İnsan, “toplum” adını verdiğimiz sosyal bir ortamda dünyaya gözlerini açan bir varlık. İçine doğduğu toplumsal gerçeklikler, değer yargıları, inanışlar, beğeniler, tercihler, örf ve adetler büyük ölçüde onun “kim olacağını” yani “sosyal kimliğini” belirler.İçinde yaşadığı sosyal yaşamda kendini“ var “etme ihtiyacı taşıyan insan , ait olma ve onaylanma ihtiyacı ile kendini toplumda kabul ettirmek ister. Bu süreç insanın toplumsal benlik arayışıdır . Bu arayış içinde “ öteki “ bazen bir çocuktur , bazen bir kadın, bazen ise kurumuş bir ağaçtır. Toplum tarafından kendisine verilen onlarca kimlik arasında kendi ideal benlik inşasını oluşturan insan , kabul ettikleriyle beraber ötesinde onun red ettikleriyle bir bütün olduğunu unutacak zayıflıktadır.
Halbuki bireysel veya toplumsal “öteki” bizi ve içinde bulunduğumuz toplumu var eden en kalifiyeli güçtür. Peki neden ötekileştiririz ötekini ? Kendi acizliğimizi örtmek için mi , yoksa toplumsal erkin iktidarı üzerinden güç devşirmek için mi ? Ta ilkokul sıralarında çoğunluğun içinde yer almanın bizi güçlü bir birey kılacağını öğrenmiştik; fikirlerimizin, davranışlarımızın yanlış olduğunu bilsek bile çoğunluğun tarafında yer alıyorsak bu fikirlerimiz ve davranışlarımız koşulsuz kabul olarak görülürdü . Bizler yaşanılan olaylara, durumlara karşı ötekininde bizim gibi düşünmesi, hissetmesi ve davranmasını isteriz. Hal böyleyken İnsan özgür bir irade karşısında ötekini dışlar yabancılaştırır düşmanlaştırır. Ötekini kendi varlığına bir tehdit olarak algılayan insan , kibir ve haset içinde empatiden uzaktadır. Kendi dışındakilerine karşı göstermiş olduğu bu izolasyon aslında kendi varoluşuna açmış olduğu derin bir dehlizdir. Kendi korkularının karanlığında tutsak olduğunu fark edemeyecektir lakin unutulmamalıdır ki bireysel veya toplumsal travmaya uğrayanlar daha büyük travmaların sebebi olmaktadırlar Buna verilecek en iyi örneğin 2. Dünya Savaşında Naziler’in Yahudi soykırımını vermek yanlış olmaz sanırım. Tarihten günümüze başımızı çevirdiğimizde ise sosyal medyanın ötekiye beşiklik eden farklı bir alan olarak tezahür ettiğini görebiliriz. Ötekiyi anlamaya onun deneyimini yaşamaya dayanan empati duygusunu yaratmak yerine kısa sürede bir linç ortamına dönebilen bı mecrada da ötekiyi yok etme üzerinden kendi varoluş çabalarını görmek mümkündür günlük hayatımızda ötekileştirme sorunsalıyla karşı karşıya kaldığımız durumlar bir hayli fazladır : yaşam tarzı kılık kıyafeti , saç tarzı vb. farklı olan insanlarla karşılaşınca Hemen o insanları toplumun değer yargılarıyla bağdaşmadığını dile getirir onları açık yahut üstü kapalı şekilde hizaya getirmeye çalışırız. Amaçladığımız şey eleştirdiğimiz insanları kendi Ülkü’müz üzerinde temize çekmektir. Kendi fikirlerimizi iyiyi veya kötüyü ( kendimize göre iyi kötü ) ayıran turnusol kağıdı gibi görürüz. Fark edilmeyen bu durumun beraberinde farklılığın zenginliğini görmememize , kalbimizin ve zihnilerimizin nasırlaşmasana sebep olacağıdır.
Tarihsel ve gündelik sosyolojiye baktığımızda ise benzer inanç , ideoloji ve fikirle beslenen insanların azınlık olarak gördüğü toplumlara karşı kendi fikirlerini dayattığı , farklı olan fikir ve düşüncelere karşı ötekileştirme politikalarıyla toplum mühendisliğine soyunduğu görülmektedir. Fikren , kalben kendisine benzemeyen insanları toplumsal lince bile uğratmaktan çekinmeyen bir sosyolojinin varlığı zamanın berisinde ve ötesinde hep var olmuştur. Bu sosyolojinin varlığı , toplumsal ayrışma ve kutuplaşmanın “öteki” üzerindeki tarihsel travmanın derinleştireceğinden bihaberdir. Bu durum , genetik ve kültürel kodlarla geleceğimiz adına toplumsal travma yaratacağı ve bu travmayla beraber kutuplaşan toplumların birlik , bütünlük çöküşlerini hazırlayacağıyla kaçınılmaz olacaktır .
Unutulmamalıdır ki “Her yasak kendi isyancısını doğurduğu “ gibi her ötekileştirmenin de kendine , benliğine olan ötekini oluşturacağıdır. Kendi varoluş serüvenimizi oluştururken bilmeliyiz ki ötekinin varlığı bizim varoluş ve anlam arayışımızın aynası konumundadır. Yalom’un dediği gibi, Hayat serüvenini seyircisiz yaşamak insanoğlunun başına gelebilecek en kötü duygulardan biridir!
Yaşam bir tiyatroysa dini , ırkı , fikri farklı olan her izleyici sizin hikayenizi anlamlı ve zenginleştirecek birer figürdür. Bu yaşamda yürüyebilmek ve yarını oluşturmak için ötekinin varlığı bizim varoluşumuzun mihenk taşı olacaktır.
Ferat ÖZPAMUK