Röportaj: Abdurrahim Kılıç
TİGRİS HABER - - Öncelikle Tigris Haber okurları için Önder Birol kimdir, kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Klasik bir yanıt olur belki ama şöyle söyleyeyim; 1972 yılında bir memur ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldim. İlk ve ortaöğrenimini Çorum’da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne girdim. 1990'lı yılların siyasal rüzgârlarının sert estiği yıllardı. 1993 yılında tutuklandım. On yıl değişik cezaevlerinde siyasi mahkûm olarak yaşadım. Mahpusluk yıllarında yeniden üniversiteye girerek Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nü bitirdim.
Cezaevinden çıktıktan dış dünyaya alışmak kolay olmadı. Çok farklı bir boyuttan kurallarını bilmediğimiz, geçmişten flu hatıraların kaldığı bir dünyaya fırlatılmış gibi hissediyor insan kendini. Bir süre Cumhuriyet gazetesi Kitap ekinde çalışmaya başladım. Radikal Kitap, Halkın Nabzı, Gazete Duvar, Evrensel, Özgür Gündem, Artı Gerçek gibi gazetelerde siyasi ve edebi yazılar yazdım. Bir dönem dizi ve TV programı editörlüğü, reklam yazarlığı gibi işlerde çalıştım. Tabii arada bolca işsiz kaldığım, işportacılık yaptığım dönemler de oldu. Teklif üzerine 2014 yerel seçimlerinde HDP'den İstanbul Sarıyer Belediyesi Eş başkan adayı oldum. 25. Dönem seçim hükümetinde AB Bakanı Başdanışmanlığı görevinde bulundum.
"Görüngüler" adlı ilk şiirlerinden oluşan dosyasıyla Cemal Süreya anısına düzenlenen 2002 Hatay Şiir Ödülü, mansiyon aldım mahpustayken. Daha sonra dizelerin yarıştırılamayacağı düşüncesinden hareketle şiir yarışmalarına katılmadım. Tek tek saymayalım, pek çok edebiyat dergisinde şiir, öykü, deneme ve felsefi yazılarım yayınlandı. “Çözülüş Demleri, Yanlış Kuşlar İskelesi, Eksik Canlar Sokağı, Maymunun Kitabı, İyi “ olmak üzere beş kitabım var. Maymunun Kitabı deneme, diğerleri şiir... İlk üç kitap, ikinci baskılarını Klaros Yayınları'ndan yaptı. Ayrıca kaleme aldığım "Ah Şu Anneler Babalar" isimli çocuk tiyatrosu Eskişehir'de ve Ankara'da uluslararası çocuk festivalinde oynandı. Bizim kuşağın trajedisini anlatan bir roman ve şiir üzerine deneme kitabım var ayrıca, yayın vaktini bekliyor. İki ay önce Şey Kitabı kurdum ve şimdi Şey Kitap ve ŞYKitap olarak yayın hayatını sürdürüyor.
- Edebiyat çevreleri sizi şair olarak biliyor, şiir yanınız dışında bir de köklü bir gazetecilik, yazın süreciniz var, o dönemin koşullarıyla bugünün gazetecilik anlayışını karşılaştırırsanız ne diyebilirsiniz?
