Diyarbakırlı Gazeteci ve Yazar, Mıgırdiç Margosyan çocukluk anılarını anlatırken, mahallelerinin bitişiğindeki Yahudi Mahallesine dair, anılarına da yer vermiştir.
Margosyan “Gâvur Mahallesi” olarak adlandırılan (Hançepek) mahallelerinden, çocukların evlerinin kapısından uzaklara gitmemeleri için, Hıristiyan Annelerinin ”Yahudi mahallesine gitmeyin, onların iğneli fıçıları var, çocukları yakalayıp, iğneli fıçılara atıp sallıyorlar, böylece öldürdükleri çocukların kanlarını içiyorlar” dediklerini ifade etmiştir.
Yahudilerin İsrail’e göçleri nedeniyle, 1950’li yıllardan sonra, Yahudi Mahallesi (Arap Şeyh Mahallesi)’nde Yahudi vatandaş kalmamıştır.
On ikinci yüzyılda, Batı Avrupa’da Yahudiler için uydurulan iğneli fıçı hikâyesini, Hıristiyan Diyarbakırlı Annelerden sonra, altmışlı yıllarda da Müslüman Diyarbakırlı Anneler, çocuklarının kapılarından ayrılmamaları için, Hıristiyan mahallelerine gitmemelerini tembihlerken kullanırlardı.
Asırlarca, dinsel ve ırksal farklılıkları, birbirleri hakkında uydurdukları otantik hikâyelere rağmen, farklı ırk ve inançtaki; çocuklar birbirleri ile oynar, gençler birbirlerine âşık olur(Suza/Suzi ile Adil’in hikayesi gibi), yetişkinler birbirleri ile ticaret, kadınlar birbirleri ile komşuluk yaparlardı.
İğneli fıçı tarzı hikâyeler, annelerin çocuklarına duydukları sevgi ve bağlılıkları dolayısı ile korumacı dürtülerinden kaynaklı olarak kullanılmıştır.
Ana bir evin temel direğidir.
O direk ne kadar sağlam ise o evdeki aile de o oranda güçlü ve güzel bir geleceğe kavuşur.
“Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” atasözünü açarsak, her başarılı evladın arkasında da bir ana olduğunu görmek mümkündür.
Teşbihte hata olmaz deyip, toplumun en küçük birimi ailelerden oluşan, bir ülkenin ana yasaları da ne kadar güçlü ise, ülke de o oranda güçlüdür denilebilir!
Anayasalarından güç alıp güçlenen birkaç örnek ülkeyi, anayasalarının kabul tarihi ile ifade edersek; ABD(1789), Hollanda(1815), Belçika(1831), Avusturya(1920), İngiltere (Anayasası yok, temel kanunlarla idare edilir) şeklindedir.
Bir de anayasaları ile barışık olmayan ülkemizin durumuna bakalım.
1921 anayasasını 1924 anayasası, 1924 Anayasasını 1961 Anayasası, 1961 Anayasasını da 1982 Anayasası yürürlükten kaldırmıştır.
2017 yılında yapılan anayasa değişikliği ile de, benzeri hiçbir ülkede olmayan ucube bir başkanlık sistemi getirilerek, 1982 Anayasası şeklen olmasa da, fiilen tarihe gömülmüştür.
Yüzyılını tamamlayan Cumhuriyetimizde, yasalarımız anasız kaldığı için, bu günlerde, Meclis Başkanımızın moderatörlüğünde, yeni bir anayasa yapımı için yola çıkılmış durumdadır.
Savaş ortamında ve yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet doğuran, kapsayıcı ve kucaklayıcı özellikteki, 1921 Anayasası gücünde bir anayasa yapılabilecekse yolunuz açı olsun.
Ama eğer ülkesinin vatandaşı için; aleni olarak “kılıç artığı” ifadesini kullanan siyasi parti lideri, ya da Kur’an-ın “Allah ile kul arasına girmeyin (Müdessir-11)” ikazına rağmen, İzmir-İstanbul gibi illerimizde, açıkça ve özellikle kadınları hedef alarak, ”Cehenneme gideceksiniz” sözleri ile kendilerini, hâşâ Ahret gününün sahibi gibi gören ve insanları taciz eden, iktidar destekli insanların mantığı ile bir anayasa yapılması düşünülüyorsa, zahmet etmeyin!
Çünkü geçmiş zamanlarda, yapılan anayasaların dikiş tutmamasının temel nedenleri arasında; Komünistler Moskova’ya, başörtülüler Arabistan’a, kuyruklu Kürtler Kürdistan’a gibi ötekileştirici söylem ve siyasetlerin önemli bir yeri vardır.
Yaşantımızı ve ülkemizin geleceğini ilgilendirdiğini düşündüğüm diğer bir ana konu, eğitimdeki müfredat değişikliğine ilişkin, bir hafta gibi bir süre aceleciğiyle, yapılması gayretinde olunan değişikliklerdir.
Çünkü “eğitim müfredatı”, eğitim ve öğretim programı için; eğitimin nasıl planlanacağı, hangi konuların, hangi sıra ve önemde öğretileceği, çocuklarımızın gelecekte nasıl birer insan olacağı konusunda, öğretmenlerin ana rehberi ve yol göstericisidir.
İnsanımız ve yaşantımızı yeniden şekillendirmek ile ilgili, Anayasamız ve ana eğitim rehberimizle ilgili bu gelişmeler yaşanırken; ithalatında rekora gittiğimiz, vasıfsız insan gücü (mülteci kabulü) ve batılı ülkelere kaptırarak kayıplarını yaşadığımız, yetişmiş insan gücümüzün ihracatı konularında, ısrarcı olunmasının geri planında, toplumumuzu değiştirip dönüştürmek düşüncesi olup olmadığı konusundan da emin değilim!
Küresel dünyaya ayak uydurmaya çalışan Türkiye toplumunun, artık, ötekileştirici siyaset ve uygulamaları kaldıramadığı, insanların ırkında, inancında, siyasetinde, iğneli fıçı arama devrinin geçtiği açıktır.
Önümüzde iki yol var; yaşamımızı ilgilendiren ana konularda, ya ana şefkati ile her kesimden insanları kucaklayıcı değişiklikler yapacak ve mutlu olacağız, ya da ceberut bir sistemde, birilerinin kölesi olacak ve hep beraber batacağız!
Siyaset ve eğitim camiasındaki uzmanlarımız ve sorumlularımızdan, umudumuz ve beklentimizdir!
Lütfen ana(Anayasamız ve eğitim müfredatı)’larımıza ve istikbalimize sahip çıkınız.