Naci Sapan’ın kaleminden Pazar’a dair bir yazı
Pazar gününe ait iki alternatifimiz vardı. Ya evde pinekleyip televizyon izleyecektik ya da kendimizi sokağa atıp aidiyetimize ait nostaljik bir tur yapacaktık. Fikret Çelebi ile Cumartesi akşamı iki duble rakı içerken çocukluk yıllarımızı, doğup büyüdüğümüz hasırlı mahallesini konuşurken kararımızı veriyoruz; kendimizi sabahın köründe sokağa atacağız.
İki kişi ile olmasın bir partner daha olsun diye aklımdan geçiriyorum, çocukluk arkadaşım kardeş gibi büyüdüğümüz Araphan Parıltıyı da arıyorum; ‘Sabaha hazır ol, mahallemizde bir tur yapalım, aidiyetimize nostalji yapalım’ diyorum. ‘Tamam’ diyor sevgili Araphan.
Ben, Fikret, Araphan ve Fikret’in sevimli küçük oğlu Bawer’le buluşuyoruz.
Neden bu 3 kişi?
Çünkü üçümüzde aynı mahallede birbirine yakın evlerde doğmuşuz. Ortak anılarımız var, birlikte büyütmüşüz anılarımızı hafızalarımızın derinliklerinde. Geriye dönüş yaptığımızda unuttuklarımızı birbirimize hatırlatacak ortak yanlarımız var. Ermeni, Süryani, Yahudi komşularımızı hatırlayıp, onları yad etme ihtimallerini düşünüyorum. Fikret ve Araphan’ın hatırlama biçimleri daha baskın bana göre. Zaten çok şeyi onlar hatırlatıp anlatınca dahil oluyorum nostaljik buluşmalara.
Arabamızı Saray kapının girişinde park edip dalıyoruz Pazarın Kurulu olduğu alandan doğup büyüdüğümüz hasırlı mahallesine. Süleyman Nazif İlk Öğretim Okulu ile başlıyor anılarımız tazelenmeye. Günün büyük bölümünde top oynadığımız o zamanlar bize çok çok büyük görünen, dün küçüklüğü konusunda hayretler içinde kaldığımız uzun sokağın başında duruyoruz.
Geneleve yolcu taşıyan Faytonları çeken atların ayak sesleri çınlıyor kulaklarımda. Üçümüzde Faytoncuların sağa sola savurduğu kırbaç darbelerinden nasibini alanlardanız. Şimdi genelevi de yok faytonu da faytoncusu da Hasırlı mahallesinin.
Sokaklar ıssız ve sessiz, sadece bizi ağırlıyor. Hasret gideriyorlar gibi bir duruşu var bizi büyüten hayata hazırlayan sokakların.
Pencerelerinden bizi izleyenler var mı yok mu bilemiyoruz. O an eski alışkanlıklarımızın devreye girdiğini hissediyorum. Kafalarımızı kaldırıp pencerelere bakmanın ayıp sayıldığı aidiyetimizle buluştuğumuzu anlıyorum. Bizi izleyen varsa ki, büyük ihtimalle vardır. ‘Sabahın köründe bu ahmakların ne işi var buralarda’ diye düşündüklerini de seziyorum. Hak veriyorum, nereden bilsinler buraların 50 yıl önce bizi büyüten sokaklar olduğunu.
Üçümüzde de çocuk sevinci var adeta. Araphan, ‘Bütün komşuların yüzleri gözlerimin önünde adeta canlı gibi duruyor’ diye iç geçiriyor. Onun doğduğu, benim ise büyüdüğüm evin önünde duruyoruz. Tabi ki ev o ev değil artık. 3 katlı binaya terk etmiş yerini. Bize ait tek görüntü, kiler olarak kullandığımız yıkık bölüm. Belki onu da bir daha göremeyiz diyerek önünde hatıra fotoğrafı çektiriyoruz Bawer’e.
Çocukluk arkadaşımız Adnan’ın evinin önünden geçiyoruz. Veli Varlı amcayı yâd ediyoruz evinin önünden geçerken. Sonraki sokak küçe çıkmaz. Fikretlerin evinin bulunduğu sokak. Ermeni, Süryani komşularımızın yaşadığı sokak. Onları da yâd ediyoruz. Kaportacı Zeki abiyi, Sait abiyi, Julyet’i, Adnan’ı, hanna amcayı. O an bize sundukları paskalya çöreklerinin tadını hissediyorum damağımda. Çocukluğumuzun sokağı çok büyüktü, genişti, şimdi küçülmüş yeni yapılar yüzünden. Fikret, Jülyet’e âşık olduğunu itiraf ediyor!
Gülüşüyoruz.
Anıları tazelemenin tazelemekten öte bir faydası yok. Yönümüzü Hançepek istikametine çeviriyoruz. Genelev patronu Fahriye hanımın evinin önünden geçiyoruz. (Ne güzel komşumuzdun sen fahriye abla) ..
Ahmed Arif sokağına dalıyoruz, Asaf hocanın evinin önünden geçerken onu da yâd ediyoruz.(Abdülkadir Nur Gördük’ün babası) Daha bir tarih kokuyor bu sokaklar.
Kurşunlu caminin önünden Yoğurt pazarına. Son durağımız Kahvaltıcı Mustafa. Turumuzu anlatıyoruz, kıskanıyor Mustafa, ‘Neden beni de almadınız’ diye sitem ediyor.
Neden anlattım Pazar nostaljisini?
Kente dair bir şeyleri paylaşmak adına anlattım.
Çınar ağacını kesen, Ulu cami’nin önüne ucube yapı yapan zihniyete inat bir anlatım olsun diye yazdım.
Bu kent böyle bir kentti işte.
50 yıl öncesini anlatırken birileri utansın diye yazdım.
Ermenisi, Süryanisi, Müslümanı, Yahudisi, Genelevdeki hayat kadını ile birlikte yaşamasını bilen bir kentin bir mahallesinin anatomisinden ders çıkaranlar olur/olsun diye yazdım.
Kentin hafızasını silmek isteyen zihniyetlere, ‘istediğiniz kadar silmeye çalışın, hala o hafızalar canlı ve tarihe not düşebiliyor’ demek için yazdım.
Sonuç; Şöyle düşündük. Bütün çirkin yapılar yıkılsın, eski yapılar kalsın. Restorasyonlar yapılsın. 5,5 kilometrelik sur içinin tamamı trafiğe kapatılsın. Dünya tarih görsün.