Ali Abbas Yılmaz - Özel
‘Avukat açısından silahların eşitliği ilkesi zedeleniyor’
TİGRİS HABER - Soruşturma dosyalarında verilen kısıtlama kararlarının istisnai olması gerektiğine işaret eden Diyarbakır Baro Başkanı Cihan Aydın, şunları söyledi: “Ceza Usul Kanunu’nda (CMK) iki maddede (153-157) soruşturmanın gizli yürütülmesi gerektiği konusunda bir düzenleme var. Kural olarak soruşturma aşaması gizlidir. Bunun temel amacı da henüz suç şüphesi altında olan ve hakkındaki iddialar kesin olarak ortaya konmayan kişilerin masumiyet karinesi için lekelenmeme hakkının ihlal edilmemesidir. Buradaki temel amaç bu ve aslında yerinde kullanıldığı zaman da doğru bir ilkedir. Ama Türkiye’de özellikle son dönemlerde gizlilik meselesi çok hoyratça ve yanlış kullanılıyor. Hemen hemen bütün soruşturmalarda ve özellikle ciddi karakterli soruşturmalarda, cinsel saldırı suçlarında bu gizliliğin yanı sıra bir de kısıtlama kararı var. Gizlilik ile kısıtlama birbirinden farklı şeyler. Soruşturmanın yürütülmesinde gizlilik genel bir kuraldır. Kısıtlama ise dosya içerisindeki bilgi ve belgelere ulaşmak, soruşturmayı akamete uğratacaksa bu durumda savcının talebi ve hakimin kararıyla kısıtlama kararı alınabiliyor. Bu durumda ne şüphelinin avukatı ne şüphelinin kendisi dosyayı inceleyemiyor, dosyadaki belgelerden birer örnek alamıyor. Çünkü kural olarak gizlilik olsa bile avukat dosyayı inceleyebilir ve dosyadan bir örnek alabilir. Ama buna ek olarak bir kısıtlama kararı alınırsa avukat dosyaya erişemiyor, şüpheli de dosyaya ulaşamıyor. Burada ise avukat açısından silahların eşitliği ilkesi zedeleniyor. Suç şüphesi altındaki şüphelinin de önemli oranda savunma hakkı kısıtlanmış oluyor. Türkiye’de son dönemde hemen hemen bütün dosyalarda özellikle de siyasi karakterli dosyalarda neredeyse istisnasız olarak kısıtlama kararı alınıyor.”
Yayın yasağı neleri içerir?
Kısıtlama kararı verilen dosyalara ilişkin konan yayın yasağına ilişkin ise Aydın, şöyle konuştu: “Yayın yasağı meselesi ise ayrı bir konu. Bu Türk Ceza Kanunu’nun 285’inci maddesinde düzenlemiş. Aslında burada da bir yanlış anlaşılma var. Sanki bir dosya ya da soruşturma hakkında yayın yasağı verildiğinde artık biz o dosyanın hiçbir şeyinden bahsedemeyiz. O dosyayla ilgili hiçbir şey konuşamayız, onunla ilgili yazıp çizemeyiz gibi bir algı var. Kanun burada şunu diyor; Soruşturma işleminin içeriğinin açıklanması suretiyle masumiyet karinesinin ihlal edilmesi. Yani siz soruşturulan ya da suç şüphesi altında olan kişiyi ismen ifşa ederseniz, bu suç o zaman gerçekleşir. Burada birinci kural bu. İkincisi, yapılan açıklama soruşturmadaki maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına engel olması lazım. Bu iki kısıtlamadan herhangi biri gerçekleşirse bu durumda soruşturmanın gizliliğini ihlal suçunun koşulları oluşuyor. Bunlardan hiçbiri yoksa ve siz genel bir yazı yazmışsanız ya da bir açıklama yapmışsanız, haber yazmışsanız burada soruşturmanın gizliliğine ilişkin herhangi bir ihlal söz konusu olmuyor. Yapığınız haberin kişilerin masumiyet karinesini, lekelenmeme hakkını ihlal etmesi ve yaptığınız haber medeniyle soruşturmadaki maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasının engellenmesidir. Bunlar olursa yayın yasağını delmiş olursunuz ve TCK 285’e göre de suçun koşulları oluşur. Ama bizde yanlış bir anlaşılma var. Bir konuda yayın yasağı varsa biz o meseleyi artık tümden rafa koyuyoruz ve ondan bahsetmiyoruz.”
‘İddia makamının bildiğini savunmanın da bilmesi lazım’
Son süreçte soruşturmalarda verilen ve istisnai olması gereken gizlilik/kısıtlama kararlarının genel bir kural haline getirildiğine vurgu yapan Aydın, şunları dile getirdi: “Soruşturmalar son dönemde öyle çok hukuka uygun bir şekilde yürütülmediği için, soruşturmalar son derece gevşek deliller üzerine bina edildiği için ve avukatların adliye içinde soruşturmalara dahil olmasından pek hazzedilmediği için bu istisnai kural genel bir kaide, kural haline getirilmiş oldu. Soruşturmanın gizliliği meselesi suç şüphesi altında olan kişiler için savunma hakkı, avukatlar için de silahların eşitliği ve meleğin etiğine uygun bir savunmama yapamama gibi bir engelle karılaşıyoruz. Bu durum Diyarbakır’da da Türkiye genelinde de genel bir kural haline gelmiş duruda. Eğer bir Cumhuriyet Savcısı ya da soruşturmayı yürüten kolluk, kendi dosyasındaki delillerin güvenilirliğine, güçlü olduğuna inanıyorsa bu dosyayı avukata da şüphelinin kendisine de açıklaması lazım. Bence asıl sebep bu. Çünkü çok gevşek delillerle, hukuki altyapısı olmayan delillerle ve hatta bazen üretilmiş delillerle soruşturmalar yürütüldüğü için bunlar biz avukatlardan da şüphelinin kendisinden de gizleniyor. Aksi durumda işte ben bu bu delillerle, şu şu iddialarla soruşturmayı yürütüyorum. Dosya size de avukatınıza da açıktır. Siz de iddialara karşı delillerinizi toplayabilirsiniz. Bu aslında evrensel hukuk normlarının emrettiği, silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Eğer dosya kolluk biriminin ya da savcının elinin altındaysa ve ben bir avukat olarak dosyanın ne olduğunu bilmiyorsam, delillerin nasıl toplandığını bilmiyorsam ve hukuka uygunluğunu tartışamıyorsam burada ne adil bir yargılamadan ne silahların eşitliğinden ne de etkili bir savunmadan bahsedemezsiniz. İddia makamının bildiğini savunmanın da bilmesi lazım. Yurttaşın kendisinin de bunları bilmesi lazım. Bilmeliyiz ki, iddialara karşı delillerimizi toplayabilelim. Türkiye’deki soruşturmalar artık bu şekilde yürütülüyor ve bu uluslararası hukuk normlarına da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına da taban tabana zıttır.”