Meslekten gazeteciyim. 2002 yılından beri gazetecilikle bağım hiç kopmadı. Türkiye'de gazetecilik özgür düşünce ve basın özgürlüğü kapsamında ele alınması gereken bir konu. Nihayetinde Batı ile Doğu arasına sıkışmış ama genlerini doğudan alan, demokrasisi şekli olmaktan öteye gidememiş bir vesayet rejiminde yaşıyoruz. Böyle bir ülkede özgür basından söz etmek ne mümkün... Geçmişte de özgür değildi kalem, şimdi de değil. 1990'lı yıllardan onlarca muhalif gazetecinin faili meçhul cinayetlere kurban gittiğini, yüzlercesinin tutuklandığını biliyoruz. AKP ile birlikte ise vesayet sistemi el değiştirdi. Dün vesayeti sürdüren ordu güdümlü merkez medya vardı, şimdi Siyasal İslam'ın havuz medyası var. Zaman içinde havuz medyası, merkez medyayı da kuşatıp içine aldı. Türkiye'de gazetecilik her zaman sorunluydu ama hiç bu kadar ele ayağa düşmemişti. Her türlü maksatlı asparagas haber ve yorum, gazetecilik diye topluma sunulur oldu. Gazetecilik siyasetin piar alanına indirgendi. Gazeteciler açıkça siyasi odakların arkasında sıralandılar. Gazeteciliğin ilkelerine şu veya bu düzeyde bağlı kalmaya çalışan binlerce gazeteci, çalışacak gazete bulamaz hale geldi. Bağımsız muhalif medya için koşullar giderek ağırlaştı. Açılan davalar, ekonomik çökertme planları, tutuklu gazeteciler vs. hepimizi biliyoruz. Ancak teknoloji öyle bir şey ki, iktidarın gücünü de yeri geldiğinde işlevsiz bırakabiliyor. İnternet teknolojisinin getirdiği yeni olanaklar, muhalif özgür gazetecilik için yeni mecra açtı. Ana akım medyada yer bulamayan hatta hakkında açılar davalar yüzünden ülkesinde yaşayamaz hale gelen pek çok gazeteci bugün internet üzerinden etkili yayınlar yapıyor ve bana kalırsa gazetecilik mesleğinin etiği büyük ölçüde bu mecralarda yaşıyor. Küresel teknoloji gazeteciliği giderek internet ortamına taşıyor.
-Yayıncılık alanında ŞYKitap olarak bir adım attınız. Hangi ihtiyaçtan kaynaklanıyor bu girişiminiz?
Türkiye'de aslında her alanda 'yeniden kuruluş' yaşanıyor. Bunun bir boyutu küresel teknolojinin getirdiği alt yapısal dönüşümlerse diğer boyutu lokal düzeyde Türkiye'de yaşanan sosyo-siyasal sürecin yarattığı sarsıntılar. Bundan yayıncılık da nasibini aldı. Giderek matbuat yayıncılığın yerini internet yayıncılığı almaya başladı. Basılı yayıncılıkta ise son yirmi yılda yayıncılığın tekelleşmesi ve geçmişte olmadığı kadar ticarileşmesine tanık olduk. Bankalar ve büyük sermaye, yayıncılık alanına girerek kültür ve edebiyat dünyasını domine etti. Kültür yayıncılığı yapan pek çok yayınevinin bu tekellerle mücadele şansı yoktu. Onlar da ayak kalabilme için kazancını okurdan değil, kitabın yazarından sağlayan 'paralı yayıncılık' gibi tuhaf bir yola sapmak zorunda kaldılar. Bu da sanırım butik yayınevlerinin ticarileşmesi demek oluyordu. Kültür hayatındaki bu kapitalist kitch kültürü, belki kültür yayıncılığı yapan yayınevlerinin kooperatif tarzı örgütlenmesiyle karşı konulabilir ama bu da siyasal bilinç ve örgütlülük düzeyi izin vermiyor. Son zamanlarda 'yazardan kazanma anlayışı'na son vermek amacıyla dijital teknolojinin olanaklarını da kullanarak yeni arayışlar gelişiyor. Artık birçok yayınevi aşamalı esnek üretimle stoksuz çalışıyor. Piyasayı kitapsız bırakmadığınızda en optimum yol bu. Belki az basıyorsunuz ama depolarda farelere teslim ettiğiniz kitapların ederini yazara yüklemek gibi bir garabeti yaşamıyorsunuz. Yazarın kitabı satıyorsa basıyorsunuz, satmıyorsa az basıyorsunuz. ŞYKitap da bu arayışın bir parçası. Yazar yayınevi dayanışmasıyla ortak formülasyonlar geliştirerek tekelleşen bu yayıncılık anlayışı karşısında nitelikli ve sürdürülebilir bir yayıncılık yapmak istiyoruz. Bu tip oluşumların oluşması belki ilerde kooperatif tarzı yayıncılığın da zeminini oluşturacak. Bağımsız yayınevleri dayanışmayı artırmalı.
-Şiir yayın dünyasından ve deyim yerindeyse sahadan kovulmuş gibi duruyor. Şey Kitap, hangi tür kitapları basacak? Şiire kapıları ne kadar açık olacak?
