemdeki bilgisine göre doğru olsa bile aptalca bulabilir. Bilginin Lanetinin bu yönü “sonradan anlama önyargısı” veya “başından beri biliyordum etkisi” gibi terimlere dayanarak farklı şekillerde ortaya çıkabilir.
Stanford Üniversitesi’nin yüksek lisans öğrencisi, Elizabeth Newton tarafından 1990 yılında yapılan bir deneyde, basit bir görevin sonuçlarındaki, bilginin lanetini gösterdi. Bu deneyde deneklere “Tıklama Çalışması,” ismini verdikleri bir oyun oynatıyorlar.
Bu deneyde denekler, tıklayıcı veya dinleyici olmak üzere iki takıma ayrılıyor.Birinci takım “tempo tutucular,” ikinci takım ise “dinleyenler” diye adlandırılıyor.
Tempocuların her birine,Amerika’da herkesin ezbere bildiği bir şarkıyı seçmelerini ve bu şarkıları ağızlarından hiç ses çıkarmadan, sadece ellerini masaya vurarak ritimlerini tutmalarını istendi.Dinleyicilerin görevi de,sözlerini ve müziklerini duymadıkları, sadece ritimlerini duydukları bu şarkıların hangi şarkılar olduğunu tahmin etmeleriydi.
Tempo tutucular, iyi bilinen 25 şarkıdan oluşan bir listeden, 3 şarkı dinleyip bir masa üstünde parmaklarıyla ritim tutarlar. Sonrasında tempo tutuculara, dinleyicilerin bu tuttukları ritimden şarkıyı bulup bulamayacağıyla ilgili görüşleri soruldu.
Tempo tutucular %10 ile %95 arasında değişen oranlarla şarkının anlaşılabileceğini düşündüklerini söylediler, sonuçta ortalamada %50 gibi bir anlama oranı bekleniyordu. Ancak aslında dinleyiciler şarkıların sadece %2,5’lik kısmını doğru bilebildi.
Bu oran, tıklayıcıların en kötümser tahmini olan %10’dan bile çok düşüktü,bu deney bilginin laneti’ne bir örnek oluşturdu.
Tempo tutucular, ellerini masaya vurarak tempo tutarken,ritimin kendi zihinlerin de, şarkının hem sözleri hem müziği yankılanıyordu ama dinleyenler bu bilgiden yoksun olarak sadece şarkının ritmini duydukları için, dinlediklerinin ne olduğunu anlamıyorlardı. Oysa tıklayıcılar, dinleyenlerin kafasında da aynı melodinin çaldığını düşünüyorlardı.İşte bilginin laneti bu,karşınızdakinin, sizin bildiklerinizi bildiğini düşünüyor ona göre anlatıyorsunuz,bu da sizi anlaşılmaz kılıyor.
Tıklama deneyi, 1990'da Stanford üniversitesi öğrencisi Elizabeth Louise Newton'un doktora tezi olarak yayımlandı. Bu tez “Anlam Tahmininde Aşırı Güven: Duyulan ve Duyulmayan Melodiler” adıyla birçok kez referans aldı. Ancak tezin asıl adı “Eylemlerden anlamlara giden taşlı yol” idi.
“Bilginin Laneti” göre, daha az bilgili olanların bakış açılarını anlamak, neden bu kadar zor?
Aslında anlatımı kalıcı kılmanın yolu, karşınızdakinin hiç bilmediğini düşünerek anlatmak ve bilgiyi, onun beynini çalıştıracak şekilde vermek.
Hata yapacaksak, insanların daha az bildiği hatayı yapalım. Alanımızda uzman olmayan kişilere bir konuşma yaparken, teknik terimlere aşina olmayacaklarını varsayarak bu terimleri kullanmayalım veya açıkça anlaşılacak şekilde kullanmak daha faydalı olacaktır.
Korkarım bu yazımda ben de “bilginin laneti” tuzağına düştüm.
Genelde, toplumları peşinden sürükleyenler, “biliyorum ama anlatamıyorum”s öylemeyenlerdir.