SEKRETARYA DOĞRU ADIM HATİP DİCLE’NİN KATKISI OLUR

SEKRETARYA DOĞRU ADIM  HATİP DİCLE’NİN KATKISI OLUR
Eski Milletvekili İhsan Arslan’dan Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun gündemine dair önemli açıklamalar;

 

 

 

LAFLAR HAVADA KALMAMALI

“Sekretarya olayını olması gereken bir şey olarak düşünüyorum. Tarafların birbirlerine taleplerini iletirken yetkili olması gerekiyor. O yetki olmayınca laflar havada kalıyor. Ben, Hatip Dicle gibi birinin müzakereler sırasında bir tarafta olmasını çok anlamlı ve faydalı buluyorum. Meselenin geçmişinden beri içinde var olan ve bedel ödeyen ve akliyeti, kabiliyeti olan biri. Katkısı olur diye düşünüyorum.’’

 

6-7 EKİM PLANLIYDI, BU NETİCE BEKLENMİYORDU (spot)

“6-7 Ekim olayları planlıydı. Ama ne çağrıyı yapan Selahattin Bey, ne de bu işin arkasında olabilecek diğer odaklar böyle bir netice beklemiyorlardı. Çok aşırı şiddeti, yağmayı, keyfiliği içeren bir boyuta ulaşacağını tahmin etmiyorlardı. Ben izlediğim zaman aklıma Şeyh Said olayı geldi. Siyasi mücadele henüz bir yere oturmamışken, halkın yerleşim yerlerinde yağmaya başlaması, hareketi başından itibaren sabote etti.’’

 

HALK BENZER BİR ÇAĞRIYA DESTEK VERMEZ (spot)

“Bana göre 6-7 Ekim olaylarındaki yağmalama olayı, kalkışma diyebileceğimiz ve halkın da bir miktar desteğini aldığına şahit olduğumuz olaylar hareketin değerini sıfıra indirdi diyebilirim. Şu an bölgede tekrar yapılacak benzer bir çağrıya 6-7 Ekim’deki gibi halkın destek vereceğini, katkı sunacağını asla beklemiyorum. Ancak, projeye zarar verdi.

 

HÜDA-PAR OLAYI DERİN KOMPLO, PROVOKASYONDUR (spot)

HÜDA-PAR olayı bana göre o iş kimsenin beklemediği, çok derin bir komplo ve provokasyondur. Yani 90’larda olduğu gibi. Karşı bir silahlı gücü PKK’nın karşısına çıkarmak ve PKK’yla bölgedeki halktan başka bir kesimin silahlı çatışmasını isteyen, süreci, mutlaka bozmak isteyen, çatışmayı derinleştirmek isteyen ve buna uygun planı olan birileri olmalı. Bir de Türkiye’nin istikrarını bozmaya yönelik bir olaydır.

ih2-copy.jpg

 

NACİ SAPAN/ANKARA

 

AK Parti Diyarbakır eski milletvekillerinden İhsan Arslan Türkiye’nin gündemini TİGRİS haber için değerlendirdi. Arslan, Türkiye’nin dış politikası, Ortadoğu’nun yeniden dizaynı, bölge ülkeleri ve en önemlisi Kürt meselesi ile ilgili gelinen noktayı, 6-7 Ekim olaylarını, yürüyen barış ve çözüm sürecini, İmralı’da oluşturulacağı söylenen sekretarya konusundaki tartışmalarla ilgili sorularımızı değerlendirdi.

 

İhsan Arslanla söyleşimize en güncel, tartışılması mutlaka gerekli bir soruyla başladık. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ‘Beni siyasi figür olarak ortadan kaldırmak istiyorlar’ açıklamasının ne anlama geldiğini sorduk, Arslan şöyle yanıtladı;

 

Birkaç günlük suskunluktan sonra Selahattin Demirtaş’ın bu beyanatı önemli. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye genelinde ciddi bir hava ve imaj oluşturmuştu. Genel kamuoyunun beğenisini almıştı. Batı ona iyi bir kredi vermişti. Bundan sonra Kürt siyasi hareketinin liderliğine namzet bir konuma gelmişti. Bundan kimler rahatsız oldu, ona bakmak lazım.

Selahattin beyin bu dedikleri birkaç anlama gelebilir.

Kürt çevrelerinin dışındakiler, yani aydın ve entelektüeller, ister devletin kendisi ,veya dış güç odakları onun bu karizmasını çizmek isteyebilir!

Bir de PKK’nin veya BDP’nin, yani Kürt siyasi hareketinin içinden birileri rahatsız olmuş olabilir, onlar onun bu karizmasını çizmek isteyebilir, istemiş olabilirler. Bu daha akla, mantığa yatkın. Çünkü devlet Selahattin Demirtaş gibi, demokrat, liberal, konuşulabilir bir sözcüyü tercih eder.Devlet tarafı dağda olan biri ile mi, yoksa demokratik siyaset yapmakta olan , batı kamuoyunun ilgisini beğenisini kazanan , söylemi yumuşak biriyle mi görüşme yapmak ister?

 

İÇERİDEN BİR KOMPLO MU?

Elbette ki Selahattin Demirtaş tercih edilir. Onun önünün kesilmesi devletin hesabına gelmez. Dış odakların hesabına gelmez. Dolayısıyla içerden bir komplo mu gibi bir soru geliyor akla. Selahattin beyin aleyhindeki değersizleştirme veya diskalifiye etme projesi içeriden diye düşünüyorum.

Selahattin Bey bu açıklamayı yaparken, dışarıdan birileri yapmış gibi bir ifade kullansa da, bence O

da kendi çevresindekilere mesaj verdi.

