Yürürken adımlarımız şimdi adını taşıyan müze haline getirilen eve doğru götürdü. Avluda otururken serin ve ferah havası beni şiirlerini ilk okuduğum yıllara götürdü. 1975 yıllarıydı. Ankara’da lisede okuyordum. Hasretinden Prangalar Eskittim kitabını elime ilk aldığımda bütün şiirlerini bir solukta okumuştum. Sonra bir daha… Bir daha. Kitaptaki bütün şiirleri ezberlemiştim. MC Hükümetlerinin olduğu o dönemde; okullarda, sağ sol kavgaları sıkça yaşanıyordu. Şiirlerin büyük bir direnç ve moral veriyordu. Damıtılmış acıları, kelimeleri oya gibi işleyerek ruhumuza yedirmiştin. 12 Eylül’ün karanlık yıllarında hafızama yerleşen, direnç aşılayan, umutsuzluğa yer vermeyen mısralarını tekrarlayıp durmuştum.
Birçok insan gibi ben de senin şiirlerinden öğrendim Diyarbekir Kalesini, Muğlalı olayını, Adiloş Bebenin ninnisini. Yıllar sonra, Fırat’ın öte yakasına geçtiğimde; Diyarbekir Kalesinin gizemli ve büyüleyici güzelliği karşısında ‘’vay be!’’ demiştim. Sana ilham kaynağı olan Sur; burçları ve bedenleriyle, bin yıllara meydan okurcasına bütün görkemiyle ayakta duruyordu. Surun sokaklarını gezerken içimden Adiloş bebe ve Diyarbakır Kalesi şiirlerini tekrarlıyordum. Tarihe tanıklık etmiş Sur ’un kolları arasında sanki zaman tüneline girmiş gibi geçmiş zamana doyumsuz bir yolculuk yapmıştım. Sana ilham olan, Sur, u ve kadim halkları barındıran, bazalt taşlarıyla döşeli, labirent gibi sokakları dolaşırken, evlerden gelen çocuk ağlamaları, Adiloş bebeye yazdığın şiirin gözlerimde canlanıyordu.
Ama şimdi; sen aramızdan ayrılıp fani dünyadan terki diyar ettikten sonra, buralarda çok şey değişti. Tarihe meydan okuyan Kale artık yaralı ve hüzünlü. Hevsel bahçelerine, Dicle’ye bakarak; Adiloş bebenin ninnisini söyleyecek kimseler kalmadı. Çünkü sadece o evler ve sokaklar değil, mahallelerle birlikte hatıralar da artık yok. Çocukluğunun geçtiği o sokaklarda çok şeyler yaşandı. Oralar şimdi yıkık ve yasaklı. Enkazları Dicle’nin öte yakasına taşındı. Ağıtını yazdığın, destanını dile getirdiğin insanlar; enkazlarda geçmişlerine ait hatıralarını dahi bulamıyorlar.
Keşke aramızdan erken ayrılmasaydın. Yaşasaydın kim bilir, Sur ‘un destanını mısralarında nasıl dile getirirdin. Kale şimdi yaralı ve öfkeli. Destanını yazacak Ahmet Arif’ini arıyor.