Jeremy Bentham’ın tasarladığı Panoptikon modeli, gözetim ve kontrol üzerine kurulu bir sistem olarak dikkat çeker. Panoptikon, merkezde yer alan bir gözetleyici tarafından çevresindeki bireylerin sürekli izlendiği bir yapıdır. Bu yapının en çarpıcı özelliği, izlenen bireylerin, her an gözlendiği düşüncesiyle kendi davranışlarını sürekli kontrol altında tutmasıdır. Bentham’ın amacı, bu modelle bireyler üzerinde otokontrol sağlamaktı; çünkü insanlar izlendiklerini düşündükleri her an daha disiplinli ve uyumlu davranışlar sergilerler. Yukarıda görülen Panoptikon yapısı, bu gözetim sisteminin fiziksel bir tasviridir.
MichelFoucault, "Hapishanenin Doğuşu" adlı eserinde Panoptikon’u toplumsal disiplinin ve kontrolün bir metaforu olarak kullanır. Foucault’ya göre, modern toplumlarda bu tür bir gözetim olgusu, sadece hapishanelerle sınırlı kalmaz, aynı zamanda iktidar ilişkilerinde de kendini gösterir. İnsanlar, farkında olmadan sürekli bir gözlem altında hissederek davranışlarını toplumsal normlara göre şekillendirirler.
Diyarbakır Barosu Seçimleri: Panoptik Bir Atmosfer
Bu teorik çerçeve, Diyarbakır Barosu’nun yaklaşan başkanlık seçimlerinde de kendini hissettiriyor. Demokratik bir yarış içinde olunsa da, seçim süreci Bentham’ın Panoptikon modelinde olduğu gibi bir gözetim ve kontrol mekanizmasının etkisi altında. Baronun başkanlık seçimlerine aday olan isimler, mesleklerinde saygınlık kazanmış ve meslektaşları tarafından takdir edilen kişilerden oluşuyor. Aynı şekilde, yönetim kurulu adayları da mesleki başarılarıyla öne çıkan değerli avukatlar. Ancak seçim sürecinde, adayların ve avukatların hareketleri, sosyal çevreler tarafından dikkatle izlenip değerlendiriliyor. Diyarbakır Adliyesi çevresindeki hukuk bürolarında, hangi avukatın hangi adayı desteklediği ve kimin hangi kampanyada yer aldığı neredeyse panoptik bir izlenim veriyor.
Bu durum, sadece baro seçimleriyle sınırlı değil. Her zaman seçim süreçlerinde, iktidarda olanlar kadar iktidar iddiasında bulunan kesimlerin de bir tür gözetim mekanizmasını devreye soktuğunu görmek mümkün. Özellikle seçim süreçlerinde bu baskının, bireyler üzerindeki etkisi daha da yoğun hissediliyor. Oy kullanacak birey sayısı arttıkça bu baskı da büyüyor. Ancak daha küçük ölçekli seçimlerde, örneğin köy muhtarlığı, oda ya da dernek seçimlerinde, bireylerin birbirine erişimi daha kolay olduğundan, bu tür gözetim ve baskı daha kişisel ve derin olabiliyor.
Baro seçimlerinde, bu görünmez baskı mekanizmasının etkisi, hem adaylar hem de oy kullanacak avukatlar üzerinde hissediliyor. Hangi adayın destekleneceği, kimin kampanyasına aktif katılım sağlanacağı gibi konular, sosyal çevrelerde dikkatle izleniyor ve yorumlanıyor. Sosyal baskının bu seçim sürecinde belirleyici olduğu düşünülmekte. Bazı kuramcılar, özgür iradenin, toplumsal yapı ve sosyal ilişkiler içinde bireyin üzerinde şekillenen bir yanılgı olduğunu savunmaktadır. Birey, özgürce karar verdiğini düşünse de, aslında toplumsal bir varlık olarak sürekli bir sosyal baskının etkisi altındadır. Bu baskı, bilinçli ya da bilinçdışı olarak hissettiği bir yönlendirme olarak kendini gösterir. Avukatlar ve seçmenler bu seçim atmosferinde özgür iradeyle hareket ettiklerini düşünseler de, sosyal çevre ve mesleki bağlamdan kaynaklanan bir gözetim ve baskı sürecinin içinde olduklarının farkına varmadan hareket edebilirler.
Bu sosyal baskı, avukatların oy kullanma davranışlarını şekillendirirken, bazıları için bu baskı rahatsız edici bir sınırlama olarak algılanabilirken, bazıları içinse ilgi görmek ve değerli olmak şeklinde olumlu bir etki yaratmaktadır. Kimi seçmenler bu sosyal baskıdan rahatsız olup iradelerinin dış etkiler altında şekillendiğini düşünse de, kimileri bu baskıyı bir tür sosyal kabul ve aidiyetin göstergesi olarak kabul edebilmektedir.
Diyarbakır Barosu seçimlerinin şeffaf ve adil bir ortamda yapılması her avukatın mesleki sorumluluğu olarak görülse de, bu süreçte sosyal baskının ne kadar etkin olduğu bir kez daha gözlemlenecektir. Elbette, adayların vaat ettiklerinin de bu süreçte test edileceği aşikâr. Özellikle oy kullanacak seçmenin yaklaşık %60'ının 1-5 yıl kıdeme sahip genç avukatlardan oluştuğu göz önüne alındığında, adayların bu genç avukatların ekonomik sıkıntılarını gündeme getirmeleri ve bu sorunları yasa yapıcılarla paylaşarak gündem oluşturmaları büyük önem arz etmektedir.
Kazanacak yönetim ve baro başkanı, Diyarbakır Barosu'nun insan hakları konusundaki tarihsel duruşunu devam ettireceği gibi, aynı zamanda genç avukatların ekonomik kaygılarını giderecek bir kurumsallaşmayı da sağlayacaktır. Bu iki hedef, baronun hem toplumsal meselelere duyarlı bir yapıya kavuşmasını hem de meslektaşlarının ekonomik sorunlarına çözüm üretmesini mümkün kılacaktır. Bu durumun sağlanacağından şüphe duyulmamaktadır.