Maalesef... İnsanlara edebi türler nelerdir diye sorsanız, yüzde 80'i saymaya şiirle başlar ama şiirin günümüz dünyasında toplumsal alıcısı neredeyse kalmadı. Türkiye'de şiirin bunalımı sadece iyi şiir yazılmıyor olmasından kaynaklanmıyor. İyi şiir yazan bi dünya şair var. Onların da toplumda bir karşılığı olmuyor. Şiir kapalı devre şairler dünyasına sıkışıp kalmış. Orası ise cadı kazanı gibi fokurduyor. Sanırım küreselleşme-rasyonelleşme bağlamında ontolojik bir tartışma yapmak gerekiyor bu noktada. Teknoloji yoğunluklu yaşam, toplumsal ruh hali olarak lirizmi öldürüyor, sanatlarda görsel ve performans sanatları önem kazanmaya başlıyor Zamane insanı, fazla konformist ve pragmatist. Sıkıya gelemiyor, teknolojinin içinde ruhsal bir mekanikleşme yaşıyor. Bu tipolojinin şiirle bağ kurması zor... Şiirin sanatlara kazandırdığı imge, bugün diğer sanatlara ruhunu geçirirken şiirin alanı daralıyor. Bilmiyorum, netameli konular bunlar. En azından ipucu olsun bu tespitler.
Bir şair olarak elbette şiir kitaplarını önceliyoruz ama öykü, roman, deneme, araştırma inceleme, tiyatro, sinema gibi pek çok alanda kitap basıyoruz ve basacağız. Henüz kurulalı iki ay oldu ve bugüne kadar on beş kitap bastık, yirmi kitabımız ise yolda... Küçük ama sağlam adımlarla yürümek istiyoruz. ŞYKitabı tek başına kurdum ama geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin bana sorarsanız en kıymetli şairlerden Onur Akyıl'la bir yol arkadaşlığı kurduk. Onur gerçekten çok deneyimli ve birikimli bir yazar. Ortak bir sinerjiyle yayınevimizi daha ileri aşamalara taşıyacağımıza inanıyoruz.
-Yayıncılıkta maliyetler yükseldi, ayrıca kitap okuma oranları da sosyal medyanın etkisiyle epey düşüyor. Yayıncı nasıl ayakta kalacak?
Yukarıda da dedim ya, banka ve tekelci sermaye yayıncılığı için işler o kadar zor değil aslında. Her sektör kadar etkileniyorlar ekonomik krizden. Ancak butik yayıncılık yapan küçük yayınevleri için ayakta kalmak gerçekten çok zorlaştı. Kâğıt fiyatları çok pahalandı. Stoklar eridi. Pek çok yayınevi kitap basamaz oldu. Dijital teknolojinin getirdiği hareket kabiliyeti olmasa açıkçası bizim de yola çıkmamız zordu. Pek çok büyük yayınevi de giderek dijitale yönelmeye başladı. Tabii bir de internet yayıncılığı bahsi var. Yazılı eser devri çok uzak olmayan bir tarihte kapanacak. Süreç oraya gidiyor. Kim nasıl ayakta kalır, bunun ortak bir formülü olduğunu sanmıyorum ancak biz, nitelikli kitaplar basıp küçük ama sağlam adımlarla piyasanın kara deliğine fazla yaklaşmadan kalıcı olmayı hedefliyoruz. Acelemiz yok.
- Türkiye edebiyat ortamını değerlendiriniz desem, eleştirileriniz ne olur? Ne önerilerde bulunabilirsiniz?