 

--Yani adres vermeden adres göstermek gibi bir durum demek istiyorsunuz. Selahattin beyin karizmasını çizen 6-7 Ekim olayları, yani sokağa yaptığı çağrı. Bugüne kadar bölgede buna benzer çok olay oldu ama ilk kez bu boyutta bir olayla karşılaşıyoruz. Bu olayın hedefi neydi, planlı mı, spontan mıydı, bir hedefi var mıydı bu olayların.

 

Plansız olduğunu söyleyemeyiz. Uzun zamandır böyle bir şeyin olabileceği bekleniyordu.Hatta bazen İmralı’dan, bazen de PKK sözcülerinden tehdide varan mesajlar geliyordu. Şöyle olmazsa böyle olur, şöyle olmazsa biz savaşı başlatırız diye tehditler vardı. Masada istediğini elde edemeyen tarafların zaman zaman gidişatı olumsuz etkileyici, hatta süreci durdurucu manaya bile gelebilecek söz ve davranışları olabiliyor. Bunun örneklerini de görüyoruz.

 

--Yani beklenmeyen şeyler olabiliyor

Evet. Ya her sonuca razı olacaksınız, ya da pazarlık sürecini uzatacaksınız. Bazen de ‘benim dediğim olmazsa, ben yok um masada’ diyecek ve bu manaya gelecek adımlar atacaksınız. Bana göre 6-7 Ekim olayları masadaki anlaşmazlığın bir tepkisiydi .

 

--İmralı-Kandil-HDP ekseninde bir anlaşmazlık ya da bir tatmin olmama mı var?

Bir, masada devleti temsil eden kesime karşı toplam bir tavır da olabilir. İki, çok başlı olduğunu hepimizin bildiği, PKK-İmralı-HDP üçgeninde, birinin de projeye hayır demesi anlamına gelen bir tepkiydi. Masadaki gelişmelere hayır demek için birlikte de bu adımı atmış olabilirler.

 

--Tekli de olabilir, çoklu da olabilir?

Evet. Bu tamamen devlete karşıdır. Diyelim ki, İmralı ve BDP daha yumuşak bir üslup ve yumuşak bir tarzı tercih etmiş olabilirler ama Kandil daha sert, olmazsa olmaz, ‘silahlı şiddeti başlatırız’ anlamına gelen bir tavrı onlar gündeme getirmiş olabilirler. Sonuçta planlıydı. Ama ne çağrıyı yapan Selahattin bey, ne de bu işin arkasında olabilecek diğer odaklar böyle bir netice beklemiyorlardı. Belki halkın desteğinden ziyade, çok aşırı şiddeti içeren, yağmayı içeren keyfiliği içeren bir boyuta ulaşacağını tahmin etmiyorlardı. Ben izlediğim zaman aklıma Şeyh Said olayı geldi. Şeyh Said olayında da, siyasi mücadele henüz bir yere oturmamışken, halkın yerleşim yerlerinde yağmaya başlaması, hareketi başından itibaren sabote etti. Bana göre 6-7 Ekim olaylarındaki yağmalama olayı, kalkışma diyebileceğimiz ve halkın da bir miktar desteğini aldığına şahit olduğumuz olaylar protestonun etkisini sıfıra indirdi diyebilirim. Şu an bölgede tekrar yapılacak benzer bir çağrıya 6-7 Ekim’deki gibi halkın destek vereceğini, katkı sunacağını asla beklemiyorum. Sonuçta bu olaylar çözüm sürecine çok zarar verdi.

 

--Genel anlamdaki projeye mi? Çözüm Süreci Projesi ‘ne mi?

Bir, sürece zaten zarar verdi. İki, o plana da beklenen şeyi vermedi. Yani öyle bir şey yapalım ki etkileyici olsun, caydırıcı olsun ve mesaj yüklü olsun, ağırlıklı olsun; planlayanlar bunun için

yaptılar. Ya bunun için yaptılar ya da süreci esastan bozmak için. Şimdi sürece olumsuz etkisi oldu, bence bu maksat hâsıl oldu . Mesaj yüklü bir eylem olsun ve müzakere masasında bunun ağırlığı olsun, karşılığı olsun’ niyeti ters tepti; başarılı olmadı.

 

-- Bir de ortaya HÜDA-PAR gibi bir beklenmeyen bir şey çıktı

Bana göre o iş kimsenin beklemediği, çok derin bir komplo ve provokasyondur. Yani 90’larda olduğu gibi karşı bir silahlı gücü PKK’nın karşısına çıkarmak ve PKK’yla bölgede halktan başka bir kesimin silahlı çatışmasını isteyen, süreci, mutlaka bozmak isteyen, çatışmayı derinleştirmek isteyen ve buna uygun planı olan birileri olmalı. Bir de Türkiye’nin istikrarını bozmaya yönelik bir olaydır.

 

-Şöyle de bir sonuç için ne dersiniz; Kürdü, Kürde kırdırma politikası gibi bir şey, yani bu işi planlayanların hesabı bu muydu?

Değişik tanımlar yapılabilir. Şüphesiz sonuçta Kürt, Kürt’ü öldürmüş oluyor.

-Evet, böyle bir sonuca hitap etti.

Ama o çok tehlikeliydi. Çünkü Diyarbakır’da vereceği sonuç önemli değil, bu olayın batıda vereceği sonuç önemli. Edirne’de, İzmir’de, Trakya’da karşı gruplar da, azınlık olan Kürtlere karşı tepki gösterip sokağa dökülürlerse ne olur?

 

-Böyle bir yansıma olsaydı felaket olurdu.

