Ali Ekber PEKŞEN
“İnsanoğlu nisyan ile maluldür.” derler. Belki de insanlık tarihiyle yaşıt bir sözdür. İnsanın unutma özelliğini vurgulamasının yanında, unutulmaması gereken olayların hatırlanması için de kullanılır. İnsan; öğrenir, unutur, yeniden öğrenir. Unutulma olmazsa, hafızada yeni bilgiler depolayacak alan kalmayacağını söyleyenler de vardır.
İnsanın düşüncelerini, duygularını, hareketlerini kontrol eden merkez beyindir. Nörologlar, beynin yeni öğrenmeler için, öncekileri ötelediğini belirtirler. Yani bir anlamda eski öğrenilenleri unuttuğunu, yeni öğrenmeler için hafızada yer açtığını belirtirler.
İnsan duyu organları aracılığıyla çevresinden ve olan bitenlerden haberdar olur. İnsanın öğrenmeleri, bir anlamda duyu organları aracılığıyla alınan uyarıcıların, sembollere, simgelere dönüştürülmesi ve anlamlandırılarak hafızada kaydedilmesidir. Uyaranlardan alınan uyarıcılar, önceki öğrenilenlerle, mevcut birikimlerle karşılaştırılır. Önemine ve gerekliliğine göre kodlanır. İşe yarayacağına karar verilenler, yeni kodlarla kaydedilir. Bütün bu işlemlerin yapıldığı merkez beyindir. Zihin ya da beyin, uyarıcılardan gelen mesajları alır, test eder, yeni kodlarla hafızaya işler.
Hafızaya kaydedilen bilgilerle, insan çevrede olan bitenleri sorgular. Yeni bir çevre ya da ortama katıldığında uyum için gözlemler yapar. Gözlem, insanın geleceğini planlaması ve gelecekte yapılacaklarla ilgi bilgileri tanzim etmesinin ilk adımıdır. Bu ilk adım, bulunulan ortamın tanınmasına ilişkin bilgilerin ve özgün durumların algılanmasıdır. Gözlem sürecindeki algılar, mevcut bilgilerle test edilir ve karşılaştırılır. Karşılaştırmalar sonucu bir kanaate ulaşılır.
Hatırlamak ve unutmak arasında diyalektik bir ilişki mevcuttur. Bu yüzden, insanın beyninin gerçekleştirdiği her eylem, çevresiyle kurduğu ilişkileri etkiler ve çevrede olan bitenlerden etkilenir. Bireyin faaliyetlerini etkileyen faktörler; ekolojik olaylar, doğa olayları, siyasi gelişmeler, ekonomik, kültürel, sportif faaliyetler, …, gibi hayatı etkileyen tüm yaşantılardır.
Hayatı etkileyen tüm faaliyetlerden oluşan ya da oluşturulan değerler, toplumsal hafızayı oluşturur. İnsan sağlam temelleri olan değerleri ve ilkeleri esas alan ilişkiler üzerine bina edilen yaşanmışlıklarla hayata anlam katar. Bu ilişkiler, aile ile başlayıp, yakın çevre, arkadaş ilişkileri, okul hayatı, çalışma hayatı gibi birlikteliklerle kalıcılaşır. Ekiple çalışılarak daha dinamik bir sürecin bileşini olarak hayata katılır. Alışkanlıklar edinir.
Alışkanlıklar; an olarak tanımlanan süre zarfındakiler dâhil, tüm yaşantılar, deneyimler, insan ilişkileri, çevre ilişkileri şeklinde somutlaşan bir sürecin sonucunda oluşur. Bu süreç zarfında birey, tüm yaşananları, adeta bir halata düğüm atar gibi ilmik ilmik işleyerek hafızaya kaydeder. Kabul düzeyinin yüksek olduğuna kanaat getirdiklerini kalıcılaştırır. Bu kayıtlarla toplumsal hayata katkı sunar. Hayata anlam katan alışkanlıklar ya da kazanımlar, değerler olarak kabul görür.
İnsanın tüm faaliyetlerinin özü, bir anlamda yaşadığı her dönemi, tanımlama çabasıdır. Geçmişte yaşanan acıların ve trajedilerin yarattığı hasarların silinmesi, unutulması istenir. Bazı kayıtların değiştirilmesi ve yeniden düzenlenmesi düşünülür. Hatırlanması istenenler, tekrar etmek üzere programlanır ve tekrar edilir.
Toplumsal hafızanın oluşumunda belirleyici olan ise, devlet eliyle yürütülen faaliyetlerdir. Özellikle eğitim sistemi aracılığıyla yapılanlar, toplumsal hafızanın oluşumunda en anlamlı etkiye sahiptir. Toplumsal hafızada kayıtlı olması istenmeyen durumların, unutturulması için yürütülen faaliyetler de, devlet kurumları aracılığıyla yapılır. Emir komutayla hareket eden hafızalardır istenen. Emir geldiğinde hazır ola geçmek ya da aynı şarkıyı söylemek gibi.
Demokrasileri hukuk değerleriyle buluşamamış merkezi yönetsel yapıların istediği hafıza; etnik köken temelli ve dini inanç bazlı milli devlet anlayışının ürünüdür. Bir ülkede ,siyasal sistem insan merkezli işlemediğinde; eğitim, hukuk, sağlık, güvenlik, ulaşım, barınma sorunları yaşanır, insan hakları sorunsalığı devam eder, ekonominin işleyişi güçlüden yana olur, gündemi güvenlikçi politikalar belirler. Güvenlik politikalarının belirlediği devlet zihniyeti de, duygulara hitap eden ve hamaseti ön plana çıkaran bir dille iletişimini sürdürür. Eğitim sisteminin işleyişi, bu anlayışa göre düzenlenir. “Sahip olduğumuz …… füzeleriyle, ……. tanklarıyla, güvenliğimizi sağlayacağız. Sınırlarımızı korumak, bizi tehdit eden unsurları bertaraf etmek için, gerekirse, başkaca ülkelerin sınırlarını ihlâl, topraklarını işgal bile edebiliriz…” gibi.
Eğitim sisteminin ezberci anlayışla ve sınav merkezli düzenlenmiş olması bu hafızanın oluşumunun ana eksenini temsil eder. Eğitim kurumları bu cendereden kurtulmadığı sürece, bu anlayışa son verecek zihin haritalarının oluşturulması neredeyse imkânsızdır. Eğitim sisteminin acilen yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç vardır. Önceliğimiz; temel eğitimden başlayarak, insanın merkeze alındığı ve her bireyin farklı bir değer olduğu düşüncesini hayata geçirmek olmalıdır. Özellikle, insan haklarına saygının merkeze alındığı müfredatlar oluşturulmalı, eğitimin tüm kademelerinde, iyi bir fen ve matematik eğitiminin verilmesine yönelik çalışmalarla işe başlanmalıdır. Matematik, fizik, kimya, biyoloji, olasılık, istatistik bilmeden karmaşık sistemleri çözümleyebilmek imkânsızdır.
Ayrıca, bugün insanlığın önünde duran ve hayatı tehdit eden popülist siyasetin belirlediği sorunların üstesinden gelebilmek, geçmiş yaşantıları analiz edebilmek için tarih bilmek gerekir. Aksi halde, unutkan insanlara dönüşürüz. Hiçbir canlılık göstermeden, istenildiği şekilde hareket eden ve duran nesneler gibi ya da görkemli bir ceviz ağacının, ihtişamlı bir salonda sergilenen mobilyaya dönüşmesi gibi.