Diyarbakır Cezaevi gerçeğinin edebiyatının henüz yapılmadığını, filminin çekilmediğini söyleyerek, yaşananların kalıcı olarak en iyi sanatla aktarılabileceğini söyledi.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat Daire Başkanlığı tarafından ‘Azadi’ temasıyla düzenlenen 2. Amed Kitap Fuarı, şiir dinletileri, paneller ve söyleşilerle devam ediyor.
Fuar kapsamında dün yapılan on iki etkinlikten biri de 18. yüzyılda Urfa’da yaşanmış Dêwrêşê Evdî destanını anlatan paneldi. Nûbihar Yayınları tarafından düzenlenen panelde konuşan Araştırmacı-Yazar Eyüp Kıran, Dewrêşê Evdî’nin çeşitli söylemlerin aksine 1785 yılında savaştığını, savaşın 1785 yılında olduğuna dair Viyana’daki bir manastırda arşiv bulunduğunu söyledi. Bu nedenle dengbêjlerin klamlarında bazı hatalar olduğunu anımsatan Kıran, “Bazı klamlarda Dewrêşê Evdî talancı olarak gösteriliyor. Oysaki gerçekte talana engel olan ve geri çeviren bir kişidir.” diye konuştu. Kıran, herkesin Dewrêşê Evdî’ye aşık bir adam olarak baktığını, oysaki Evdî’nin toprağını savunmak uğruna düşmanla savaşıp şehit düştüğünü söyledi.
Fuarın bir diğer ilgi çekici etkinliği Araştırmacı Zeynep Yaş’ın “Kürt Müziğinin Duayenleri” konulu paneliydi. Panelde konuşan Yaş, Kürt müziğini geliştiren sanatçıların coğrafyalarının melodilerini türkülerine yansıttığını vurgulayarak, kültürün, tarihin ve yaşanmışlıklarını sözlü aktarımla bugünlere taşındığını ifade etti. Kürtlerin kültürel mirasını gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla iki ciltlik kitap yayınlandığını, bu kitabın Kürt müziğinin arşivi niteliği taşıdığını anlatan Yaş, Şakarên Muzîka Kurdî kitabının yanında 4 DVD’de 307 eser bulunduğunu, çoğunluğu orijinal plaklardan, kaset ve albümlerden derlenmiş bu çalışmanın bir ilk olduğuna dikkat çekti.
Aktaş: Anlamak çok güç
Fuarda gerçekleştirilen Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi ve Edebiyat konulu panele kitapseverler büyük ilgi gösterdi. Sümerpark Resepsiyon Salonu’nda İrfan Babaoğlu’nun moderatörlüğünde yapılan panele, Oya Baydar, Şebnem İşigüzel, Kemal Aktaş ve Mehmedi Aktoprak konuşmacı olarak katıldı.
20 yıl cezaevinde kalan, eski parlamenter Kemal Aktaş, canlı tanık olarak Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları ve oradaki tutukluların çelikten iradelerini anlatmanın çok güç olduğunu söyledi. Diyarbakır Cezaevi’nde bir canlının en temel gereksinimi olan yemek yemenin, gülmenin, ağlamanın, bir arkadaşla sohbet etmenin bile yasak olduğunu aktaran Aktaş, cezaevinin her bir hücresinin acımasızca yapılan uygulamalara tanıklık ettiğini söyledi.
‘O vahşeti yaşayan kadın şimdi bu kentin belediye eş başkanı, bu direnişin zaferidir’
Diyarbakır Cezaevini Araştırma ve Adalet Komisyonu Üyesi Şebnem İşigüzel de yakın siyasi tarihi ve cezaevinde yatan bir kahramanı anlatan roman yazdığını, bu nedenle komisyonda yer aldığını söyledi. Komisyondayken yüz yüze yaptığı görüşmelerde psikolojik destek aldığını, buna rağmen anlatılanları dinlerken kötü olduğunu söyleyen İşigüzel, “Yazarken insan yabancılaşıyor; ancak dinlemek ve o gerçekle yüzleşmek apayrı bir şey.” dedi. Görüşmeler sırasında Diyarbakır Cezaevi’ni yaşayan Gültan Kışanak’la da konuştuğunu anlatan İşgüzel, “Kışanak bana ‘cezaevinden çıktığımda çok zayıftım ve renkleri bulanık görüyordum’ demişti. O vahşeti yaşayan kadın şimdi bu kentin belediye eş başkanı. Bu bir direnişin zaferidir.” dedi. Diyarbakır Cezaevi Müzesi’nin burada yaşananları bir sonraki kuşağa doğru aktarması açısından çok önemli olduğunu söyleyen İşigüzel, müzenin batıdakiler için bir yüzleşme merkezi görevini görmesi gerektiğini söyledi.
Sosyal Psikolog Mehmedi Aktoprak da Diyarbakır Cezaevi’nin dünyanın en kötü 10 cezaevi arasına girdiğini hatırlatarak, “İnsanlık tarihine direnişin simgesi olarak geçti. Aynı zamanda bu kentteki muhalif kimliğin bugünkü mücadelenin geldiği noktaya katkısı vardır.” şeklinde konuştu.
‘Müze nefret söylemiyle değil yürek birliğiyle yapılmalı’
Ardında konuşan Yazar Oya Baydar ise Diyarbakır Cezaevi gerçeğinin edebiyatının henüz yapılmadığına, filminin çekilmediğine dikkat çekerek, “Orada yaşananların kalıcı olarak ancak sanatla genç kuşaklara aktarılacağı inancını taşıyorum.” dedi.
Batı ve Doğu arasına duvar örüldüğünü, insanların kötü olmadığını, ancak farkında olamadığını vurgulayan Baydar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Acının müzesi olmaz; ama farkındalık yaratır. Vietnam’daki müzeyi dolaştım ancak sevemedim. Çünkü intikam üzerine kuruluydu ve iticiydi. Böylesi bir müze yaşananları sözlü, yazılı ve görsel olarak ortaya koyarken nefret söylemiyle değil yürek birliğiyle yapılmalı.”
‘Sadece feryat etmekle kalırsa iyi edebiyat olmaz’
Edebiyatı ‘insanı insana anlatmak’ olarak tarif eden Baydar, “Türk insanını size, Kürtleri Türklere anlatmalıyım. Sadece feryat etmekle kalırsa iyi edebiyat olmaz. İyi-kötü demeden farkına varın demektir.” şeklinde konuştu. Yüzleşmenin herkes için zor ve ağır olduğunu ifade eden Baydar, “Ancak yüzleşmediğinizde o yara içinize işler ve öldürücü olur. Türk ulusu Dersim’le yüzleşmediği için bugün bu olayları yaşıyoruz.” diye konuştu.
Diyarbakır Cezaevi’nin amacının kimliği yok etmek olduğunu anımsatan Baydar, bu müzenin bu kimliği yaşatmak için doğru bir şekilde kurulması gerektiğinin altını çizdi.