Vicdan ve Adalet nöbetindeki Baydemir gazetemize konuştu:
“Vicdan ve Adalet” nöbetinin 3’üncü gününde gazetemize değerlendirmelerde bulunan HDP sözcüsü Osman Baydemir, Türkiye’nin çeşitli illerinde bir ay sürecek olan nöbetlerin sonunda barış mitingleri, konferanslar, sempozyumlarla adalet arayışının sürdürüleceğini söyledi.
Parkın büyük bir abluka altında olduğuna değinen ve her vekil için bir sandalye, bir battaniye ve bir kaşık verildiğine vurgu yapan Baydemir, “Böyle bir uygulama nerede var, cezaevinde. İşte burası bir cezaevi, burası bir park falan değil. Şuanda burası yarı açık, üstü açık bir cezaevi” diye konuştu.
Halk kendi parkına giremiyor
Parkın ıslak zeminlerinin kapatıldığını belirten Baydemir, “Abdest dahi alamıyoruz. Abdest almak için parkın dışına çıkıyoruz ve parkın dışında bir yerde abdest alıyoruz. Buradaki lavaboların kapıları kilitli. Polisler gelip açıyorlar, kapatıyorlar ama biz bu alandaki ıslak zeminleri kullanamıyoruz. Bu kentin iradesinin yüzde 70’le oy verdiği insanlar bugün burada kendi parkına giremiyor, engelleniyor. Peki, kim tarafından; bu kentin dışından atama yoluyla gelip bu kenti yönetenler. Bu mu sizin demokrasiniz? Bunlarda demokrasinin D’si yok!” şeklinde konuştu.
Sana helal olan bize haram mı?
“ Bağımsızlık referandumunu” saygı ile karşıladıklarını belirten Baydemir, “ Ankara ne yapıyor, habire Güney Kürdistan hükümetini, oradaki siyasetleri, oradaki halkı tehdit ediyor. Peki, senin için hak olan niye Hewler için hak olmasın. Senin için helal olan niye Hewler için haram olsun. Bu muydu kardeşlik? Kendisi için istediğini kardeşi için istemeyen hani mümin değildi, hani bizden değildi! Siz de böyle bir inanışa sahiptiniz, öyleyse bu Kürt düşmanlığı niye? Bunun bir tek açıklaması vardır, kendilerini Kürtlerden, bizlerden daha üstün görüyorlar. Kardeşim, benden üstün değilsin, ben de senden üstün değilim” diye konuştu.
Bir grup Milletvekili ile birlikte ‘Vicdan ve Adalet’ nöbeti tutan HDP’li vekillerin eylemi sürerken, HDP sözcüsü Osman Baydemir, gazetemize konuştu. Legal demokratik mücadele yöntemleri, araçları ve sivil itaatsizlikle adalet arayışlarını sürdüreceklerini belirten Baydemir, Kürt sorununun çözümünün kapsını aralama çabasında olacaklarının altını çizdi.
HDP sözcüsü Osman Baydemir ile yaptığımız özel röportaj, satırbaşlarıyla şöyle:
3 gündür “Vicdan ve Adalet” nöbetindesiniz, nöbet yerinde bir gün nasıl geçiyor?
