Bu bir günlük işte; adı üzerinde bir günlük, günlük! Tarihi de başlıkta yazdığım gibi 27 Mart Çarşamba günüdür. O gün yaşadığım can sıkıcı olaylar üzerine yazdığım bir günlük! Ne gündü ama! Okuyacağınız bu yazıyı kaleme almazsam, infilak ederdim. İçime dolan ağuyu böylece paylaşmış olacağım. Ağu, pardon acı paylaşılınca azalırmış! Yazdıktan sonra içimi dinleyeceğim; yüreğime işleyen sıkıntı azalmış mı? Size sonucunu söyleyeceğime söz veriyorum.
Çarşamba günü dinlenmiş halde, öğle üzeri benim için hazırlanmış ‘kahvaltı’ya kalktım. Sonra eşimin yönlendirmesiyle evin vergisini ödemek için Forum’un (AVM) arkasındaki Yenişehir Belediyesi Vergi Dairesi’ne gittim. İyi ki de eşim zorlamış beni ve ben gitmişim! 2 yıldır ev vergisi ödememişmişim! Faiziyle birlikte taksit yaparak karttan çektirdim. Gün, sanki yüzünü göstermeye başlıyordu!
Bugün sevgili yönetmenimle buluşacaktım. Daha 2 saat vardı. Hazır, bir yanıyla uzak ve sapa bu semte gelmişken, zamanım da var diye bir arkadaşımın yanına gittim. Ona sık uğramadığım için her telefon açtığımda yakınan bir arkadaşımdı. Her zaman yolumun düştüğü bir yer değildi ve bir çayını içtiğimde sevinecek bir arkadaşımdı. Nasılsa kurumu da yolumun üstündeydi. Kuruma girdiğimde odasında bir hanımla konuşuyordu. Arkadaşım ayağa kaktı, mahcup bir hali vardı. ‘’Hocam bana biraz izin verin. Siz yanda sekreter odasında çayınızı, kahvenizi için. Ben geliyorum.’’ dedi.
Ben yan tarafta kızların yanında oturdum. Beni de tanıdıkları için kahkahalar içinde bir söyleşiye başladık. Yarım saat geçti, çayımı kahvemi içtim. Sevgili müdür arkadaşım, aradaki camdan gördüğüm o üzüntülü sohbeti sürdürüyordu.
Ben sonra kızlardan izin istedim. Kalktım, arkadaşıma, benim randevuma yetişmem gerek, dedim. Bana ‘’Hocam misafirimi yolculamaya benle gelin, sonra gelir otururuz’’ dedi. İşim olmasaydı gelirdim, dedim ve ayrıldım. Ama nedense içime de çıkaramadığım bir sıkıntı saplandı. Gün, yüzünü daha bir belirginleştiriyordu! Bu işte adlandıramadığım bir terslik vardı ama ne? Sonra hatırladım, arkadaşımın aklına alacaklı olduğum mu gelmişti? Ben onu unutmuştum bile. Belki başka bir şeydir; ama ben ya öyle düşünmüşse diye daha çok sıkıldım!
Gittim, pek de aç olmadığım halde Diyarbakır’ın özel ciğercisine oturdum. Elle ayakla yedim. Sulu bir yemek olsaydı kafam içinde, ayaklarım havada olacaktı! Hızımı alamamışım ki o özel yağda kızartılmış soğanlı sosu, gömleğime de yedirmişim! Günün yüzü artık ayan beyan olmuştu! Bu da ayrıca canımı sıktı!
Arabayı sevgili yönetmenimizle buluşacağımız mekâna yakın bir yere park ettim. Arabadan indim, yürümeye başladım ve uzun süredir görmediğim yarım kalmış güzeller güzeli bir hüzünle karşı karşıya geldim. Üstelik bu hüznün, benimle konuşmak ister gibi bir havası vardı. Canım öyle çok sıkkındı ki… O ayaklı hüzünle göze göze gelişimiz öyle beklenmezdi ki… Görülmeden geçilemeyecek o hüznü, görmezlikten gelerek ustura gibi geçtim. Bu yüreğimi taşıran, taşırmakla da yetinmeyen, kavuran bir acı oldu! Gün yüzünü, beynime kazımakla yetinmemişti, yüreğime de işlemişti! Canım öyle çok yandı ki… Kırklardağı’nda olsam, çığlık atardım. Kimsenin olmadığı bir yerde olsam, ellerimi kanatıncaya kadar yerleri, duvarları yumruklardım. Ellerimin acısı ah, yüreğimin acısını bastıramazdı ki… Mübarek sanki hüzünleri, sıkıntıları kabul günümdü bugün! Bu ne işti yav!
Canım burnumda buluşacağım mekâna gittim. Sevgili yönetmenimin masasına sıkkın ve öfkeli bir halde oturdum. Onun öyle saygılı, içten konuşmalarına kızgın yanıtlar verdim. Halbuki gariban yönetmenin, ne günahı vardı ki… Yönetmen kardeşim, gerginliğimin farkında olmadığından sevgiyle ve teklifsiz konuşuyordu. Konumuz tabii ki roman, sinema ve senaryoydu. Bana hocam, yönetmen senariste, bir dakikada beni ikna et demiş, dedi. Gayet içten ve hesapsız söylediği bu söze karşılık ben, yanındaki o güzel kız olmasa seni bir dakikada hayatın boyunca unutamayacağın bir şekilde ikna ederdim, dedim. Yönetmenim benim senaryo yazmaktan kaçındığımı düşündü. Bana gülümseyerek Aydın Hocam, senaryoyu istiyorsanız başkasına yazdırırız, dedi.
Günün yüzü hüzünlüydü ve şiir yazma anlarımda olduğu gibi, Amed’in surları kadar büyük ve dalgalar halinde üzerime geliyordu!
Ben bizimkileri aldım, gitmek istedikleri yerde silkeledim ve cennete kadar yolunuz var dedim. Bu söz üzerine hep beraber gülüştük ve döndüm, eve geldim.
Eve varır varmaz bu yazıyı kaleme almasaydım, infilak ederdim. İyi ki yazabiliyorum! Yeminle yazmasam ya da çığlık atmazsam ya da kahkahalarımla sarsmazsam gövdemi, acı zehirler bedenimi! İyi de ben böyle sıkkın, gergin anlarımda şiire otururdum, nedense bu kez yazıya oturdum! Kolaya mı alıştım, yoksa şiirle boğuşmaktan kaçındım mı? Bu da ayrıca canımı sıktı!
Acı dindi yüreğimde, hüzün ise parlamalar halinde!
Hayat öyle bir alçaktır ki birilerinin hıncını başka birilerinden çıkartır bazen! Bu yazdığım bir günlük, hüzünlü bir günlüktür işte. Sevgiler saygılarımla…
27 Mart 2019 Çarşamba