Sabah okumalarımdan birinde İbrahim Tenekeci’nin şu sözlerine denk geldim: “Emanet arabayla kaza yapmak, herhalde berbat bir şey olmalı. Bu köşenin ve sayfanın şahsıma verilmiş bir emanet araba olduğunu düşünüyorum. Dikkatli ve rikkatli olmalıyım.” Ben de kendisiyle bu konuda aynı düşünüyorum. Köşem için aklıma bir yazı fikri geldiğinde büyük bir titizlikle kâğıda aktarıyorum. Bu yüzden bazen arayı açıyorum, onlarca yazı bitirsem de yayımlamıyorum. Emanet olan, bizim olandan daha kıymetlidir. İnsanlardan aldığımız vakit, ruhumuz, bedenimiz, kurduğumuz gönül bağları… Ah, anlatacak çok şey var. Neyse, bunu başka bir yazımızda incelikli konuşuruz; konumuz farklı.
Dilimizdeki bazı kelimeler ve kelime grupları zaman içerisinde kullanımdan düşüyor. Günlük konuşmalarımızdaki yerinde yeller esiyor, yazılarımızda bile kullanmıyoruz artık. Bunun çevresel, sosyal, politik, maddi ve manevi birçok nedeni var. Tüm bu etkenlerin birleşimiyle eski olan kelimenin yerini başka bir kelime alıyor. Ne yazık ki çoğunlukla yabancı kelimeler üstleniyor bu görevi. Dili yenilemeye çalışırken aşındırıyoruz. İşin kötü tarafı, bunun farkındayız ve pek de umursamıyoruz.
Yerine başka kelimeler gelenlerin yanında bir de yenisi oluşmadan unutulanlar var. Yani kelime veya kelime grubuyla birlikte ortaya koyduğu anlamın da tedavülden kalktığı durumlar. Sanırım burada aşınan sadece dil değil, maneviyat da aşınıyor. Bu konu üzerinde düşündüğüm sırada aklıma böyle bir kavram geldi: Azla yetinmek.
Yetinmek sözcüğü sözlükte “elinde bulunanı yeterli görmek, daha çoğunu istememek” anlamına geliyor. “Azla yetinmek” kavramına baktığımızda ise eskiden “elindekinden fazlasında gözü olmamak, kanaatkâr olmak” anlamında kullanılıyormuş ki asıl anlamı da böyle, günümüz internet sözlüklerinde ise birçok kişi “çok olana cesaretedememek” şeklinde tanımlamış. Yaşadığımız toplumsal ve manevi değişimi açıklayan güzel bir örnek bence.Okurlar arasında “Gücüm ve imkânım varken neden daha fazlasını elde etmeyeyim?” diyenler elbette olacaktır. Çalışmak dünyaya dair güzel şeylerden biri, elbette gücümüzü kullanıp çalışmalıyız. Burada kastettiğimiz çalışmamak değil, başkasının elindekinde gözümüz olmadan çalışmaktır. Elimizdeki “az” olsa da ona kanaat etmek ve onunla yetinmektir. Bunun tersinidüşünenlerin gücü ve imkânı olduğu için daha çok petrol ve maden elde etmek isteyen sömürgeci ülkelere de hak verdiğini açıkça dile getirmeleri gerekir.
Dünyevi hırslara kapıldıkça böyle kavramları göz önünden kaldırdık. Azla yetinmeyi korkaklık, kanaatkarlığı enayilik saydık. Bu durum hayatımızın her alanında etkisini gösterdi, gösteriyor. Başkasının çabasına, hakkına saygı duymamayı mübah görürsek bizim elimizdekilere de göz dikilmesi kaçınılmazdır. Maneviyata ve doğru istikamete bağlılık herkesin haklarını korur.
Ayrıca “elimizdekiler” derken kastettiğim sadece maddi şeyler değil buna gönül bağları, dostluklar, fedakarlıklar ve yapılan güzel işler de dahil.
Sadece bizim toplumumuz için bu değişimin yaşandığını iddia etmiyorum. Bu durum gün geçtikçe tüm toplumlarda artıyor. Bunu tersine çevirmek için önce kendimizden başlayarak harekete geçmeliyiz. Biz değişirsek dünya da değişir. Dünyanın değişmesi bizim atacağımız küçük adımlara bağlıdır, çünkü büyük devletleri yönetenler de insanlar ve hırslarıdır. Bu yüzden kendimizden çekinmeden öz eleştiri yapmalıyız.
Yazımın başında bahsettiğim “emanet araba”yı teslim ederken şuna da değinmek istiyorum: Azla yetinmememiz gereken yegâne şey vefadır bana kalırsa. Her seferinde konumuz dönüp dolaşıp vefaya geliyor, elbette farkındayım ve memnunum. Ne kadar bahsetsek azdır.Yollarımızı ayırsak da bir insana “iyi biri” diyebiliyor muyuz, anılarımıza ve yaşadıklarımıza sadık mıyız, yürüdüğümüz yola minnet duyuyor muyuz?.. Daha nice soruyla vefamızı sorgulayabiliriz. Önemli ve gerekli.
Arabayı sağ salim teslim ettim diye düşünüyorum.