Diyarbekir... Bir şehirden öteydi. Bir kültürdü.
Asırların kalemiyle kendi hikayesini kendi yazmış bir şehir.
İnsan bu yüzden eksikti, bu yüzden yarım, böyle köklü beldeler gibi kendi hikayesini yazamayanlar hep mutsuzdu, hep boşluk boşluk...
Dünyayı değiştirmeye gelmemiştik, hikayemizi yazmaya, yazdığımızı yaşamaya gelmiştik cihana, kadim memleketlerimiz kah öğretmen kah sırdaş olmuştu, bu yolda...
Taşıyla, toprağıyla, suyuyla, yeşiliyle, mavisiyle fısıldadı bu şehir de asırlarca, kimlere kimlere...
Milyonlarca yürek nasiplendi sevdasından, esrarından, gamından.
Coğrafya kaderdi, coğrafya kederdi, coğrafyan kadardın, nereye gidersen git, memleketinle hep aynı gökyüzünü paylaşacaktın.
Bu ülkeyi kardeş kılan Diyarbekir kültürüydü, bin yıllık örnek Diyarbekir hoşgörüsüydü müslüman coğrafyanın iliklerine işleyen cemre.
Muhabbetin öncüsü bir kültür yoğruldu bu surların içinde, ekmeğinin ve emeğinin barış kokusu yayıldıkça yayıldı, uzandıkça uzandı.
Diyarbekir mertliği, Diyarbekir dürüstlüğü; yavaş yavaş kapladı tüm ortadoğuyu, musibetler ve imtihanlar gelip geçici.
İslam coğrafyasına baharı, barışı Diyarbekir irfanı getirecek, kadim toprağın bağrında yeşeren münevver güllerin aydın fikirleri yeniden yeşertecek güzel günleri.
Diyarbekir nefesti, çağlardı cevherinde kıymet bilenin...
Bir şehir ki, sokaklarını aşındırmak adeta ilim öğrenmekti.
Bir şehir ki anne olmuş nice şehirlere, nice uygarlıklar doğurmuş.
Bir şehir ki insanlığın töresi olmuş koskoca bir kıtaya.
Ünlü yemekler, turistik merkezler, doğal manzaralar bir yere kadar.
Diyarbekir bunlardan çok daha fazlası, dünyada felsefesi olan sayılı aziz şehirden biri.
Ancak yıllarını dikkatle bu şehirde geçirenler anlayabilir, Diyarbekir'in yüzünü peçesiz görebilir.
Ne mutlu o insana ki aziz bir şehre ram olmadan göçüp gitmez şu cihandan...