Bu çok geniş kapsamlı tartışılacak bir konu. Edebiyat ortamının en temel sorusu bence, tekelleşme ve edebiyatın tüketim kültürünün baskısı altında yol alıyor olması. Kapitalizm her şeyi pazara sürerken, tüketimle iç içe ördüğü popüler kültürle her şeyi forse etmeye başladı. Küresel teknoloji, bu hususta çok geniş medya olanakları sunuyor sisteme. Hal böyle olunca medya, reklam, pazarlama üçgeninde neyin öne çıkartılıp neyin kıyıda bırakılacağı bizzatihi küresel güçler tarafından belirlenir hale geliyor. Şu an bir yayın tekeli reklam ve pazarlama stratejileri ile içinde tek bir harf yer almayan boş bir kitabı, soyut sanat diye pazarlayabilir. Tabii, bu çağın bir hastalığı. Zaman edebi olanla, popüler olanı ayrıştıracak. Yazar ve yayıncı ilişkisi bakımından ekonomik süreçler öyle belirleyici bir hal aldı ki, en muhalif yazarlar bile eleştirdikleri tekelci sermayenin yayınevlerinden kitaplarının çıkması için çırpınır hale geliyorlar. Yazarın da suçu yok aslında bunda. Yıllarca çalışıp didinip bir eser ortaya çıkartıyor. Haliyle çok okura ulaşmasını, telifinin hakkıyla ödenmesini arzu ediyor. Para ise tekellerde, güç onlarda... Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Fethi Naci, Ahmet Oktay, Arif Damar, Gülten Akın gibi sosyalistleri bugün tekelci sermayenin yayınevleri basıyor. İnsanın içini acıtıyor bu. Hayatın her alanında zaten kapitalizmin içindeyiz. Kitap nasıl kurtaracak kendini? Herkes yazarlığın etik duruşundan filan söz ediyor ama yazarın yapabileceği şeyler de çok sınırlı. Hayatın her alanında kleptokratik bir hayat inşasına gitmişseniz sadece yazardan etik duruş bekleyemezsiniz. O çark onu da öğütür. Alternatif bir yayıncılığı besleyen yeni muhalif toplumsal dinamikler açığa çıkmalı ki yayıncılıkta da yeni bir anlayışın yaşama şansı olsun. Bağımsız bir yayıncılığı yaşatacak olan okur kitlesidir. Kitlede o politikleşme düzeyi yoksa kapitalizmin dişlilerine direnebildiğiniz kadar direnirsiniz ama sonuç yenilgi olur. Bu çarkı kıracak olan siyasal mücadelenin kendisi... Yazarlar o süreçte toplumun diğer kesimleri gibi yerlerini alırlar. Düşünsel ve düşsel bir iş yapmaları nedeniyle belki biraz daha yer alırlar ama o kadar olur.
- Şey Kitap Kürtçe kitap basımına nasıl bakıyor?
Elbette basacağız. Hatta bir Kürtçe kitap geldi. Hazırlıklarını yapıyoruz. Resmi ideolojinin ve Türk milliyetçiliğine dayalı hâkim ulus manipülasyonu reddediyoruz. Farklı fikirleri, düşünsel ve edebi üretimin dinamiği ve vazgeçilmez zenginliği olarak görüyoruz ancak tematik bakımdan ırkçı, emek, kadın ve doğa karşıtı, homofobik, insanlık suçu içeren kitaplara kapalıyız. Bütün dillerin eşit olduğuna inanıyoruz. Uluslar birbirini öldürebilir ama dilin silahı yok. Çok dilli yayıncılık anlayışı kırmızıçizgimiz bizim. Bunu toplumsal barışın vazgeçilmez koşulu olarak görüyoruz.
- Son zamanlarda yapay bir Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyatı mı tartışması gündeme sokulmak isteniyor, ne düşünüyorsunuz?
Çok yapay değil aslında bu tartışma."Maymunun Kitabı" adlı deneme kitabımda bir makale de yer alıyor bu konuya ilişkin. Ulus devletlerin kuruluş sürecinde burjuvazi, ulus kimliğini pekiştirmenin bir aracı olarak edebiyatı kullandı. Edebiyatın ulus gibi siyasal bir kavramla anılması bu döneme rastlar. Oysa edebiyat siyasetin bir kolajı değil sanatın bir parçasıdır. Anavatanı dildir. Öyle ise onu dille tanımlayıp hâkim ulus anlayışını pekiştiren milliyetçi literatürden kurtarmanın özellikle bizim gibi çok kimlikli ve kimlik sorunlarının grift bir hal aldığı ülkelerde işlevsel olduğunu düşünüyorum. Sonuçta ulus siyasal bir örgütlenme. Yarın ulus devletler çözülecek o zaman da ulus kimliği ile mi tanımlayacağız edebiyatı? Bu konunun bu kadar