‘3 gündür, zor ve şiddet araçlarıyla tecrit edilmiş durumdayız’
“Doğrusu ‘Vicdan ve Adalet’ dediğimiz mevzu; insanı insan yapan bütün değerleri bünyesinde barındırıyor. 55 bazen 60 dereceye varan bir sıcağın altında, birden fazla ablukanın içerisinde, seni seçen halkla tecride tutulmak. Halk içeriye alınmıyor, seçmeniniz içeriye alınmıyor. Daha doğrusu bu kentin yüzde 70’inin teveccühünü almış bir siyasi hareket, kendi şehrinde izole ediliyor. Peki, bu izolasyon neyle yapılıyor, neyle sağlanıyor; zor ve şiddet araçlarıyla yapılıyor. 3 gündür, zor ve şiddet araçlarıyla tecrit edilmiş durumdayız. Parkın içerisinde, bizim hareket kabiliyetimizin olduğu alanda bir abluka var; demir bariyerlerle. Parkın duvarları ve onun etrafında da yine demir bariyerler var. Bariyerlerin etrafında kolluk görevlileri var, onların da etrafında zırhlı araçlar var. Bu caddeye gelen ana arterlerde kapatılmış durumda. Örneğin iki yurttaş parkın yanındaki hastaneye giderken hasbel kader bizi gördüğünde el salladığında, bize selam verdiğinde darp ediliyor ve uzaklaştırılıyor. Dün saat 21.00’da ışık söndürme ve ses çıkartma, vicdana ses verme etkinliğinde; civar binalardan destekler verildi, vicdana dair sesler çıktı. Neredeyse o binalar basılıyordu. Bu kadar mı korkulur, bu kadar mı ürkülür? Bu vekiller ne diyor, vicdan diyor. Gizlemiyoruz, vicdan ve adalet diyoruz. Peki, vicdandan ve adaletten bu kadar korkmanızı sağlayan ne?
‘Kürtler ne yapsın?’
Her fırsatta ifade ediyoruz; bize şiddet uygulansa bile biz bu şiddete şiddetle yanıt vermeyeceğiz. Bize kem söz uygulansa bile biz kem söze, kem sözle yanıt vermeyeceğiz. Bütün bunlara rağmen, hangi hakla, hangi hukukla bunu yapıyorsunuz? Bu sorumuza yanıt arıyoruz. Bize bu uygulamayı reva görenlerin, topluma bir yanıt vermek gibi bir sorunu vardır. OHAL yasası mı diyeceksiniz; OHAL Türkiye genelinde vardı ve haklı olarak bir siyasi parti çıktı, ‘adalet’ talebiyle Ankara’dan İstanbul’a kadar yürüdü ve orada da 2 milyonluk bir toplulukla miting yaptı. Kimsenin burnu kanamadı ve sen bütün güzergâh boyunca kolluk güçleriyle kolaylaştırıcı bir rol oynadın. Bu çifte standardı neden uyguluyorsun? Kürt olduğumuz için mi? Burası Kürt şehri olduğu için mi? Ne yapsın Kürtler, sen böyle yapıyorsun, Kürtler ne yapsın? Belediye Başkanına kayyum atıyorsun, iradesini yok sayıyorsun. Sen değil, ben seni yöneteceğim diyorsun. Ve yalan söylüyorsun, diyorsun ki, hendek olduğu için kayyum atadım. Hendek 7 yerde vardı ama 86 belediyeye kayyum atadın. Bu çifte standarttan da öte bir Kürt düşmanlığıdır. Bu demokrasi düşmanlığıdır. Bu aslında kendi varlık nedenlerini de inkârdır. Bugüne kadar ki, bütün beyanatlarının da inkârıdır. Her defasında AKP Genel Başkanı milletin iradesi diyor, değil mi; peki, seni millet seçtiyse bizi kim seçti? Bize oy veren 6,5 milyon insan millet değil mi? Peki, yalan söylemek bir siyasetçiye, bir lidere yakışır mı? Hele hele politik yalan söylemek, yakışır mı? Peki, yalanla toplumu kim idare etmiş, tarihe bakalım. Bunu Hitler yapmış, Hitlerin propaganda bakanı Goebbels diyor ki, büyük yalanlar atın. Büyük yalanlar söyleyin, nasılsa toplum içerisinde bu yalanlara inananlar olacaktır. Mesela, büyük yalanlardan bir tanesi belediyelerimizin kayyum atanma gerekçesi olarak gösterilen hendekler. Bu büyük bir yalandır ama Türkiye’nin batı yakasında bu yalana inananlar var. Çünkü medya da çok önemli bir oranda zapturapt altına alınmıştır. İşte bir günümüz bütün bunların muhakemesi ve bütün bunlara itirazla geçiyor. Her bir günümüz her bir saatimiz bütün bunlara bir itirazdır. Bunu yaparken de Diyarbakır halkının tırnağının taşa değmemesi için biz bu vicdani duruşumuzu ortaya koyuyoruz. Tabii ki, aynı zamanda da bir maske düşürme çabamız var. Yalanın perdesini indirmek istiyoruz. 3 gündür buradayız ve kim yasakçı, kim hak savunucusu, kim milletin iradesine saygılı, kim saygısız bu üç günde ortaya çıkmıştır.
