Günlerin ve gündemin sıkıcılığından mı, yazıların mistik ve romantik havasından ya da edebi dozajının yüksek oluşundan mıdır nedir, hikmetini anlayamadığım bir şekilde Halil Cibran’ın kitaplarına sarılmış durumdayım.
İyi ki de okumaya başlamışım. Günün boğucu siyasi atmosferinin dışına çıkmak isteyenlere, “sevginin harman yerine adım” atıp “sevginin vecdini duymak” arzusu taşıyanlara Cibran’ın yazılarının ilaç gibi geleceğinden kuşkunuz olmasın. İnsan okudukça okumanın hazzına varıyor. Sanki sözcük avcısı, sözcüklere derin anlamlar yükleyerek yazıyor; yanık ve içten bir seslenişi var. Dostoyevski gibi insan ruhunun derinliklerinde kopan fırtınaları anlatıyor. İsyan etmeden ama, bir ermiş gibi tevekküle acı ve sevincin diyalektiğini sunuyor. Hayatın kardeşleri aşk, güzellik, sevgi, haz, sevinç, ayrılık, özlem, yalnızlık, özgürlük, kötülük, tutsaklık, ölüm en çok işlediği konular. Şiir ve yazılarındaki sözcükler kafes kapısı açıldığında birer kuş misali kanat çırpıp yerlerini alıyor, ne bir eksik ne bir fazla. Harfleri sayfalara kendi çizimleriyle birlikte oya gibi işliyor. İçine kapanık biri olarak mürekkeple değil, yüreğinin kanıyla yazıyor, sanki her dizesi, her cümlesi birer özdeyiş/aforizma.
Halil Cibran’ın yaşamı “coğrafya kaderdir” deyişini doğrularcasına Ortadoğu coğrafyasında yaşayan insanların yaşamlarından çok farklı değil, aynı kaderi paylaşıyor. Yoksulluk, hırsızlık, savaş, göç, acı, gözyaşı, aşk, ayrılık, mekânsızlık, ölüm hayatının birer parçası. Olumsuzluklara rağmen umudunu yitirmez; gökyüzüne bakıp güneşi yüreğine doldurmaya çalışır, zâhidce dağlara tırmanır çiçeklerin kokusunu ciğerlerine çeker, fırtınaların sesini dinler denizin maviliğinde düşlere dalar. Sakin, mütevazı ve kalabalıktan kaçan ruh haliyle bir ermiş gibi yaşamı sorgular. “Cehaletimin sebebini bilseydim, âlim olurdum,” der ve ardından; “biliyorum ki kuş tüyünde uyuyanların düşleri toprak üstünde uyuyanlardan daha güzel değil” diye ekler. Kendi iç dünyasında aşkının yağında kavrulurken terazinin hep doğru tartmasını ve adaleti düşler. Yargısına göre; “Kaynağı adalet olan bir dünya, kaynağı merhamet olan bir dünyadan daha büyüktür.” Ayrıca; “Rüyasında mağduriyetiyle savaşan, uyanıkken kusurlu olana boyun eğen”lere sitem eder. Ve: “Çiçekler özgürlük ortamında nefeslerinin kokusunu yayar” diyerek bir hatırlatmada bulunur.
Kitaplarında yer alan yazılar çok etkileyici, hayatın çilesinden süzülen billurlaşmış damlalar gibi berrak, anlamlı ve güzel. İranlı şair Füruğ Ferruhzad’ın “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla” dizelerinde anlatılmak isteneni çok önceden yazarak tarihi bir yolculuğa çıkan yolcuya seslenişini örnek verebilirim:
“Dostum, güneşe bak, toprağa bak, suya bak, buluta bak; fakat arkana bakma. Kimin geldiği önemli değil, kimin gelmediği de. Unutma, yolcu değişir, yol değişir, ama menzil değişmez. Yolcuya bakıp, yolunu tanıma. Yola bak, yolcuyu tanı, yolcu hakkındaki kıymet hükmünü ona göre ver.”
“Vahim olan, yolun yolcusuz olması değil; asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır; yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai, seyyal.”
“Yol boyunca; yola çıkıp da yürümeyenleri, yola oturup, gelen-geçenin ayağına çelme takanları, yolda metafizik uyuşturucularla keyif çatanları, tel örgülerle çevirdiği yolu kendisine zindan edip volta atanları, maratona 100 metre koşucusu gibi hızlı gidip, 50. metrede yola yatanları, yürüyüşün uzun ve yolun zahmetli olduğunu görünce, yolculuk üzerine zor atanları, yürümeyi bırakıp, yol-yolcu ve menzil üzerine kalem oynatanları, ayağına batan tek bir dikenin faturasını çıkarıp, ömür boyu tafra satanları, beyaz atlı kurtarıcıyı gözlemek için ufka bakıp bakıp dağıtanları, yanlış kılavuzlara kızıp yolu satanları göreceksin. Aldırma, yürü. Göğsüne yüreğinden başka muska takma.” (Aforizmalar, Maviçatı Yayınları, 2017, s.199-201.)
Halil Cibran işte böyle sesleniyor.
Bu sese kulak vermeliyiz, çünkü arzu hayatın, kayıtsızlık ölümün belirtisidir.