Toprağı işletip zamanı geldiğinde biçtiğimiz ekinlerin toprakta kalan kök ve saplarına anız denir.
Yaz aylarının gelmesi, ekinlerin biçmesi ve sonrası anız yakma başlı başına bir sakınca, kanunen yasak ve dinen günah sayılan bir davranıştır.
İşin hukuksal boyutunu değil de dini boyutuna baktığımızda Allah’ın verdiği canı Allah dışında hiç kimse yakamayacağı gerçeğidir.
Ekip biçtiğimiz tarlalarda bizim hakkımız olduğu gibi o tarlada yaşayan nice canlılarında hakkı vardır.
Çıkarımızı düşünerek diğer canlıların hakkına tecavüz etme veya onları yakma hakkına sahip değiliz.
Bazı insafsızların ekim biçme olayından, samanını topladıktan hemen sonra anız yakması vicdani ve insani değildir.
Anızın yakılması, bölgede yaşayan birçok fakirin gelir kaynağı olan hayvanların aç veya yem gideri ödemesi zorunda kalmasına sebep olmaktadır. Buda hayvansal gıda ihtiyacının karşılanmamasına, ithalata ve pahalılığa sebep olmaktadır.
Önceki yıllarda tarlalar biçildikten sonra elde edilen mahsulün zekatı verilir, anızı yakılmaz, hayvanlarını otlamasına ve hatta nadasa bırakılardı.
Belki daha az mahsul kendisine kalırdı ancak bereket hâsıl olur, tarlası veya ekini olmayanlar hayvanlarının kışlık samanlarını nadasta toplar, zengin ve fakir arasında muhabbet bağı da güçlenirdi.
Köylerde sürüler halinde büyük ve küçükbaş hayvanlar olur, kaz, ördek, hindi, tavuk… Sesleri, cıvıltısı, her şey doğal ve organikti.
O dönemlerde bencillik az, cömertlik çok, bolluk ve bereket vardı.
Teknoloji geliştikçe, ihtiyaçlar da artmış bu da daha fazla kazanma ve benciliği de beraberinde getirmişti.
Önce nadas terk edilmiş, sonra samanını kendisi toplamış ve şimdide anız yakmaya başlanmıştır.
Allah bunca nimet ve ektiğinin karşılığını vermiş, mahsulünü, samanını köküne kadar almışsın, nimetin şükrü için zekâtını ver, anızını bırak fakirin de hayvanı yemlensin, orada yaşayan haşere ve canlılarda yaşamını sürdürsün.
İbni Mes’ud (ra) şöyle dedi;
Bir seferinde Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in mahiyetinde bulunuyorduk. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem abdest bozmak için yanımızdan uzaklaştı. Bu sırada biz iki yavrusu küçük bir kaya kuşu gördük, yavruları aldık. Kuş cağız yavruları kurtarmak için çırpınmaya başladı. Tam bu sırada Nebi sallallahu aleyhi ve sellam geldi ve:
-“Bu kuşu yavrularını almak suretiyle kim tedirgin etti? Verin onun yavrularını!” dedi.
Bir kere de yaktığımız karınca yuvasını gördü ve:
-“Karıncaları kim yaktı?” diye sordu.
-Biz, dedik.
-“Gerçek şu ki, ateşle azap etmek, ateşin yaratıcısından başka hiç kimse için uygun ve meşru değildir.” Buyurdu. (Ebu Davud)
Tedirgin olan kuşun yavrusunu verilmesini emreden dinimiz, binlerce kuşu yavruları ve yuvaları ile yakmaya nasıl cevaz verir.
İşin ehline sorulduğunda anız yakmanın uzun vadede “çiftçiye zarar verdiğini”, yakma neticesinde “yararlı birçok hayvanın telef olduğunu”, etrafa yaydığı duman ile “çevre kirliliğine sebep olduğunu” belirtiyorlar.
Asrımızda imkanlar çoğalmış, yaşam kalitesi artmış ancak insani ve İslami değerlerin yerine bencillik, yardımlaşma ve dayanışma yerini “ben tok olayım gerisi beni ilgilendirmez”, aç gözlülük ve daha fazla kazanma hırsı yer almıştır.
Cömertlik bir erdemliktir, bizde erdemli kişilerden olmak istiyorsak anızımızı yakmayalım. Allah’ın mahlûkatlarına karşı cömert olalım.
Bencillik kötü bir ahlaktır, bizde kişisel çıkarımız için anız yakarak, bizim dışımızdaki canlıları yakma veya onlayın yaşam alanlarını yok edere bencilliğimizi ortaya koymayalım. Allah’ın verdiği nimeti biz de onun rızası doğrultusunda istifade edelim.
Allah’ın nimetlerini helal dairesinde kazanmaya çalışalım.
Fazla kazanma hırsı gözümüzü kör vicdanımızı karartmasın.
Merhamet etmesini bilelim ki Allahtan merhamet isteme yüzümüz olsun.
Anız yakmayalım ki hem kendimiz hem bizim dışındakiler de faydalansın ve gelecek nesillerimize verimli topraklar bırakalım.
Selam ve dua ile