‘İsim listesi bizim seçim güvenliği için yaptığımız çalışmanın listesi’
Güncel bir örnek üzerinden soruşturma dosyalarında alınan kısıtlama kararını değerlendiren Aydın şunları söyledi: “En son 34 meslektaşımızın gözaltı kararı ve bunlardan 25’i gözaltına alındı. Dosyada kısıtlama kararı olduğu bize tebliğ edildi. İfadeler sırasında meslektaşlarımızın niye gözaltına alındığı anlaşıldı. Bizim Baro olarak seçim dönemlerinde sandık görevlisi olarak görev almış meslektaşlarımızın isim listelerinin DTK’da bulunduğu iddiası. Bütün iddia bu. Bu isim listesi bizim seçim güvenliği için yaptığımız çalışmanın listesi. Baro tarafından neredeyse hemen hemen bütün seçim dönemlerinde süren bir faaliyettir. İfade işlemi sırasında soru soruldu ve o zaman bunun farkına vardık. Tabii bunun tamamını da görme şansımız yok. Onu bile sansürlemişler, bir kısmını. Yani, listenin tamamını bile görme şansımız olmadı. Seçim görevlendirme listesinin başka bir şeyle bağdaştırılması imkan dahilinde değil. Bu örnekte de görüldüğü gibi kısıtlama kararı çok keyfi bir şekilde ve genel bir kural gibi algılanması ve bu şekilde uygulanması gerçekten yurttaş açısından etkili bir savunma hakkı için bir tehdit oluşturuyor. Birçok durumda bu nedenle müvekkillerimiz aylarca boşuna hapishanede yatmak zorunda kalıyorlar. Çünkü gizlilik, kısıtlama kararı veriline dava açılıncaya kadar dosyaya ulaşamıyoruz. Dava açma süreçler 3 ay bazen bir yılı bulan soruşturmalar var. Bu süre boyunca ise bazı müvekkillerimiz bu mekanizmanın yanlış kullanılmasından dolayı uzun süre cezaevinde yatmak zorunda kalıyorlar.”
‘Biz adliyede yoksak adalet de olmaz’
Kısıtlama kararının doğru ve yerinde kullanılmasına ilişkin ise Aydın şöyle konuştu: “Elbette, lekelenmeme hakkı, masumiyet karinesi çerçevesinde ve gerçekten soruşturmanın akıbetini olumsuz etkileyecek bazı durumlarda ki, bunlar istisnai durumlardır, kısıtlama kararı konabilir. Örneğin henüz tamamlanmamış, henüz tüm taraflarına, tüm şüphelilerine ulaşılmamış bir soruşturmada böyle bir karar alınabilir. Ama burada da yine dosyanın tamamının avukatlardan gizlenmemesi lazım. Kanun da bunu diyor. Kanun şüphelinin katıldığı ya da katılma hakkı olduğu soruşturma evraklarının, şüpheliye ya da avukatına verilmesi gerektiğini söylüyor. Ama bizde uygulama bu yönde değil. Yasadaki bu düzenleme de maalesef ihlal ediliyor. Bize sadece müvekkilin ifadelerinin bir örneği veriliyor ve bunun ötesinde müvekkile dair, yasada tarif edildiği haliyle hazır bulunduğu veya bulunma hakkının olduğu soruşturma, kovuşturma evrakları verilmiyor. Burada bile eksik bir kullanım söz konusu. Zaman zaman dosyaya ilişkin bir kısıtlama getirilmesi, makul, anlaşılır bir gerekçeye dayanabilir. Bu da bütün soruşturma belgelerinin bizden gizlenmesi hem yasaya aykırı hem de silahların eşitliği ilkesine aykırıdır. Tabii bu durum genel olarak Türkiye’deki yargının yaklaşımı ile ilgili bir sorun. Bir akut sorun değil, kronik bir sorun haline gelmiş durumda. Yargı savunmayı tümden adliye dışına çıkarma gibi bir yaklaşım içinde. Dosyayı avukattan, şüpheliden gizli tutarak bir yargılama hevesi, niyeti peşinde. Ama bu uygulamadan hiçbir şekilde adil bir sonuç çıkmaz. Hem Anayasa hem de avukatlık yasası avukatları ve baroyu savunmanın üçüncü ayağı olarak tarif eder. Biz adliyede yoksak adalet de olmaz. Biz bir soruşturmanın içinde eşit bir şekilde yoksak o soruşturmadan doğru şeyler çıkma ihtimali çok az. Çıksa bile hakka ve hakkaniyete ve hukuka uygun olmaz.