Evet, felaket olurdu. Ben de doğrusu Altan Tan’ı teyit ediyorum. Sağ olsun Bahçeli kendi adına çok çok önemli, hayırlı bir politika izledi ve gençleri sokağa indirmedi.

 

-Evet, o da önemli.

Çok kötü sonuçları olurdu.

 

 

-Gerçi söylediniz ama hedef tek başına çözüm süreci olabilir miydi?

 

Yani Türkiye’ye yansıyacak sonuçları itibariyle de önemli. Felakete dönüşme ihtimali gibi bir tehlike de vardı. Proje o kadar büyük ki, içinde çok ciddi alt başlıklar var. O projenin fotoğrafının tamamını görmezsek, bu tür taktik eylemleri stratejik zannedip yanılabiliriz de. Böylesi yorumlarda yanılabiliriz. Onun için fotoğrafın bütününe baktığımız zaman görüyoruz ki, işin içinde hem Türkiye içinden, hem de Türkiye’nin dışından müdahil unsurlar var. Ve bu projede Türkiye’de yapılmamış. Projenin senaristi Türkiye değil. Hatta senaristi PKK da hiç değil. Bana sorarsanız, fotoğrafın tümüne bakmaktan kastım bu. Bunun senaristi Avrupa’nın desteğiyle Amerika’dır. Amerika’nın Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenleme projesidir. Bu projede sırasıyla hangi hedeflerin olduğunu önem sırasına göre hatırlatmakta yarar var.

 

PİYONLAR ZAMANI GELDİĞİNDE KULLANILIYOR

Burada birinci hedef; Amerika’nın ve devamında da Avrupa’da Almanya, Fransa ve İngiltere’nin bölgede çıkarlarını garantiye almak. Uzun vadede koruma altına almak. Bunun hemen bir altında İsrail’in bölgede geleceğini garantiye almak; onun ulusal güvenliğini garanti altına almak. Bunun hemen altında ve belki bunun için olmazsa olmaz Türkiye’nin büyümesini engellemek; çok önemli bir hedeftir. Bu hedefleri gerçekleştirmek için neler yapmak lazımsa, hangi piyonları, hangi aktörleri sahada kullanmak gerekiyorsa zamanı geldiğinde onların kullanıldığını görüyoruz.

 

AKTÖRLER KİMLER?

Burada aktörler kimlerdir? Tabi ki Türkiye’dir, sonra Kürtlerdir ve Kürt’lerin olduğu her ülkenin yöneticileridir, yönetimleridir. İsrail kenarda izleyen ve ona rol düştüğü an fazlasıyla yapan bir aktördür. Ortadoğu söz konusu olduğu zaman İran’ı da saf dışı edebilirler; oda var. Dolayısıyla bana sorarsanız ne İran, ne Bağdat, ne Suriye, ne PKK, ne Türkiye tamamen kendilerinin belirlediği ve tamamen kendi iradeleriyle ortaya koydukları bir eylem yoktur. Bazen kendi tasarladıkları plan ile bu makro plan çakışırsa eh, sakince, ortak çıkarlar söz konusu olunca… Ortak çıkarlar söz konusu olduğunda sonuç verici eylemleri oluyor, etkinlikleri oluyor; fakat çatırtı duymuyoruz. Ama bu yerel maslahatlarla, makro maslahatlar ters düştüğünde kıyamet kopuyor.

 

-Yani, çatırtının sesi yüksek oluyor.

 

Evet, öyle oluyor.

-O zaman şu an hükümetle Öcalan’ın yürüttüğü yerel, özgün bir projedir diyebilir miyiz?

 

KÜRTLERİN GELECEĞİ, TÜRKİYE’NİN ROLÜ

Özgünlüğü şudur, ona ben katılıyorum. Onu her zaman ifade ettim. Kürtlerle barış projesi olayı, sadece o değil, olay Ortadoğu’nun dizaynıdır; onun içinde Kürtlerin geleceği söz konusu ve Türkiye’nin rolü söz konusu. Barış süreci özgün ve yereldir. Ve ilk adımı da Türkiye atmıştır. Belki de son dönemde, 12 yıllık süre içerisinde AK Parti’nin attığı en sağlıklı adımdır. Daha önce Amerika’ya gittiğimizde Kürt sorunu, PKK sorunu masadaydı, İngiltere’yle görüştüğümüzde PKK sorunu masadaydı. Aman istihbarat verin, aman silah verin, aman karşıya destek vermeyin, ülkenizdeki Kürtleri, PKK’lıları barındırmayın, bize iade edin gibi, yani her gündemin başında PKK sorunu vardı. Türkiye en sonunda doğruyu buldu. Bu münasebetle gidip Amerika’ya vereceğiniz tavizin onda birini kendi vatandaşınız olan Kürtlere verin; bu işi yerelde çözersiniz ve başkasına ihtiyacınız kalmaz. Sonra Türkiye bunu kabul etti. Benim geçmişte zaman zaman hatırlatmalarım olmuştu ve bugün bunların çoğu hayata geçiriliyor.

 

PROJE ÖZGÜNDÜR, SENARİSTİ TÜRKİYEDİR

Buda benim tezlerimden biriydi. Kabul gördü ve hayata geçirildi. Türkiye dedi ki, tamam Kürt sorunu var, benim sorunumdur ve ben bunu çözmek zorundayım. Bu bakımdan özgündür ve senaryosu burada yazıldı, senaristi bana göre Türkiye’dir. Türkiye tamamen özgür iradesiyle isteyerek, severek mi bu senaryoyu yazdı ve hayata geçirmeye çalışıyor? Hayır. Bugüne kadar Türkiye’de var olan büyük bir huzursuzluk var, asimilasyon politikaları var, dengesizlikler var, bunları artık gidermek ve kendi toplumunu istikrara kavuşturma projesinin bir alt başlığıdır. Burada her ne kadar biz kendiliğimizden yaptık, PKK istiyor, Kürtler istiyor diye biz yapmıyoruz deseler dahi PKK’nın bugüne kadar verdiği mücadelenin etkisi söz konusudur ve bugüne gelmesinde de çok büyük rolü vardır.

