Önceki gün televizyonlardaki ana haber bültenlerine düşen bir habere takıldım. Çinden ithal edilen ve çok ucuz fiatlarla piyasada satılan ayakkabıların 33 bininin imalatında kimyasal içeren zehirli maddeler kullanıldığı tespiti nedeniyle ithalatı yasaklanmış.
Buna rağmen o “zehir içeren ayakkabılar” kaçak yollardan piyasaya sürülmüş. Hemen ardından muhabirin mikrfon tuttuğu vatandaş; “Ne yapalım zehirli de olsa alacağız. Başka çare yok. Altmış liralık ayakkabıyı alamam, gücüm yok! Bu, onbeş lira, alıp giyeceğim, mecburum. Yalınayak mı dolaşayım!”.
Yoksulluğun kaba hâli!
Haberi izlerken son on yılın “iki ayakkabı vakasını” ister istemez düşünedurdum.
Biri yakın günlerden! Ermenek’te evin geçimini, yaşlı ana babasının maişetini sağlamakla yükümlü evin oğlunun yer altı sularıyla dolan kömür ocağının dibine gömülü bedeni için “Oğlum yüzme de bilmezdi ki” diyen ananın kocası Recep Amcanın lastik pabucu!
Oğlunun cenaze töreninde yoksulluğun olanca halinin, görüntüsüne yansıdığı fukara madenci babası Recep’in ucu delik, yanı patlak lastik ayakkabısı günlerce basının gündeminden düşmedi.
Sonra yedibuçuk liraya yenisini alıp yollamış müftülük. Madenci babası Recep “Şimdi ne yapayım! Alsam olmaz, almasam hiç olmaz. Çaresizlik yani”
Ve yedi yıl önceki bir başka ayakkabı(lı) hikâyesi.
Adı Hrant Dink.
1915 Soykırımından sonra geride az da olsa kalanların ülkenin sicilinden her gün azalarak düşürüldüğü Ermeniler’den biri.
“Güvercin tedirginliği” kelamı vurgusunu, katledilip öte yakaya göçtükten sonra geride yadigâr bırakan bir güzel adam.
Ölümü milat olan bir adam…”Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant’ız…” sloganını ben gittim, sözüm kalsın ardımda, dercesine geride bırakan adam…
Öylecene, kış ortası, Ocak ayı sonunda 2007’de Şişli’de Halaskargazi caddesinde adı Sebat olan apartmanın önünde yüzükoyun yerde yatıyor. Kurşunlanmış cesedi, yerde. Üzerine örtülmüş koca bir kâğıt parçası, ayakkabısının tabanı gökyüzüne bakıyor. Dibi delik bir kışlık ayakkabı…Üç örnek sözün tükendiğinin, görüntünün hükmünün sözü tüketmeye amade olduğunun hâli pür melalidir. Bu ülkede yaşanan bütün mesele aslında üzerinde kaba bir büyük örtü gibi duran “Sınıf Meselesidir”.
Bütün yaşananlar Yoksulluk Hâllerinin çıplak dışavurumudur.
Kürdün de, Ermeninin de, Yoksul Türk Anadolu fukarasının da çektiği onca eza, cefa muktedirlerin sınıfsal ihtiraslarının, açgözlülüğünün, zalimliliğinin çıplak halidir.
Yaşar Kemal Üstadın iki kelimeyle özetleyerek tarihe yazdığı ve muktedirin alnına bir tokat gibi çarpıp kazıdığı “Zulmün Artsın”ın halidir. Zulmün Artsın ey müktedir. Zulmün artsın ki evet zeval bulasın…
Bu ülkede ne zaman ki topuğundan, ayakkabısından vurulan, darbelenen adalet tecelli eder. İşte o zaman hak yerini bulur.