Zaman nasıl da akıp gitmiş,tarihlerden bahsedilince çok daha iyi anlaşılıyor.
12 Eylül Askeri Darbesinin üzerinden tam 43 yıl geçmiş.
Bir kaç gün önce darbenin yıl dönümü nedeniyle medya, sosyal medya Askeri Cuntanın,toplumun üzerine nasıl bir karabasan gibi çöktüğünü rakamlarla yayınlamıştı.
650 bin kişinin fişlendiği,500’den fazla kişiye idam cezasının verildiği,50 kişinin idam edildiği,yüzlerce kişinin gözaltında kaybedildiği...
Tutukevlerinden,cezaevlerinden gözaltına alınan yakınlarından bir haber almak için kapılarda bekleşen insan görüntüleri ile kötülüğün ağır bir hava gibi her yere sindiği,nefes alıp vermenin güçleştiği yılların istatistikleriydi o yayınlananlar.
Gazeteci Fikret BİLA’nın bir TV proğramında darbeden çok sonra darbenin,o dönemin o çok güçlü lideri Kenan EVREN ile Bodrum’daki evinde yaptığı bir mülakatta,herhangi bir pişmanlığınız var mı diye sorduğu bir soruya aldığı cevabı aktarmıştı.
‘Kürtçe’nin yasaklanmasını bir hata olarak gördüğünü,şimdi olsa bunu yapmayacaklarını’ söylemiş…
Bir köy okulunda öğrencilerin Türkçe konuşamaması,öğretmenin de Kürt olduğunu öğrenmesi üzerine böyle bir karar verdiğini anlatmış…
Ne kadar ilginç değil mi?
Filmlere,romanlara konu olan,anlatılamayan ne dramların yaşanmasına tek bir kişinin o anda öyle düşünmesi,öyle karar vermesi yol açmış…
İnanılır gibi değil!
‘Agir ketye dile min’
Kürtçe bilsin bilmesin ortamda bulunan herkesin bir aşk şarkısı dinleme moduna geçip duygusallaştığı ve hep beraber
‘Rindamin, gewramin
Çend sal e li hêvîya te me
Welle çend sale li benda te me’
diyerek nakarat kısmının koro halinde bir marş gibi mırıldanıldığına hayatımızda en az bir kaç kez rastlamışızdır.
Şimdiden unutulmazlar arasında yerini alan,Beytocan’dan dinlemeye doyamadığımız bu güzel Kürtçe parça Liseden sınıf arkadaşımız Beytullah GÜNERİ’nindi.
Lise yıllarından beri türkü söyleyen Beytullah Güneri de 12 Eylül’ün baskısından payına düşeni almış…
12 yıllık ceza, 6,5 yıl Diyarbakır Cezaevinde mahpusluk,kendi dilinde türkü söyleyememe ile başlayan sürgün yılları…
Ve nihayet geçen hafta yine bir 12 Eylül günü son bulan bir yaşam.
Beytocan önceki gün,bütün yaşadıklarını geride bırakarak Stockholm’de toprağa verilerek ebediyete uğurlandı.
Düşünülen,zaman zaman dile getirilen ancak henüz gerçekleşmeyen Diyarbakır Cezaevi bir gün müze olursa…
Koridorları,koğuşları dolaşan ziyaretçiler, ‘burası sanatçı Beytocan’ın kaldığı koğuş’ yazan levhanın önüne geçerken,eminim ‘Agir ketye dile min’i mırıldanıp,Beytocan’ın hikayesini konuşacaklardır.
Aradan onlarca yıl geçtikten sonra hafızalarda; bir yaşanan kötülükler,bir de kuşaktan kuşağa aktarılan türkülerle sevdalar kalacak…
Mekanın cennet olsun Beytocan!