 

-Yani PKK’nin rolünü olumsuz ya da olumsuz yadsıyamayız.

Onun payı var. Yerel olunca dışarıdan planı yapanlar çok rahatsız oldu. Her meselenizi götürüp onlara rica ediyordunuz, bedeller ödüyordunuz, tavizler veriyordunuz, pazarlık konusu oluyordu. Şimdi onlara hiç minnetiniz olmadan kendiniz onu çözmeye çalışıyorsunuz. Pek hoşlanmazlar.

Hiçbir ağa köyde kavga edenlerin, kendisine gelmeden barışmasını istemez. Bu bizim feodal kültürümüzde var yani.

 

--Tam böyle Ortadoğu’ya girmişken, şöyle bir şey vardı: ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ , Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi , ‘Arap Baharı’ falan filan gibi şeyler. Bunlar hep böyle bir anda gelişti. Türkiye, bu işlere yakın duran bir ülke konumundaydı. ABD’yle ve İsrail’le ilişkiler iyiydi; orada enerji koridorları gibi şeyler tartışılıyordu. Son dönemlerde dikkat ediyoruz, Türkiye’nin hem ABD’yle, hem İsrail’le ilişkilerinde bir zayıflık var.

 

Tam da benim dediğimi söylüyorsun. Büyük projeyle, o makro stratejik projeyle, yerel aktörlerin hesapları, kitapları, planları birbirine uymayınca dengeler bozuluyor. Bizde ‘Öküz ölünce, ortaklık bozulur’ derler ya. Ortak çıkarlar söz konusu olmadığında atılan adımlarda sıkıntı ortaya çıkıyor. Amerika zaman zaman ifade de ediyor, işin doğası da böyle, ben süper devletim, her tarafta, gözüm, kulağım ve gücüm var, bu bölgede de benim çıkarlarım var, ben bunları kollarım, gözetirim. Olacaklar benim çıkarlarıma zarar vermemeli diyor. Örneğin yerel aktörlerden olan Türkiye’de Ak Parti’yle başlayan ciddi bir siyasi istikrar yakalandı. Koalisyon dönemlerde hiç rastlamadığımız güçlü bir yönetim oluştu.

 

ERDOĞAN ÖZGÜN, YEREL, MİLLİ POLİTİKA İZLİYOR

Hem içeride her seçimde halkın %50 civarında desteğini alan bir iktidar ve çevresindeki ülkelerle de çok güzel diyalog oluşturan bir iktidar oldu. Ve dışarıda ciddi, güçlü ve pozitif bir imaj

oluşturuldu. Bu, kesinlikle hem Avrupa’daki siyasi aktörleri rahatsız etti, hem de Amerika’yı rahatsız etti. Ortadoğu’da iki tarafında stratejik çıkarları var. Türkiye’nin Afrika politikası, Türkiye’nin Kuzey Afrika politikası ve Türkiye’nin Ortadoğu politikasında tabi ki Türkiye’nin çıkarları önceleniyordu. Tayyip Erdoğan özgün, yerel ve milli bir politika izliyor. Batı bunu görmeden önce Türkiye’de halkın desteğini almış muhafazakâr bir iktidarla beraber çalışabileceğini düşündü. O yüzdende bizimle iyi geçindi. Bu tahterevalli gibi bir şeydir, siz bir tarafa basarsanız, diğer taraf ayağa kalkar. Yerel çıkarlarımızı, milli çıkarlarımızı öne çıkardığımızda, küresel dengeler içerisinde o bölgede çıkarları olan süper güçleri rahatsız edersiniz. Onlarda tabi ki sizi caydırmak isterler ve buna mani olmak isterler. Bu işin doğasında var. Şu anda onu yaşıyoruz.

 

İHVAN KONUSUNDA FAZLA MÜDAHİL OLDUK!

Türkiye’deki siyasi kadro, yerel ve milli çıkarlarında ısrar ettikleri için İsrail politikaları, Suriye politikaları, Kuzey Afrika (Mısır,Libya politikası) politikası batıyı endişelendirdi. Böyle giderse Türkiye ileride bizim bölgesel çıkarlarımızı çok sıkıntıya sokar ve günün birinde oradan dışlanmış olabiliriz endişesine girdiler. Onlarda çok sert başladılar. Mesela daha önce Libya için bu kadar

yıpratıcı bir plan belki yoktu ama Türkiye’nin lehine de gelişmeler vardı; şu an tamamen Türkiye’nin aleyhine döndü. Şu an Libya kamuoyu ve Libya’daki siyasi aktörler neredeyse Türkiye düşmanı oldu. Mısır konusunda önce çok müdahale etmediler, İhvan’ın temsilcileri, kadroları seçimle iş başına geldiler. Biz orada fazla müdahil olduk diye düşünüyorum ben; fazla sahiplendik. Bu sahipleniş fotoğrafın tamamı içinde çok tehlikeli bir ikaz görevini görüyor. Eğer biz Mısır’la o kadar yakından ilgilenmeseydik, İhvan’ın tüm coğrafyadaki hareketlerine hamilik rolüne girmeseydik, batı bunu yerel ve lokal bir değişiklik olarak görebilirdi. Ama bizim bu kadar önemli ve geleceğe etkisi olacak tarzımız, siyasetimiz onlarında meseleye farklı bakmasına sebep oldu diye düşünüyorum. Mısır’a müdahale ondan sonra geldi. Hiç kanun, hukuk, demokrasi dinlemeden asker birliğini alıp getirip ülkenin başına koydular.

