Bir haziran sabahı haberlere düştü Deniz’in yarım gülüşü . O an Kandıra F tipi yüksek güvenlikli cezaevinde mahpus bulunan siyasetçi arkadaşları ziyaret yolundaydım. Haberi okuduğum ilk anda; hani derler ya boğazın düğümlenir yutkunamazsın, nefesin göğüs kafesinde tıkanır ve susarsın. Suskunluğun avaz dolusu çığlık olur buğulu gözlerde. Sanırım benzer duyguları yaşayanlar sayıca çok fazlaydı. Bir gün önce, Kobane davası duruşma salonundaydım. Davada “yargılananlar”, davanın HDP’ye karşı kumpas olduğunu, siyasetin yargıyı alet ettiğini ve bu anlamda mahkemenin adil olamayacağını ifade ediyorlardı. Tam bunların ifade edildiği duruşma günleri içinde katliam gerçekleşti. Katliamın davanın görüldüğü günlerde gerçekleşmiş olmasının tesadüf olduğunu sanırım hiçbir akıl izah edemez.
Deniz katliamı diyeceğim. Katilin, Deniz ile kişisel hiçbir husumeti yoktu, onu daha önce tanımıyordu ve katliamı kişisel tekil bir psikoloji ile izah edilemezdi. Evet fiziksel olarak Deniz hedef olmuştu ama asıl hedef Deniz’in bulunduğu yerin düşüncesiydi.
Yeni boyut; katliam öncesi HDP çalışmalarına katılmak demek hapis ve sürgün demekti. Katliam ile tekrardan verilmek istenen mesajlardan biri, işin sonunda ölüm var( daha önce ki katliamlarda olduğu gibi ölüm psikolojisini sıcak tutmak) ve buda çok yakın bir tehlike demekti. Katil tetiğe basarken sadece Deniz’i katletmemişti bir siyasi partinin düşüncesini de hedef almıştı.
Adı Deniz. Annesi, Deniz Gezmiş anısını yaşatmak için vermiş adını.9 kardeşli bir aile. 90’lı yıllarda zorla yerinden edilen milyonlarca kişiden biri. Köyde yürümeyi öğrenmiş. Zorlandığı göç ile şehirde koşmak zorunda kalmış. Ninniler yerine ağıtlarla büyümüş, çocukluğu postallarla ezilmiş. Müziğe merak salmış keman almış eline. İçinde ki hüznü en iyi seslendirecek müzik aleti. Kahverengi gözlerinde masmavi olmuş özgürlüğe olan umudu. Çocukluk ve gençliğinden, yasaklarla ve zorla değişsede emekçisi olduğu parti tabelaları, tabelalara sığmayacak bir yaşamın özlemi ile başkalarının mutluluğu ve özgürlüğünde aramış kendini. Güzel Deniz seni bir yazıya sığdırabilmenin zorluğunu bilerek yazıyorum. Ve şundan çok eminim ki ne yazarsam yazayım eksik kalacak.
Kahvaltı tabağın gözlerimin önünde buğulu ve unutamıyorum. Bir domates ve birkaç zeytin. İşte tamda bu foto aslında çok şey anlatıyor. Hiçbir silah, tehdit ve kuşatma, yaşamın tüm zorluklarına rağmen, inançlı insanı yenemez. Kahvaltı tabağın; baskının, inkarın ve elbette riyakarlığın yüzüne çarpan bir tokat oldu. Bu ülkede demokrasi ve özgürlük mücadelesinin, tıpkı Hrant’ın, tabanı delik ayakkabısında olduğu gibi karşılıksız ve emeğe dayalı olduğunu gösterdi.
Keşke müzik bilgim olsaydı ve keman icra edebilseydim. Sana şarkı bestelemek için. Ne kadar güzel gülüyorsun. Hüzünden demlenmiş kadın, özgürlüğe olan inancın gülüşünde umudun gamzesi. Notalara dökülesi bir gülüş. Yarım bırakılan Deniz yaşamın gülüşün ile milyonların yüreğinde ve zihninde okyanus. Biliyorum hepimiz gibi karanlığı sevmiyorsun. Karanlık kötülüktür. Işıklarla kefenlediler seni güzel kadın. Işıklar içinde uyu…
Harfleri topladım senin için;
Ben Deniz
Okyanus olmak için
Yaşamı çok sevdim
Yarım kaldı
Bir katil çekti tetiği
Yalnız değildi biliyorum
Tanımıyordum öncesi onu
O da beni
Gönderildiği ellerinde ki eldivenden belli
Ölüm soğuk derlerdi
Bir haziran sabahı
Yaz sıcağında buz kesildim ölüme
Biliyorum yalnız değilim
Kemanım ve gülüşüm
Size emanet…