Ben Diyarbakır olmuşum, Diyarbakır da ben… Şimdi her birinize dönüp “Bana kendini anlat” desem, birkaç kalıplaşmış cümle dışında ne söyleyebilirsiniz ki? Oysa bu şehir öyle mi ya; her gün yeni bir öykü yazılır, her saat ayrı şiirler dökülür dillerden.
Diyorlar ki; “Diyarbakır Bir Rüyadır, Sen Bu Rüyayı Anlat” …
Oysa rüyalar anlatılmaz yaşanır! Eğer gördüğünüz rüyanın peşinden gidebilecek cesaretiniz varsa, o rüya zaten gerçekleşecek demektir. Benim rüyam çoktan gerçek oldu. Dilerim bu kadim şehir, sizin için de en güzel rüyalarınızdan biri olur.
Diyorlar ki; “Diyarbakır Bir Mücevherdir, Sen Bu Mücevheri Anlat” …
Diyarbakır’a elmas mı desem, zümrüt ya da yakut mu, safir mi desem ne desem bilemedim. Bu mücevherler kadar değerli, onlar kadar eşsiz güzellikte ama yine en az onlar kadar sert mizaca sahip olan medeniyetler beşiği bu kadim şehir; kim nasıl bakarsa öyle renk veren kıymet biçilmez bir taştır. Sevgi, barış ve hoşgörü ekseninde bir bakışla, sizi sarar sarmalar adeta. Siz ona bir değer verin, o size bin değer katsın. Böylesine bir mücevher var mı dersiniz?
Diyorlar ki; “Diyarbakır Tarihtir, Sen Bu tarihi Anlat” …
Bereketli topraklar üzerinde yer alan ve on binlerce yıldır sayısız medeniyetlerin gelip geçtiği şu an bile yaşayan ve yazılan bir tarihtir Diyarbakır. 12 medeniyete ait kitabelerin yazılı olduğu Diyarbakır Surları ve diğer tüm tarihi eserleri ile “tarihin taşlara yazıldığı şehir” olarak zaten çoktan yüreklerimize kazınmıştır. Bu tarihin bir parçası olmak, tarif edilemez bir duygu adeta. Bir an düşünün: Bu kentte bilinen tarihe göre biri Yunus Peygamber zamanında ve bir diğeri de Diyarbakır’ın Halit bin Velid tarafından fethinden önce iki kadın hükümdar bu topraklarda hüküm sürmüş. Bu kent hiçbir insanı ayırmamış, kendine bir adım atıp gelene sonuna dek açmış kapılarını. Kürt, Türk, Arap dememiş. Müslüman, Ezidi, Musevi, Ermeni, Süryani, Keldani ya da Rum fark gözetmemiş; toprakları üzerinde hep barış hep hoşgörü hâkim olmuş. Diyarbakır’ın küçelerini adımlarken, Dicle nehrinin kenarındaki Hevsel Bahçelerine doğru kaçak çayınızı yudumlarken ya da Diyarbakır Surlarında Keçi Burcunda, Ben u Sen’de gezinirken kent tarihinin izleri sizi bir sonsuzluk diyarına sürüklüyor. Zaman duruyor, Diyarbakır konuşuyor! Bu tarih, anlatmakla biter mi hiç?
Diyorlar ki; “Diyarbakır Bir Masaldır, Sen Bu Masalı Anlat” …
Ben bu masalın bir kahramanıyım zaten. Eğer siz de bir “masal kahramanı” olmak isterseniz, bir gün mutlaka Diyarbakır’a gelin. Bu masal gibi kente bir masal da siz katın. Bir an gözlerinizi kapatın ve Diyarbakır’ı dinleyin, o size zaten masalların en güzelini anlatacaktır…
Ve diyorlar ki; “Diyarbakır Bir Şiirdir, Sen Bu Şiiri Anlat” …
Onlarca belki yüzlerce şair gelmiş geçmiş bu topraklardan. Hepsi usta, her biri ne şaheserlere imzalarını atmış. Onların yanında bizim sözümüzün ne hükmü olur? Bu şehirde yaşadığınız müddetçe bir gün elbet Diyarbakır sizi şair yapacaktır. Diyarbakır bir şiir, siz şair olun. Sizin şiiriniz bu kente vereceğiniz değer olsun.
Ne masallar ne efsaneler dilden dile aktarıldı ne aşklar ne sevdalar yaşandı bu şehirde kim bilir? Bazen bir Kürtçe şarkı dinliyorum. Birkaç sözcüğü dışında ne dediğini anlamasam da yüreğime dokunduğunu hissediyorum. Çünkü biliyorum; duygular insanidir, duygular evrenseldir.
Şimdi siz söyleyin:
Ben Diyarbakır’ı nasıl anlatayım?
En iyisi, ben anlatmayayım siz yaşayın.
Ama sakın unutmayın, sevmeden yaşanmaz!
HAFTAYA GÖRÜŞMEK ÜZERE SAĞLICAKLA KALIN…