tartışılmasının nedeni aslında egemen ulus Türklüğünün en küçük demokratik dilsel arayışı kendi varlığına tehdit olarak görmesi. Konuyu daha baştan kriminalize ederek saldırgan bir üslup kullanması. Sanki Türkçe, Türklüğün karşısındaymış gibi konu milliyetçilik olunca ona bile tahammül edemiyorlar. Edebiyatı, yapıtaşı dille tanımlayan insanlar bir anda bölücü, liboş, Türk düşmanı oluveriyor. Bu refleksin kendisi bile bu tartışmanın ne kadar gerekli olduğunu düşündürüyor bana. Edebi kategoriler siyasi tanımlamalar mahkûm değil. Siyasi yapılar çözülür, dağılır, başkalaşır ama edebiyat insanlığın en büyük hazinesi olarak insanlık diye bir şey var oldukça var olacaktır. Kavramlar değişir, dönüşür, dünün terminolojisi eskidiğinde yerini yenileri alır. Gelişimin dinamiğidir bu. Öyle bir teknolojinin içinde yaşıyoruz ki, sınırlar, kimlikler hızla silikleşerek ortak bir dünya kültürüne doğru gidiyoruz. Şimdi yapmayacak ne zaman yapacağız bu tartışmayı... Ancak Türk edebiyatı kavramına kıskançça sahip çıkanların hepsinin demiyorum ama çoğunun derdi edebiyat tartışmak değil, edebiyat üzerinden milliyetçilik yapmak... Bu yüzden karşı çıkıyorlar edebiyatın kendi yapıtaşı dil üzerinden tanımlanmasına. Çünkü o edebiyatın doğasına daha uygun... Çünkü diller arasında hiyerarşi, kavga dövüş yok. Bir de tersten Kürt yazarlar cenahından karşı çıkış var Türkçe edebiyat kavramına. Onlar da Türkçe edebiyat demenin yumuşatılmış bir dille asimilasyonu devam ettirmeye hizmet etmek olduğunu söylüyorlar. Bu da doğru değil. Elbette zorunlu tarihsel nedenlerle birçok Kürt yazar Türkçe yazmak zorunda kalmış. Bunun nedenlerini tartışmak başka bir şey, bunun bir vaka olduğunu kabullenmek başka... Nedenleri konusunda çok farklı şeyler düşünmeyeceğiz sanırım. En temel nedeni asimilasyonist politika. Ancak mademki böyle bir gerçek var, bu edebiyatın içinde başka kimliklerin tarihsel hafızası, trajedisi, antropolojisi, tam da bu toprakların çok kimlikliliğine uygun şekilde edebiyat milliyetçi tanımlardan kurtararak dile teslim etmek en demokratik yol gibi görünüyor bana. Türkçe edebiyata itiraz eden Kürt arkadaşların yapması gereken Türkçe edebiyata kaşı çıkmak değil, şu halde Kürtlerin Kürtçe yazmasına özendirmek olmalı. Yani Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı aslında bunun tartışılması da değil mesele. Bu tartışmanın böylesine gergin ve kutuplaştırıcı bir zemine sürüklenmesi... Şovenizm her şeyi daha baştan kategorize eder kutuplaştırır, çünkü hep iktidar olmak ister o.
- Edebiyat dünyası ülkenin ve dünyanın politik gündemine, halkın sorunlarına müdahil olma işlevini yerine getirebiliyor mu? Yoksa şair, yazar sırça köşk arayışında mı?
Yukarıda da biraz bahsettim, yazarlardan şairlerden öyle büyük şeyler beklememek lazım. Toplumsal süreç neyse üç aşağı beş yukarı yazarların, şairlerin hali de öyle oluyor. , Mayakovski, Nazım, Lorca, Vaptsarov, Nerudavs çok sık örnek verilir bu konuda ama o onların toplumsal süreçlere edebiyat cephesinden katıldığı dönem aynı zamanda çok güçlü mücadelelerin, acımasız savaşların yaşandığı dönem. Yani o süreçleri bu şair yazarlar yaratmadı, onlar toplumsal sürece eklemlendiler. Örneğin 1970 sosyalist şiirini şairler kendisi mi yarattı? Elbette değil, 1970'l yıllardaki mücadele sürecinin ürünüydü o şiir eğrisiyle doğrusuyla. Bütün toplum ayaktaydı, bu şiirde de karşılık buldu. Bugün her alanda bir yozlaşma ve çöküş var, şairler ve edebiyatçılar dünyasında da var. Mümkün olduğu kadar bunun kavgasını her zeminde vermek gerekiyor ama edebiyatçılardan bir siyasal öncülük beklemek de başka bir sapma.
-Son sözünüz?
Tigris Haber’e, yönetimine ve emekçilerine teşekkür ediyorum. Tüm okurlarına özgür ve edebiyat dolu yarınlar diliyorum.