 

- O zaman Türkiye’nin bu tavrını çok benimsemiyorsunuz gibi geliyor; İhvan meselesinde.

 

Yani siyaseti belirleyen, kararı veren, dış politikayı belirleyen biri değilim. Hatta çok iyi bilen biride değilim; elimde fazla istihbarı bilgilerde yok. Bir dış politika uzmanı değilim. Ama yerelde siyaset yapmış, özgürce düşünmeye çalışan bir insan olarak bu gibi olayları değerlendirmek, bence hepimizin görevi. Hepimizin suskun oturmamızın bir anlamı yok. Her ne oluyorsa, iyi oluyor veya her ne oluyorsa kötü oluyor mantığı ve üslubu içine girmenin de bir anlamı yok. Ben soldan gelsin, muhafazakâr kesimden gelsin, kendi konumum hiç önemli değil, şüphesiz kendime has konumum vardır. Ama bir olayı değerlendirdiğim zaman objektif ve tarafsız olurum, olmam da gerekiyor. Aksi halde yanlış teşhiste bulunup yanlış tedavi uygulamış olurum. Oda zarar verir. Mesele o değil. Siz kim olursanız olun, sizin birçok doğru davranışınızın yanında yanlış davranışlarınızda olabilir. Siz, vahiyle dahi desteklenseniz, peygamberde olsanız, beşer sıfatınızla yanlışlar yapabiliyorsunuz. Ve

daha sonra Allah düzeltiyor; buna da şahit olmuşuz. Biz de bununla mukayese edilmeyecek kadar zaaflarla malul bireyleriz.

 

İKİ YANLIŞTAN BİRİNİ TERCİH EDİYORSUNUZ

Türkiye gibi bir ülkeyi idare etmek kadar zor bir şey yok. Siz her an doğruları yapma şansına sahip değilsiniz. Siz zaman zaman iki yanlıştan birini tercih etmek zorundasınız. Bunun ölçüp, biçip ülkeye en az zararı olan yolu tercih etmişsinizdir. Ama dışarıdan bakıldığı zaman kimse sizin iki yanlıştan birini mecburen tercih ettiğinizi bilmez ve direk yanlış yaptığınızı söyler. Bu yanlış, evet

doğru yapılan yanlış ama bunu yapmasa, yapacağı diğer şey onun iki misli yanlış olacak. Vatandaş

da onu düşünmüyor. Maalesef siyaset yapanların kaderi bu.

 

-Mısır’ın Ortadoğu’daki durumunu düşündüğümüzde, Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkilerinde de bir kırılma olduğunu düşünüyor musunuz?

 

İsrail politikamızda da doğrusu benim çekincelerim var. Tamam, biz Filistin halkının yanındayız, bu doğru. Biz siyaseten Hamas’ın da yanındayız, buda doğru. Batı’da bir noktaya kadar bizi bu konuda hoş görüyordu. Ama İsrail’in oradaki varlığını da asla göz ardı etmememiz gerekiyordu.

 

İSRAİL’İN ÖZRÜNÜ KABUL ETMELİYDİK

İsrail Ortadoğu’nun vazgeçilmez bir parçasıdır. Batı’yla tamamen entegre halde olan bir parçası olan, desem Amerika’nın toprağıdır; abartmamış olurum. Böyle bir gerçekle karşı karşıyayız. Dolayısıyla bölgede dostlarımızı kollarken veya hasımlarımız aleyhine projeler geliştirirken, masada bütün bunları bulundurmamız gerekiyor. İsrail’le hasmane politikamda ölçülü olmalı, Filistin’i destekleme politikamda ölçülü olmalı. Birini kaçırırsam, projeme zarar veririm diye düşünüyorum. Madem Amerika Gazze konusunda bu kadar hassastı ve sırf Gazze’de daha yumuşak olmamızın karşılığı olarak İsrail’in bizden özür dilemesini sağladı. Yanılabilirim ama bence biz o özrü kabul etmeliydik. Bölgede bu kadar sıcak çatışmalar varken, bu kadar kazan kaynıyorken bizim bir hasmımızı daha karşımıza veya bir rakibimizi daha karşımıza almamızın bir anlamı olmaz. Dış politikamızın böyle eleştirdiğim tarafları var.

 

--Davutoğlu, ‘İmralı heyeti ve Demirtaş bize verdikleri sözü tutmadı’ gibi bir demeç verdi. Bundan ne anlam çıkar?

 

İki tarafta birbirine verdiği sözleri tam olarak yerine getirmiyor. Aslında getiremiyor.

 

--Getiremiyorlar demek daha doğru bir tabir olur mu?

Tabi. Bu gerçeği görmek gerekiyor. O pazarlık masasında konuşulacak şeylerdir. Süreç devam ettikçe, bu gibi serzenişler, bu gibi karşıyı suçlayıcı iddialar olacaktır. Tekrar söylüyorum, iki tarafta zaman zaman gerçekleştiremeyecekleri şeyleri konuşurlar ama daha sonra gerçekleştiremeyeceklerini anlarlar. Anladıklarında da ayak sürterler. Şu gerçeği hiç unutmayalım, yüz yıllık bir olay var, son 30 yılda çok ciddi olaylara sahne olunmuştur, toplumsal büyük bedeller ödenmiştir ve artık yolun sonuna gelinmiştir; buradan öteye gitme şansı ikisi içinde yok. Hatta üçüncüsü, toplumun da artık bundan ötesine tahammülü yok.