Dünkü basın açıklamanızda en temel insani ihtiyaçlarınızı karşılamakta yaşadığınız sorunlara dair bir bilgi notu paylaşmıştınız, hala bu tür sorunlar yaşıyor musunuz?
‘Şuanda burası üstü açık bir cezaevi’
Öncelikle şunu ifade etmek isterim; o kadar büyük mazlumiyetler, o kadar büyük zulümler son iki yılda bu coğrafyada yaşatıldı ki, bizim burada kimi insani ihtiyaçlarımızı karşılayamıyor olmamız, ya da bunun engelleniyor olmasını bir mağduriyet olarak sunmaktan utanırım. Halkımın, insanlarımın yaşadıkları karşısında bunun mukayesesi dahi yapılamaz. Bugün dahi Sur’da yaşanan yıkım karşısında benim burada kalkıp bir takım eksiklikleri bir mağduriyet olarak sunmam etik değildir. Lakin bu durum bilinsin istedik. Hal vaziyet şudur; birincisi buradaki en büyük sorun halkımızın bize ulaşımının engellenmesidir. İnsanlarımızın parka girişi yasaktır. İkincisi; gelen her kim olursa olsun tehditvari, hakaretvari yöntemlerle uzaklaştırılıyor. Bize dışarıdan el uzatanlara, el sallayanlara dahi kem gözle bakılıyor. Üçüncüsü; sivil toplum kuruluşlarının ziyareti engelleniyor. Örneğin siyasi parti temsilcilerinin parka girişi yasaklanıyor. Basın mensuplarımız geliyor ve şuanda olduğu gibi mülakat yapıyoruz. Şuanda yerde bağdaş kurup konuşuyoruz, çünkü sandalye yok. Ancak 10 tane sandalye alabildik. Yani, her vekile bir sandalye. Her bir vekile bir battaniye, fazlası yok. Her bir vekil için bir kaşık. Böyle bir uygulama nerede var, cezaevinde. İşte burası bir cezaevi, burası bir park falan değil. Şuanda burası yarı açık, üstü açık bir cezaevi.
‘Abdest almak için parkın dışına çıkıyoruz’
Bu parkı, Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin inşa etti. Benim de Büyükşehir Belediye Başkanı olduğum dönemde inşa edildi bu park ve bu parkın temel atma töreninde de açılışında da kurdeleyi ben kestim. Şuanda bu parkın ıslak zeminleri kapatılmış. Yani, abdest dahi alamıyoruz. Abdest almak için parkın dışına çıkıyoruz ve parkın dışında bir yerde abdest alıyoruz. Buradaki lavaboların kapıları kilitli. Polisler gelip açıyorlar, kapatıyorlar ama biz bu alandaki ıslak zeminleri kullanamıyoruz. Bu kentin iradesinin yüzde 70’le oy verdiği insanlar bugün burada kendi parkına giremiyor, engelleniyor. Peki, kim tarafından; bu kentin dışından atama yoluyla gelip bu kenti yönetenler. Bu mu sizin demokrasiniz? Bunlarda demokrasinin D’si yok!
