Bugün çocukluğumun yaz aylarının geçtiği Hazar’da bir yürüyüşe çıktım. Serin bir temmuz akşamıydı. Gökyüzünde yıldızlar derin bir ahenkle dalgalanıyor, gece en karanlık giysisiyle kendini gösteriyordu mağrur bir şekilde. Karşımda duran bu manzara bana sanki birden çok ömür yaşamışım gibi hissettiriyor ama daha dün otuz beşime bastım. Otuz beş yaş demek bir o kadar yaz ve Hazar'ı mesken edinmek anlamına geliyor benim için. Çünkü benim düşüncelerimi fistanında büyüten bir ninedir Hazar, yâhut bir damla sudan dünyalar yaratan Tanrı'nın bir lütfu. Çünkü insan çocukluğunu nerede yaşarsa orasıdır evveli ve ahiri. İnsanın kaderi çocukluğunda şekillenir bir bakıma.
Ayağımda kahverengi terliklerim, başım gökyüzüne dönük yürüyordum Hazar’ın bağrında. Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen yine aynı duyguları yaşadım gezerken o dimdik yokuşlarda. Yine aynı serinlikteydi çocukluğumun geçtiği tozlu yokuşlar yine aynı feryat figândı o koca sessizlik. Fakat eski zamanlara kıyasla bir şeyler eksik gibiydi. Herkes sırt çevirmişti buraya büyüdükçe ve yeni yerler gördükçe. Bir ben kalmıştım koca Hazar'ın bağrında bir de avucumda hayal kırıklıklarım. Ruhumun memleketindeydim bir bakıma. Kendilerine göre daha iyi yerleri gördükçe oralara gitmişti herkes güzelliğin maddi yanına bağlı kalarak. Sonuçta insanoğlu hep daha iyisini ister ve yeri gelir çocukluğuna bile sırt çevirir. Ama ben hep onlara benzememeye çalıştım. Modern çağın açtığı yoldan ilerlemektense hep prensiplerimin götürdüğü yöne gittim. Geleneklerine ve anılarına bağlı bir yenilikçi olmaya çalıştım her zaman. Buraya beni bağlayan bir şey vardı. Buraya vefa borcum vardı. Gökte sallanan şu kavak ağacına, şu dimdik yokuşa, bisiklet sürdüğüm şu taşlı dağ yoluna... Tüm bunlar çocukluğuma şahit olmuştu ve gittikçe kararan şu Dünya’da sadece onlar renkli kalmıştı benim için. Çünkü kendi bahçesini sularken başkasının çölünü görmeyen insanlar, yeterince karartmıştı Dünya'yı. Bana ise geriye anılarım kalmıştı renkli olan. Bunları düşündüğüm sırada çocukken her gece oturup sohbet ettiğimiz taşın üstüne oturdum. Gözümün önünde vuku buldu o yaşadığımız anlar. Yine aynı rahatlıktaydı o koca taş. Pamuk bir koltuktan bile daha rahattı benim için. Bu taşın üstünde otururken gökyüzüne bakıp hayal kurardık geceleri. Hepimizin her gece selam verdiğimiz birer yıldızı vardı gökyüzünde. Elimi kaldırıp yine selam verdim yıldızıma. Yine aynı yerindeydi benim gibi. Ama bu sefer tek başımaydım. Çünkü diğerleri, büyüdükçe gezegen sahibi olmak isteğiyle uğraşırken yıldızını kaybetmişti. Benim yıldızım ise yirmi beş yıldır beni takip ediyordu. Çünkü o yıldız benim içimdeydi. Benliğimin gökyüzündeydi o yıldız.
Herkesin bir yıldızı vardır ve önemli olan onu koruyabilmektir. Yoksa bir gün yıldızınız kaybolur ve paramparça olur benliğiniz. Geleceğin rehavetine kapılıp anılarına sırt çeviren yıldızını kaybeder. Ve yıldızsız bir gökyüzü, ölü bir bedene hapsolmaktan farksızdır.
Hazar Gölü/2018
Zeynel Hebun Güler