 

YOLUN SONUNA GELİNDİ, ÖTE YOL YOK

--Top Yekun yolun sonundayız diyebilir miyiz?

Yolun sonundayız. O yüzden istemeyerek masaya oturdular. Şimdi Kürt tarafı, öyle söyleyeyim; PKK gibi şu an aktif olarak mücadele ettiğini gördüğümüz bir grup var, olayların tarafı da onlardır. Onların bugüne kadar talep edip de, elde edemedikleri hatta ütopyaları da olsa tahayyül ettikleri şeyleri bir anda ister duruma geldiler. Tamamını birden ve hemen istiyorlar. Ben geçenlerde borçlu demiştim. Borcun tamamını hemen tahsil etmek istiyorlar; hem de hemen şimdi. Devlette borç olayını kabul etmekle birlikte bugüne kadar yapılmış yanlışları kabul etmekle birlikte, bunların tamamını ve hemen telafi etme, tazmin etme imkânına sahip değil. Dolayısıyla iki tarafında yapabilecekleri ve yapamayacakları şeyleri kısmen revize etmeleri gerekiyor. Çıtayı aşağı indirmek zorundalar. Bir ortak nokta yakalamak zorundalar. Buda hemen olmaz. Bizim memlekette kan davaları olur ve siz onları uzlaştırmaya, barıştırmaya girdiğinizde, iki tarafın birçok iddiası olur, iki tarafında iddialarının birçoğu doğru olmayabilir, talepleri aşırı olabilir. Siz biraz oradan kısarsınız, biraz buradan kısarsınız, kan parasını düşürürsünüz, berdel gerekiyorsa onun sayısını düşürürsünüz, çok silah isteniyorsa onu tabancaya indirirsiniz.

 

-En makul asgari müşterek diyorsunuz.

Tabi tabi. Yapılabilir bir şey, iki tarafında yapabileceği ve iki tarafında onurunun rencide olmayacağı bir orta yol bulursanız çözersiniz. Yoksa masadan kalkılır. Bununda örnekleri vardır.

 

SEKRETARYA VE MANDELA ÖRNEĞİ

--Çözüm süreci ve sekretarya. Son günlerde sekretarya konuşuyoruz, İmralı’da bir sekretarya oluşacak, birileri olur diyor, birileri olmaz diyor. Olmalı mı, olmamalı mı ya da olacak mı?

 

Beni siyasetin tarafı olarak görüp de veya sürecin bir tarafında biri gibi görmeyin. Burada bir rolüm yok. Dolayısıyla benim açıklamalarım tamamen bireysel olur.

 

-Aynen öyle düşünüyoruz. Tecrübeli biri olarak bu siyaseti bilen, Kürt siyasetini de, Türkiye’yi de bilen biri olarak soruyoruz.

 

Mandela filmi vardır. Belgeseldi, izleyebildiniz mi bilmiyorum.

 

-İzledim evet.

 

Keşke her Türkiye vatandaşı izleyebilseydi. Bire bir gerçek olan bir siyasi mücadeleyi çok abartmadan sunuyor. Güzel sonuçları vardı. Ben orada Mandela içerideyken, ilk safhalarda gördüğü gayri insani muameleler, arkadaşlarıyla sıkıntıları, hücre cezaları, tecritler ve ondan sonra da yavaş yavaş devlet yetkilileriyle nasıl görüşmeye başladığını, sonra bir eve alındığını, daha sonrada dışarı çıkarıldığını, özgür bırakıldığını izliyorsunuz, değil mi?

 

-Evet, aynen öyle. Hatta devletin yetkili bir görevlisi ondan sorumlu oluyor.

Evet, bir subay katkıda bulunmuştu. Daha önce Mandela katildi! Caniydi! Bütün sabotajların, suikastların sorumlusuydu ama daha sonrada barış güvercini oldu. Sivil siyaset hayatında çok başarılı oldu. Afrika’da toplumsal barışın simgesi haline geldi. Demek ki bir katilden, bir caniden veya öyle sanılan biri için şartlar değişince daha sonra topluma çok daha yararlı bir kişi ortaya çıkabiliyor. Oraya doğru gidiyoruz. Bence kimse bugüne takılmamalı.

 

--Biraz geçmişe de takılmamak lazım galiba

Geçmişe de asla takılmamak gerekiyor. Mesele orada. İnsan tabiatına bağlı ve yaşanmış, yaşanmakta olan gerçeklere de bağlı olarak düşünmemiz gerekiyor. Farklı beklentilere, farklı endişelere de kapılmamak gerekiyor. Sen dağda 30 yıl yaşamışsan, oranın dışında bir yaşam tanımıyorsan, hep orada ölüm-kalım arasında hayatını 24 saat sürdürüyorsan, senin hemen sivil ve demokratik siyaset yapma şansın olmaz. Bu bir gerçektir. Bu gerçeği göz önünde bulundurmak gerekiyor.

 

İKİ TARAF DA BİRBİRİNİN HALİNİ ANLAYAMIYOR

O bakımdan benim zaman zaman şu endişem oluyor; İki taraf birbirinin halini tam olarak anlayamıyor. Biri Kandil’den bakıyor, batı kamuoyunu, Türkiye toplumunun genel durumunu okuyamıyor. Ankara’daki bürokratta, siyasetçide Diyarbakır’dan veya Şırnak’tan olaya bakamıyor. Kendine göre düşünüyor. Biri ulusal bütünlüğü, Misak-ı Milli’yi, ülkenin toplumsal istikrarını önde tutar, onun dışında önemli bir şey görmeyebilir. Bir diğeri de, o an yaşamakta olduğu can tehlikesini veya gördüğü işkenceyi veya yaşadığı fakirliği, geleceğe karamsar bakışından ayrı düşünemez durumdadır. Alacaklı kapıya dayanmış, borçlu psikolojisi gibi. Dolayısıyla böyle olunca iki tarafın birbirini rahat anlaması, birbirini anlayacağı dil ve üslup kullanması kolay olmuyor.