‘Biat etmenin sonu yoktur’
Bize ve aynı zamanda topluma diyorlar ki, biat edin. Biz de şunu savunuyoruz, biat etmenin sonu yoktur. Biat etme yoluna girenler öyle bir noktaya gelecek ki, onurlarına kadar soyulacaklar, onurlarından edilecekler. Çünkü faşizm böyle bir şeydir ve durmasını bilmez. O halde faşizme karşı yapılması gereken tek bir şey var; cesaretle vicdan ve adaleti savunmak. Sinmedik, sinmeyeceğiz, biat etmedik ve etmeyeceğimizi faşist zihniyete göstermemiz gerek. Diyarbakır halkı aslında bunu 2017 Newroz’unda gösterdi. Diyarbakır halkı bunu referandumda gösterdi. Şimdi bir kez daha göstermenin vakti gelmiştir. Niye bu kadar önemsiyoruz; çünkü bu görülürse faşizm aşılmış olacak. Faşizm aşılırsa, legal demokratik siyasetin kapısı aralanacak. Legal demokratik siyasetin kapısı aralanırsa, bir kez daha çatışmasızlık zeminine dönebilmenin imkânı doğmuş olacak.
Başlatmış olduğunuz ses çıkartma eylemine kent genelinde nasıl bir katılım var?
‘Vicdan insanın mihenk taşıdır’
Memnuniyet verici haberler geliyor. Ben, Diyarbakır’ın sağduyusuna ve duyarlılığına güvenen bir insanım. Diyarbakır’ın hem vicdanına hem de siyasi ahlakına inanan ve saygı duyan bir insanım. Diyarbakır bir şekliyle rengini ortaya koyar. Diyarbakır bir şekilde zulme hayır der. Hep böyle demiştir, hep böyle yapmıştır. Dünkü bir dalga idi, bugün o dalga büyüyecek ve yarın o dalga daha da büyüyecek. Bakın, şiddet yok, kem bir söz de yok, sadece balkonunda, avlusunda tenceresi, tavası, kaşığıyla, düdüğüyle bir ses verecek. Peki, bu suç mu; bu hangi kanunda suç? Bu bir suç değil. Bu tamamen sivil bir itaatsizlik, sivil ve insani bir reflekstir. Bundan kim zarar görecek, hiç kimse. Bundan kim rahatsız olabilir, ancak ve ancak vicdandan rahatsız olanlar, adaletten rahatsız olanlar. Vicdan nedir; vicdan insandır. Vicdanı olmayan insan olabilir mi? Vicdanı olmayan iman sahibi olabilir mi? Vicdan insanın mihenk taşıdır.
Siz de konuşmanızda çifte standart üzerinden değindiniz, CHP lideri Kılıçdaroğlu, ‘Adalet’ talebiyle Ankara’dan İstanbul’a yürüdü. Sizin ‘Vicdan ve Adalet Nöbet’inizin bu hareketle bu hareketin ortaya çıkardığı bir dalgayla bir bağlantısı ya da devamlılık anlamında bir ilişkisi var mı?
‘HDP 2 yıldır bu mücadeleyi sürdürüyor’
Bizim vicdan, adalet, özgürlük, eşitlik, onurlu bir barış inşası ve aynı zamanda legal demokratik siyasetin tıkanan kanallarının açılması mücadelemiz kesintisiz sürmektedir. Legal demokratik siyasete alanlar kapatıldı ve bir tasfiye süreci ile karşı karşıyayız. Eş Başkanlarımız tutuklu, Belediye Başkanlarımız tutuklu, Milletvekillerimiz tutuklu, 5 bini aşkın üyemiz tutuklu. Bu uygulama hangi siyasi partinin başına gelseydi, tarumar olurdu ama HDP dim dik ayaktadır. 2 yıldır HDP adalet ve vicdan mücadelesi yürütüyor. Dolayısıyla bu HDP’nin ilk adımı falan değil, HDP 2 yıldır bu mücadeleyi sürdürüyor. Bir diğer talebimiz OHAL rejiminin kaldırılmasıdır. Bir diğer talebimiz KHK’lar ile işinden aşından olmuş hakları gasp edilen insanların işlerine geri dönmesidir. Sadece Diyarbakır’da 2 bini aşkın insan belediyelerden atıldı. Çoğunu tanıyorum, mesai arkadaşlarımdır, masum insanlardır. Türkiye genelinde neredeyse 150 bin insan işinden atıldı. Akademi camiasının bir bölümü tırpanlandı. Akademi dünyasında yüz akı diyebileceğimiz, barış için imza veren akademisyenlerimizin neredeyse tamamı tasfiye edildi. Ne demişler; ‘savaş suçuna ortak olmak istemiyoruz’. Dolayısıyla bizim mücadele hattımız kimsenin bize açmış olduğu bir kanal değildir. Binbir emekle, binbir güçlükle, halkımızın ödemiş olduğu bedellerle, mücadele etmiş olduğumuz kulvarın ta kendisidir. Bununla birlikte hak, hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük talebi kimden gelirse gelsin biz yanındayız. Bu yüzden de CHP’nin ‘adalet’ yürüyüşüne destek ziyaretinde bulunmuşuz.
