24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya Ukranya savaşının üzerinden neredeyse iki buçuk yıl geçti. Savaşın bu denli uzamasının arkasında bilindiği üzere Avrupa Birliği ile ABD yer almaktadır. Savaşa açık destek veren tek ülke Fransa olmasına rağmen gizli ortaklar el altında hem askeri hem de maddi destek sağlamaktadır. Bu süreç her an büyük bir savaşa evrilme imkânını taşırken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana devam eden İsrail’in Filistin üzerindeki zulmü ve tam bir katliama dönüşen ahlaksız saldırıları bir yılını doldurmak üzere.
Son günlerde bu saldırıların boyutu değişmiş, önce siber saldırılar ile çağrı cihazları ve telsizler patlatılarak Hizbullah’ın askeri kanadına ciddi bir operasyon düzenlendi. Şimdi de İsrail doğrudan Lüban’ı hedef alarak gerilimi bir üst noktaya taşıdı. İsrail'in Lübnan'ı kuzeyden güneye birkaç günde yüzlerce kez vurması, aylardır korkuyla beklenen topyekûn savaş ihtimalini dünyanın bir numaralı gündemi haline getirdi. Lübnan'da can kaybı 600'e yaklaşırken, ABD'nin Orta Doğu'ya ek asker gönderme kararı Dünya genelinde şaşkınlıkla karşılandı. Bu karara Rusya, Türkiye, Çin ve birçok ülkeden arka arkaya tepki açıklamaları geliyor. İsrail’in bu pervasızca davranışlarının arkasında Filistin’e yaptığı soykırıma sessiz kalan İslam Ülkelerinin tutumundan aldığı güç mü var, yoksa “Arzı Mevud”u gerçekleştirme adına atılan ciddi adımlar mı var yakın zamanda bunları da göreceğiz.
Ortadoğu’da Filistin ve Lübnan ile başlayan ve sürekli artan gerilim, küresel ve bölgesel dengeleri sarsmaya devam edecek gibi görünüyor. Bu çatışmaların temelinde tarihsel düşmanlıklar, bölgesel güç mücadelesi ve uluslararası aktörlerin müdahaleleri bulunuyor. Bu durum, bölgeyi yeni bir savaş dalgasına sürüklerken, Müslüman ülkelerin siyasi ve ekonomik istikrarını da tehdit ediyor. Ancak birçok Müslüman ülkenin bu durumdaki tavrı bana dokunmaya yılan bin yıl yaşasından başka bir şey değil.
Filistin’deki çatışmaların yeniden alevlenmesi, özellikle İsrail’in askeri operasyonları ve yerleşim politikaları, bölgede uzun süredir devam eden adaletsizliğin yansıması olduğunu tarafsız olan her ülke bilmektedir. Bu çatışmaların Lübnan’a sıçraması ise Hizbullah’ın devreye girmesiyle birlikte, bölgesel bir savaşa dönüşme riskini arttırdı. Lübnan’ın siyasi istikrarsızlığı ve ekonomik krizleri, bu tür müdahalelere zemin hazırladı. Bu durumun çevre ülkelere de sıçraması kaçınılmaz olacaktır.
Bu çatışmaların global boyutta bir savaşa dönüşme olasılığı mevcut riskleri artırsa da, büyük güçler arasındaki nükleer denge ve ekonomik çıkarlar, savaşı önleyici bir faktör olarak hala karşımıza çıkmaktadır. Ancak, bölgesel güçler arasında artan gerilimler ve vekâlet savaşları, bölgenin kaotik bir çatışma alanına dönüşmesini tetikleyebilir. Rusya, ABD, İran ve Suudi Arabistan gibi aktörlerin bölgedeki çıkar çatışmaları, lokal savaşların küresel çapta bir kriz haline gelmesine yol açabilir. Bu durumdan her zaman karlı çıkan ülke ise her zaman İran olmuştur. İran yüzyıllara dayana derin devlet yönetim anlayışı ve olayları kendi lehine çevirme konusundaki başarısını bu olaylarda da kullanacaktır. Ancak bunun İslam dünyasına bir katkısı olacağını düşünmeyin. Çünkü İran mezhebi bir ülkedir. Kendi çıkarları dışında hiçbir İslam ülkesini çıkarlarını önemsemez.
Bölgedeki savaşlar, ekonomik yaptırımlar, mülteci krizleri ve mezhepsel ayrışmalar gibi sorunları körüklemeye devam edecektir. Özellikle, petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar, ekonomik istikrarı tehdit ederken, savaşın insani maliyeti de ağırlaşmaktadır. Bu yeni saldırıların da yüzbinlerce insanı evlerinden edeceği şimdiden belli olmaya başladı. Ayrıca, hâlihazırda Müslüman ülkeler arasında birliğin kolay kolay sağlanamayacak olması, bölgeyi daha da kırılgan hale getirmeye devam edecektir.
Ortadoğu’da yaşanan bu çatışmaların geleceği belirsiz ve ne yazık ki risklerle dolu. Müslüman ülkeler, bir araya gelerek ortak bir strateji geliştirmediği sürece, bölge barışı sağlanması imkânsız gibi görünmekte. 3. Dünya Savaşı olasılığı şimdilik her ne kadar düşük olsa da, bölgesel bir yangının global etkiler yaratması kaçınılmazdır. İslam Dünyasının, bu süreçte birlik olamadığı, her ülkenin başka büyük güçler tarafından baskı altında tutulduğu düşünülürse yapabilecekleri tek şey uluslararası diplomasiyi etkin kullanarak, barış arayışını sürdürmeleridir.
Ortadoğu’da kalıcı barışın sağlanabilmesi, ancak adil bir çözüm ve bölgesel işbirliği ile mümkün olabilir. Bu nedenle, Müslüman ülkeler arasında diplomatik köprüler kurulması ve bölgenin kendi sorunlarına çözüm üretebilmesi için ortak hareket etmesi, uzun vadeli barış için elzemdir. El elin eşeğini türkü çağırarak ararmış sözünün bu durum için ne kadar yerinde olduğu aşikârdır. Velhasıl bu konudaki çözüm, Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerin birliğinden geçmektedir.