Tüyap Kitap Fuarında Ahmet Telli okuyucularıyla söyleşiye başladığında; salonu dolduran hayranları şiirin büyüsüne kapılmaktan kendini alamadı. Şiirini okumadan önce yaptığı konuşmalarla dinleyeni önce geçmişe götürüyor. Ardından okuduğu şiirle adeta büyülüyor. O ortamı ve şairi anlatmak için fazla söze gerek kalmadan, kendisi şiir okur gibi anlatımlarına ve şiirinden bir bölümü paylaşmak istiyorum:
“1967'de ilk kez geldim. Şimdi yıl 2019 Diyarbakır'dayız.
Genel olarak şairlere sorulan bir soru vardır şiir neye yarar? Doğrusu bu soruya karşılık vermek biraz sıkıntılıdır. Söyle düşünüyorum. Eğer yararlı bir şey istiyorsanız kullanım değeri olan bir kalem gibi, yararlı bir gömlek gibi kuşkusuz bu şiir bir şeye yaramaz. Ama gerçekten bir şeyi merak ediyorsanız; işte o vakit şiir size denk düşüyor. Belli ki şiirin ana damarı meraktır. Merak duygunuz hareketlendiğinde de yalnızlığınıza, umutsuzluğunuza barış ve kardeşlik duygunuza, yolculuğunuza bir yoldaş bulmuş olursunuz. Neruda'nın postacısı boşuna söylememiştir. Şiir buna ihtiyaç duyanındır diye. Sizin dışınızda daha doğrusu bizim dışımızda aklınıza ne gelirse anne, baba, okul, sokak, öğretmen, para her şey bizim üzerimizde bir iktidar talebinde bulunmaktadır. Devlet en büyük iktidar talebinde bulunan, talep de etmiyor doğrudan doğruya iktidar oluyor. Bütün bunlar bir iktidar talebi ile var olurken; iki şey bütün iktidarları reddederek var olur. Bunlardan biri aşk biri de şiirdir. Aşkta; eğer koca ben evin erkeğiyim diye iktidarın yolunu açmışsa, bunu kullanıyorsa burada kaybolan aşktır. Abi kendinden küçük kardeş üzerindeki iktidar talebinde bulunursa kaybolan o güzel duygulardır. İşte şiirde tıpkı aşkın ikiz kardeşi olarak iktidar taleplerini reddeden, belki şiir kullanacağımız bir alet değildir ama iktidar taleplerine karşı, hayır diyebilme talebi, bir yol olsa gerek. Böylece hem bir özgürleştirme ve aynı zamanda bir özgürleşme pratiğidir.
Son yıllarda maziye dönüyorum, sık sık düşünüyorum. 1970'li yılları. 1980'li yılları düşünüyorum. Gençliğimin yıllarını. Bu yıllarda belki biraz cahildik; ama arkadaşlık, kardeşlik, yoldaşlık, devrimcilik bunların nasıl bir duygu olduğunu yaşayarak öğreniyorduk. Ben o günlere, birbirimiz için öğrendiğimiz günler diyorum. Birbirimiz için böyle bilmenin, ölümü göze alabilmenin günleriydi.
Birbirimizi öldürmeye ne zaman başladık. Vahim olan budur. O günleri düşünerek, o günlerin arkadaşlık günleri olduğunu düşünerek; okuduklarımı, yazdıklarımı bir kez daha gözden geçirmeye başladım. Çünkü yoldaş olmak; bir mitolojinin istediği biçimde yaşamak gibidir. Arkadaşlık da aşk gibi emek ister. Yayınlayacağım kitabın adını; ‘Arkadaşlık Günleri’ adını koydum.
Büyük aşklar yolculukla başlar.
Ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanın son duyduğu soyları tükenen birere çılgındırlar
Ne bir adresleri vardı yeryüzünde
Ne de aşktan başka sığınakları
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
Nerde birikirlerse ordaydılar
Bir kez bile gecikmediler ölüm kuyruğuna
Neydi onları oradan oraya
Savurup duran şey
Onları daima yalnız kılan neydi?
Yaşam denilen gürültüde
Her dilde bir adları vardı onların
Ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadan
Sarışındılar belki de esmer
Yani birçok yüzün bileşkesi…”