CHP’nin “Vicdan ve Adalet Nöbet”inize bir desteği söz konusu mu?
‘Hepimize adalet’
Biz, A partisi, B partisi, C partisi demiyoruz; eşitlik isteyen, Kürt’ün, Türk’ün Laz’ın, Çerkez’in, Alevi’nin, Sünni’nin, inananım inanmayanın, bu coğrafyada yaşayan her insanın vicdanından bir ses bekliyoruz. Biz, bir çağrıda bulunuyoruz; eşitlik olmadan bu ülkeye huzur gelmez. Adalet isteyen; Kürtlere adalet, mağdurlara adalet, mazlumlara adalet, Demirtaş’a adalet, hepimize adalet. Kim ki mağdur edilmişse; Tahir Elçi için de adalet, Necmettin öğretmen için de adalet! Kim ki, hakkı ihlal edilmişse, herkese adalet. Bugün Sur’da bir yıkım yaşanıyor, o yıkıma karşı duran ne kadar mazlumiyet varsa o mazlumiyetler için adalet talebinde bulunan herkese kapımız açıktır. Etnik kimliğimiz ne olursa olsun, siyasi kimliğimiz ne olursa olsun, fikrimiz ne olursa olsun, faşizm öyle bir illet ki, kendisinden olmayan herkesi düşman görür, terörizmle suçlar, ötekileştirir ve yaşam hakkı tanımaz. Dolayısıyla bu ortak paydalarda; eşitlik, özgürlük, adalet ve onurlu barış ortak paydasında buluşalım. Bu tecridi ve izolasyonu da ancak bununla yırtabiliriz, kaldırabiliriz.
“Vicdan ve Adalet Nöbet” inin zamanlaması ve bu eylemsellik sürecinin hedefleri konusunda neler söylemek istersiniz?
‘Şuan buradaki ablukanın kendisi bir hukuksuzluktur’
Biz, Salı günü grup toplantımızı burada aldık ve bir hafta çabamızı burada ortaya koyacağız. Pazartesi günü, görkemli bir basın toplantısı ile bu ablukanın kalkmış olduğu kitlesel bir basın toplantısıyla çağrımızı sürdüreceğiz. Netice itibariyle şuan buradaki ablukanın kendisi bir hukuksuzluktur, adaletsizliktir. Bu hukuksuzluğun ve adaletsizliğin kalkması yönünde çabalarımız var. Buradaki nöbetimizin akabinde görevi İstanbul ekibine devredeceğiz. Bir sonraki hafta Salı günü İstanbul’da olacağız. İstanbul ekibi 7 gün oturduktan sonra görevi Van’daki ekibimize devredecek. Van’daki ekibimiz görevi tamamladıktan sonra ise İzmir ekibine görevi devredecek. Peki, bütün bunlar bittikten sonra ne olacak; çok açık söylüyorum, vicdan, adalet, eşitlik ve özgürlük çabası bunlar Türkiye’ye yerleşinceye kadar devam edecektir. Örneğin Eylül ayı boyunca barış mitingleri organize edeceğiz. Diyarbakır’dan, Van’dan, İstanbul’dan, İzmir’den ve Türkiye’nin pek çok yerinden barış mitinglerini organize edeceğiz. Akabinde, konferanslar, sempozyumlar, legal demokratik siyaset içerisinde meşru diyebileceğimiz, şiddetsiz olan bütün araçları, mekanizmaları işleteceğiz. Yani, mücadele etmekten asla imtina etmeyeceğiz.