 

--Bu biraz paranoya bir duruma hitap ediyor ama ilerleyen süreç bu paranoyayı ortadan kaldıracak gibi görünüyor.

 

Evet, sabırlı olursak öyle olur. Ama bir de şu var; bizi kendi kendimize bırakmıyorlar ki. Amerika’nın müdahalesi gizli değildir. Bir sır değildir. Irak’ın kuzeyinde oluşan siyasi Kürt oluşumu, Suriye’nin bulunduğu durum ve oradaki Kürtlerin ne olacağı ve İran’ın tüm bölgeye hangi açıdan, hangi maslahatlar açısından baktığı gerçeği var ve bunlar süreci etkiliyor.

 

--Abdullah Öcalan en son konuşmasında; kimseyi karıştırmayalım, üçüncü dördüncü şahıslar devreye girmeden, kendi aramızda, yerel ve özgün bir çözüm demişti.

 

Bunu en iyi yaşamış insandır ve doğrudur. Emin olun ben bundan 3-5 yıl belki daha da önce bunları söyledim. Kesin olan bir şey daha var ki, başkaları illaki karışacak. Aldığınız kararlar,

onların çıkarlarını etkiliyor. Sizin bu konuda aldığınız karar Suriye’nin geleceğini etkiliyor, Bağdat’ın geleceğini etkiliyor, yıllardır Kandil’de hayat sürdüren insanların kaderini etkiliyor. Türkiye’de artık eşit vatandaş olarak yaşamayı hakkı olarak gören büyük bir toplumsal kesim var.

 

--Kürtler açısından söylüyorsunuz değil mi?

Tabii, onları da ilgilendiriyor.

 

--Bu noktadan çözüm sürecinin daha sağlıklı ilerleyebilmesi için toplumun da sağduyusunun devreye girmesi açısından müzakere ya da bu tip görüşmelerin açıktan yapılmasını doğru buluyor musunuz?

 

İkincisi, şu cümlenizden yola çıkarak, ‘Bizi, bize bırakmazlar’ Türkiye’nin Kürt sorunu kadar büyük bir sorunu varken, yanında başka bir sorun daha var: Alevi sorunu. Alevilerin sıkıntıları var. O konuya ilişkin nasıl bir süreç bekliyor Türkiye’yi.

Tekrar söylüyorum; bizi bize bırakmamaları doğaldır, bizim de onlarla mücadele etmemiz gerçeğini ben anlatmak istedim. Başkasının müdahalesinin önünde durmamız lazım. Israrcı olmamız lazım. Sakin duramayız, başkasının müdahalesine mani olmalıyız, yoksa sonuca varmamız ya mümkün olmaz yâda çok geç olabilir.

 

 

MÜSLÜMAN KESİM, ALEVİLER VE KÜRTLER

Alevi meselesine gelince; Türkiye’nin çok önemli 3 kesimi ile cumhuriyetin kuruluşundan beri problem yaşandı. Yanlış temeller atıldı, bunu her zaman aydınlar ifade etti. Bunlardan biri dinini özgürce yaşamak isteyen Müslüman kesimi, sonra Alevilerdi, etnik özellikleriyle, haklarıyla yaşamak isteyen Kürt halkıydı. Sistem bunları yok saymayı hedef olarak kabul etti. Kavga o günden bu güne devam ediyor. Şüphesiz Türkiye bu sorunları çözmeden huzura ve istikrara kavuşamaz.

 

SORUN 100 YILLIK, ÇÖZMEK İÇİN SABIR GEREKİYOR

Bu da bir gerçek. Ama bir gerçek daha var ki, kimsenin elinde sihirli bir değnek yoktur. 100 yıllık sorunları bir anda, bir yılda 3-5 yılda çözme imkânına, kabiliyetine sahip değildir. Böyle olunca taraflar bunun farkında olacağız ve sabırlı olacağız. İyi niyetlerle belirlenmiş hedeflere doğru yavaş ve emin adımlarla, belki bazen iki ileri bir geride olsa yola devam edeceğiz. Olay bu.

BU TÜR GÖRÜŞMELER GİZLİ OLUR

Açık, şeffaf görüşme işin tabiatına uygun değil. Arkada konuşulur, pazarlıklar yapılır, bazen kavgalar edilir. Sonra da halka açıklanır. Halkın bu konuda daha sakin olması, olayın tabiatına uygun davranması gerekir. Bazı aydınlar, gazeteciler maalesef tahrik ediyor, zarar verici üslup kullanıyor; ‘Niye haberimiz olmuyor, bu işler niye gizli yapılıyor’ diye. Bu işin tabiatında gizli yapmak var, çünkü bazen kavga yapacaklar, bazen de hoş beş edecekler. Her şeyi seninle paylaşırlarsa

olur mu? Kesinlikle açıktan olduğu zamanda herkes kendi mevziinde bulunur. Sürekli bir savunma ve saldırı refleksi içinde olur. Yok, böyle bir şey. Şeffaf, şeffaf denilerek sonuca ulaşılmaz.