‘Sesimizi, meşruluk temelinde yükseltmemiz gerekiyor’
Sonuç itibariyle arzumuz Eş Başkanlarımızın, Milletvekillerimizin, Belediye Başkanlarımızın ve demokratik siyasetin tüm aktörlerinin özgürce bu toplumun içerisine gelmeleri ve siyaset yapmalarıdır. Yok, eğer buna izin vermiyorlarsa, o zaman bizi de herhalde Eş başkanlarımızın yanına götüreceklerdir. Biz dün de bugün de ifade ediyoruz, eğer onlar Yezit olmakta ısrar ediyorlarsa biz de Hüseyin olmakta kararlıyız. Eğer onlar Nemrut olmakta ısrarcılarsa bizler de İbrahim olmakta kararlıyız. Çünkü faşizmi biat ederek durduramayız, susarsak durduramayız. Tam tersine sesimizi, meşruluk temelinde, legal demokratik siyaset temelinde ve insani vicdan taşıma temelinde yükseltmemiz gerekiyor.
Bu eylemsellik süreciniz hükümetle bir diyalog kapısı aralayabilir mi?
‘Şuan insani değerlerin zerresini taşımıyorlar’
Valla çok açık ve net söylüyorum, şuanda insani diyebileceğimiz hiç bir değer yargıları kalmadı. Keşke onlarda o değer yargıların zerresi olsaydı. 10 yıl bu şehirde belediye başkanlığı yapmış, bu şehrin bir evladı olarak söylüyorum, diyalogdan, müzakereden asla ve kata imtina etmeyen birisi olarak söylüyorum. Şuan insani değerlerin zerresini taşımıyorlar maalesef.
OHAL sürüyor ve ne zaman kalkacağına dair de net bir şey gözükmüyor, sizce OHAL 2019’a kadar sürer mi, sizin öngörünüz nedir?
‘Yasak da olsa biz Kürdistan demeye devam edeceğiz’
Şuanda parlamentoda dahi konuşmayı yasaklıyorlar. İçtüzük değişikliği demek, parlamentoda dahi konuşmayı yasaklamak demektir. Milletvekili, muhalefet ne kadar konuşacak ve konuşurken de neyi söylemeyecek onun çerçevesini çizecekler. Bugün haberlere konu olmuş, Diyarbakır’ın vekil sayısı 12’ye çıkmış. Bunu bir sevinç çığlığı olarak ortaya koyanlar var. İyi de kurban, senin kaç tane milletvekili çıkardığın önemli değil ki. Bu şehrin kaç milletvekilinin olduğu önemli değil, bu şehrin kaç tane milletvekili dışarıda kalacak? Bu şehrin kaç tane milletvekili parlamentoda konuşabilecek? Örneğin, Kürdistan demek yasak, Kürt illeri demek yasak, Kürt halkı demek yasak. İyi de bu kentin yüze 100’ü Kürt halkı. Allah aşkına bu kentin yüzde kaçı Kürt ama Kürt demek yasak. Valla yasak da olsa biz Kürdistan demeye devam edeceğiz. Dersim demek yasak ama biz Dersim demeye devam edeceğiz. Amed demek yasak. Bunu nasıl aşacağız, sivil itaatsizlikle. Bir tane aklı evvel çıkıp dese ki, ‘insanlar sadece ve sadece çizgili pijama giyecek. Çizgili pijama dışında hiçbir şey giyilmeyecek ve çizgili pijama giymeyenin pijamasını çıkartıp atarım, o pijamasız gezecek’. Ne yaparız; çizgili pijama giymeye talim mi ederiz, yoksa git işine mi deriz. Böyle saçma sapan dayatmalara hayır deriz. Haklılık zemininde, meşruluk temelinde ve hak, hukuk çerçevesinde buna direnmemiz lazım. Biat etmememiz lazım, biat edilmezse düzen değişir ama biat etmenin sonu yoktur.
‘Üçüncü dünya savaşına vesile olma riskini ve potansiyelini bünyesinde taşıyor’
Sonu nereye varacaktır, toplum biat etmeyerek, sivil itaatsizlikle faşizmi geriletmeyi başarırsa bu ülke düze kavuşacaktır. Aksi taktirde şuandaki siyasal akıl, AKP, Ergenekon, MHP üçlü ittifakı öyle bir akıl ki, Türkiye sadece 1930'lu-40’lı koşulları yaşamıyor. Türkiye şuan içeride ve dışarıda öyle bir çatışma stratejisi izliyor ki, üçüncü dünya savaşına vesile olma riskini ve potansiyelini bünyesinde taşıyor. Sadece biz acı yaşamayacağız, bütün Ortadoğu coğrafyası ve bütün dünya geçmişte yaşamış olduğu acıların katmerlisini yaşama riski ile karşı karşıya. Bu iktidar bünyesinde böyle bir risk taşıyor. Hitler faşizmi; sadece Almanlara mı, Yahudilere mi zarar verdi? Bütün Avrupa coğrafyasında kaç milyon insan hayatını kaybetti. Bakıyorsunuz, içeride Kürtlere düşman, dışarıda herkesle düşman. Bir aklı evvel nasıl akıl vermişse bütün dünya bize düşman ve bütün her şey bir üst akıl tarafından planlanıyor diye bir iddiası var. İyi de bir üst akıl bu kadar senin içini karıştırabiliyorsa, sen niye akılsızlık ediyorsun. Sen kendi içinde barışı sağlamadan, kendi içindeki çeşitliliği bir arada yaşatabilmenin politikasını ortaya koymadan nasıl Ortadoğu’nun liderliğine soyunuyorsun. Sen daha kendi içindeki Kürt’ü tanımıyorsun.
Ortadoğu meselesine değinmişken, Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin almış olduğu “Bağımsızlık Referandumu” kararını nasıl değerlendiriyorsunuz, sizin parti olarak buna tutumunuz nedir?
‘Her şey sil baştan başlamıştır’
Şuanda hükümetin ve devletin tek bir politikası var, içeride Kürt düşmanlığı, dışarıda Kürt düşmanlığı. Zaten bugün ülkenin bu noktada oluşunun nedeninin bir tanesi de budur. Eğer AKP hükümeti ve ittifak kurmuş olduğu kesimler Suriye’de Kürtlerin statü sahibi olmasını bir tehdit meselesi, bir beka sorunu olarak görmeselerdi; onlar da bizim kardeşlerimizdir, Türkmenlerle hukukumuz neyse oradaki Kürtlerle de hukukumuz o olsun demiş olabilselerdi, Türkiye’de bırakın darbe mekaniğini; bu ölümleri, acıları, Ortadoğu sorununa dair barış görüşmelerinin adresi Ankara olurdu, Diyarbakır olurdu. Barış görüşmelerine ev sahipliği yapardı. Bütün mesele, ‘Kürt anasını görmesinden’ kaynaklıdır. Bir kez daha devlet kuruluş ayarlarına, 1930 – 40’lara geri dönmüştür. Her şey sil baştan başlamıştır ve bu sefer daha acımasızca daha vicdansızca.