 

--İyi niyet ve karşılıklı güven olursa, bu işler daha iyi yürür diyorsunuz

İyi niyet ve güveni tam olarak göremeyebiliriz. Yıllardır, kavga eden iki tarafın her şeyi bir anda unutması mümkün değildir, kuyruk acısı misali. O olduğu sürece daha tedbirli ve temkinli olmak lazım. İşin sırrı da buradadır. Devlet şundan endişe ediyor, biz bugün talep edilenleri verirsek yarın bundan daha fazlasını isterler. O zaman ne yaparız. Yapamayacağımız şeyler isterler. PKK tarafında siyaset yapan aktörlere gelince onlarda devlete güvenmiyorlar, çünkü geçmişte maalesef olumsuz örnekler var. Verilmiş sözler yerine getirilmemiştir. İkide bir katliam, tenkil, tecil yapılmıştır. Kitlesel işkence ve hapis var. Böyle olunca kendilerini garantiye almak istiyorlar. Bu birincisi. Diğer problemde Devlet tarafı hesap kitap yaparak bu işi çözmeye karar vermiştir ve tek başına iktidar olan bir siyasi kadro var, bu büyük avantaj.

 

KÜRT TARAFINDA ÇOK BAŞLILIK VAR

Fakat Kürt tarafında bu derece sağlıklı bir yapı yok. O da şartların ortaya koyduğu bir olumsuzluktur. İmralı var, Kandil var, siyaset yapan BDP var, KCK var ve dağdaki silahlı grup var. Ben cezaevlerindeki ve Avrupa’daki grupları da saymıyorum. Onlarda önemli insiyatifler. Yani insiyatifte yetki kullanmada ciddi manada çok başlılık var. 6-7 Ekim olaylarında da hatırlattık, bu çok başlılığın etkisi de olabilir.

 

İMRALIYI BOŞA ÇIKARMAK, DEMİRTAŞ’I DİSKALİFİYE ETMEK!

Yani İmralı’yı boşa çıkarmak gibi veya Selahattin Demirtaş’ı diskalifiye etmek gibi. Dolayısıyla birinin doğru bulduğunu bir diğeri yanlış bulabiliyor. Bu sürecin lehine, süreci doğru bir şekilde geleceğe taşıma adına ve o niyetle olsa daha saygı duyarız. Ama süreci sabote etmek Türklerle Kürtlerin iç savaşına dönüştürecek tehlikeli bir yöne doğru sürüklenmek isteniyorsa, bu çok tehlikeli. Bence ihanettir. Buna karşı da çok uyanık olmamız gerekiyor. Çünkü maalesef o kadar yıllık illegal mücadele veren bir örgütte bu kadar çok başlılık olur, bu kadar farklı fraksiyonlar olabilir. Birde dışarıdan her ülkenin parmağı var örgütün içinde. Bir de bu gerçek var. İran örgütü

kullanmak istiyor, İsrail kullanmak istiyor, Suriye, Esat sınırsız, ölçüsüz bir şekilde kullanmak istiyor. Dolayısıyla kendi haline bırakılan ve aklıselimi ile düşünen başı, ortası, sonu belli bir yapı yok orada.

 

ÖCALANDA DİLE GETİRİYOR

En büyük tehlikede bu, herkes öyle söylüyor. Apo’da bunu zaman zaman dile getiriyor. Nitekim Bingöl olayı için ‘provokasyondur’ dedi. Kim tarafından yapıldı. Akla hemen iki şey geliyor; Devletin derin unsurları ki, kaldıysa. Onlar tarafından olabilir, bilmiyoruz, emin değiliz daha. Birde barışı istemeyen milliyetçi unsurlar yâda istihbarat örgütleri ile teması olan unsurlar olabilir. Esas benim aklıma gelen, PKK’nın içinde bu süreci istemeyen, desteklemeyen, şiddetli bir çatışmayı tercih

eden bir fraksiyonda olabilir. Orada adını duyduğumuz her komutanın ayrı bir bağlantısı var.

 

HATİP DİCLENİN KATKISI OLUR

İmralı’da oluşturulacak sekretaryaya makul bir isim olarak Hatip Dicle’nin de dâhil edileceği

şeklinde açıklamalar var. Sekretarya olayını olması gereken bir şey olarak düşünüyorum. Geçte olsa doğru adımlar atılıyor bence. Çünkü başka türlü tarafların birbirlerine taleplerini iletirken yetkili olması gerekiyor. O yetki olmayınca laflar havada kalıyor. Ben, Hatip Dicle gibi birinin müzakereler sırasında bir tarafta olmasını çok anlamlı ve faydalı buluyorum. Meselenin geçmişinden beri içinde var olan ve bedel ödeyen ve akliyeti kabiliyeti olan biri. Katkısı olur diye düşünüyorum.

 

SUÇLAMA YAPANLAR EMPATİ DE YAPMALIDIR

Son bir şey daha söyleyeyim; Taraflar birbirlerini suçlarken empati yapmalıdırlar. Sadece karşı tarafın ne dediğine bakmamalılar, kendileri de ne dediklerini düşünmeliler. Yani siz karşı tarafın sert bir ifadesini, hakaret içeren bir ifadesini duyduğunuzda sizin verdiğiniz tepki önemlidir. Eğer sizde bir o kadar sert, belki daha fazla hakaret içeren üslup kullanırsanız karşı tarafı suçlamaya hakkınız yok. Yani siz, cümlenin başında sonunda sürekli Türkiye’nin IŞİD i desteklediği, Türkiye’nin Suriye’de olanların sorumlusu olduğunu söylerseniz, Türkiye’deki siyasilere katil derseniz, ondan sonra Cumhurbaşkanın da ‘terör’ örgütü demesine bozulma hakkınız olmaz. Yani dediğim gibi empati yapmak durumundasınız,. Ancak böylece Yaklaşım olabilir, ortak payda yakalanabilir.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.