‘Vicdan ve adalet faşizmin panzehiridir’
İkinci bir husus, her Kürdistan parçasının kendine münhasır özgünlükleri, öncelikleri var. Örneğin, Güney Kürdistan’da Kürt sorununun çözüm formülüyle, Suriye’deki Kürtlerin sorununun çözümü mutlaka aynı olması gerekmez. Yine, Suriye’deki sorunun çözümü ile Türkiye’deki Kürtlerin sorununun çözümü aynı değildir. Her yerin kendi özgün koşulları var, özneliteleri var. Netice itibariyle her yerin özgürlük, eşitlik ve adalet talebi var. Bugün biz HDP olarak Güney Kürdistan’da halkın ve oradaki hükümetin, siyasi partilerin referandum talebini saygı ile karşılıyoruz. Referanduma gitmek, halkın iradesine başvurmak demokratik ve meşru bir hakkın kullanımıdır. Oradaki halkın iradesi ne ise bizim başımız gözümüz üstüne kabulümüzdür. Ama aynı zamanda diğer hükümetlerin de buna en azından saygı duymaları lazım. Ankara ne yapıyor, habire Güney Kürdistan hükümetini, oradaki siyasetleri, oradaki halkı tehdit ediyor. Peki, senin için hak olan niye Hewler için hak olmasın. Senin için helal olan niye Hewler için haram olsun. Bu muydu kardeşlik? Kendisi için istediğini kardeşi için istemeyen hani mümin değildi, hani bizden değildi! Siz de böyle bir inanışa sahiptiniz, öyleyse bu Kürt düşmanlığı niye? Bunun bir tek açıklaması vardır, kendilerini Kürtlerden, bizlerden daha üstün görüyorlar. Kardeşim, benden üstün değilsin, ben de senden üstün değilim. Senin elinde zor araçları olabilir ama bu seni üstün yapmaz ve yapmayacaktır. Bugüne kadar Kürt halkı bunu hiç bir parçada kabul etmedi ve bundan sonra da kabul etmeyecektir. Tüm bunlardan sonra olması gereken nedir, bir kez daha söylüyorum; şiddet dışı yöntemlerle adalet arayışımızı sürdüreceğiz. Vicdan ve adalet faşizmin panzehiridir. Eşitlik, özgürlük, adalet ve onurlu bir barış inşa edilinceye kadar biz bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Çabamızı yükselterek sürdüreceğiz. Halkımızdan beklentimiz, halkımızdan ricamız; çok büyük travmalar yaşandığınızın farkındayız, tırnağınızın dahi taşa değmesini istemiyoruz. Şunu çok iyi biliyoruz ki, faşizm rica ve minnet ile geri adım atmaz. Bilmeleri gerekiyor ki, siz boyun eğmediniz. Faşizm bilmeli ki, teslim olmadık ve boyun eğmedik. Bazen bir düdük çalmak bile bir işaret vermektir. Bazen bir tencere dövmek, bir ses çıkartmak bir işarettir. Ve inanıyorum ki, o dalga büyüyecek ve bu ülkede eşitliğin, özgürlüğün, adaletin, onurlu barışın kapıları aralanmış olacaktır.
‘Ne kimse katil olsun ne de kimse maktul olsun’
Bir gün Saddam, yargılanması sırasında mahkeme heyetinden söz istiyor. Saddam, diyor ki, mahkeme heyetine, ‘beni adil yargılayın’; mahkeme başkanı diyor ki, ‘seni senin çıkardığın yasalarla yargılıyoruz, yasalar ne ise ona göre yargılıyoruz’. Bu coğrafyada kimse maktul olmasın. Kimse zulme uğramasın. Çünkü bir yerde zulüm varsa hayatını kaybedenler vardır. Ama sadece hayatını kaybedenler kaybetmiyor, katiller de kaybediyor. Çünkü onlar da katil olmak suretiyle kaybediyor. Ne kimse katil olsun ne de kimse maktul olsun. Demokratik bir zeminde, hak, hakkaniyet temelinde bu sorunların çözümünün kapısı bir kez daha açılsın.”
Ali Abbas Yılmaz / Özcan Yıldız Özel