Şair Atılgan: Hikâyeler sizinle birlikte geliyor
Diyarbakır’dan ayrılmadan kısa bir süre önce gazetemizi ziyaret eden şair Hülya Atılgan, bölge illerinde yaptığı kitap tanıtım günlerinde edindiği izlenimlerini bizimle paylaştı.
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız, Hülya Atılgan kimdir?
‘40’lı yaşlardan sonra böyle bir yola girdim’
“ 1961 Ankara doğumluyum fakat kökenim buralardır. Annem Ağrı’lı, babam ise Tunceli /Çemişgezek. İlkokul 2’inci sınıfa kadar Diyarbakır’daydım. Sonrasında ise babamın mesleği dolayısıyla Ege’ye geçtik. Çocukluğumun bir kısmı Diyarbakır’da geçti ama büyük bir kısmı, genç kızlığım ve sonraki yaşamım hep Ege Bölgesinde geçti. Bir ara lise yıllarında Konya’da kaldım ve orada eşimle tanışıp evlendik. Erken yaşta bir evlilik yaptım, o yıllar 70’li yıllardı. Gençlik hareketlerinin en yoğun olduğu dönemlerdi ve eşimle bu dönemde tanıştık. Tabii ki, hem o dönemin idealist duygularıyla birbirimizi sevip hem de o hayat felsefemizi, siyasi bilincimizi hayata geçirme çabamızı sürdürmeye adım attık. Uzun yıllar sosyal faaliyetlerle uğraştım, 6 yıl amatör olarak müzikle uğraştım. Ara ara çalışarak yaşamımı idame ettirmeye çalıştım, öyle fazla çalışma hayatını seven biri değildim. Yani, ihtiyacım olduğu zamanlar çalışıyor, ihtiyacım olmadığında ise çıkıyordum. Uzun bir süre siyasi, sosyal tüm faaliyetlerden elimi ayağımı çekip, içime doğru bir yolculuk dönemim başladı. 40’lı yaşlardan sonra böyle bir yola girdim.
Öncesinde şiire bir ilginiz var mıydı?
‘Lisede bir şiirim derece almıştı’
İlkokul’dan hemen sonra okumaya olan ilgim olduğunu fark ettiğimde sürekli olarak okumaya başladım. Sokakta bir gazete görsem, üzerini temizler okurdum. Ortaokul yıllarımda şiir denemelerim oldu. Lisede bir şiirim derece almıştı. O yıllarda tabii ki, bütün bu ilgim, alakam iyi bir okuyucunun merakı şeklindeydi. Lise yıllarımda Türk edebiyatını, dünya edebiyatını yoğun bir şekilde takip ediyordum. Türkçe öğretmenim çok iyi bir öğretmendi ve beni çok iyi yönlendirmişti. O yıllarda TRT’nin yayınları da çok nitelikliydi. TRT’nin o dönem bir kuşak üzerinde çok büyük bir etkisi vardı. İsmail Cem dönemi muhteşemdi. TRT o dönemlerde gençliğin kültürel, entelektüel birikimine ciddi katkıları olan yayınlar yapıyordu. Her hafta mutlaka bir tiyatro oyununu televizyondan izleme imkânımız vardı. Yine, dünyaca ünlü çok iyi filmleri TRT’de izleyebilirdik. Dünya klasiklerinin dizilere ve filmlere uyarlanmış hallerini seyrederdik. O dönemlere ayırt etmeden her şeyi okuyordum. Bu süreç içinde dünya görüşüm, hayat felsefem belirmeye başladı ama her zaman için sanat, edebiyat hayatımın merkezindeydi.
‘Sözcükler, dergisinde iki şiirim yayınlandı’
Tabii, bütün bu sürecin sonunda bir içe kapanma hali yaşadım. Tasavvufa yöneldim, mesneviler falan, bir dört yıl böyle beslendim. Sonrasında ise benim manevi kızım dediğim, genç bir bayan akademisyenin ısrarıyla şiir yazmaya başladım. Bundan 7 yıl öncesiydi şiirlerimi yazdım ve değerlendirmesi için de o genç akademisyen arkadaşıma yolluyordum. Yazdıklarım konusunda değerlendirmelerini bana iletiyor, benim eksikliklerim noktasında beni uyarıyor, daha iyi yazmam konusunda beni yönlendiriyordu. Şiir yazmanın incelikleri, püf noktaları konusunda ufkumu açıyordu, bana bu konuda ders veriyordu. Yüzlerce şiir yazdım yolladım ama çilerinden çok azı istediği gibi oluyordu. Tabii ki, bütün bu çalışmalardan sonra ben de şiir yazmanın püf noktalarını kavramaya başladım. İyi bir şiir okuruydum ama yazmak bambaşka bir şey. Okurken şiirin iyisini çok iyi bildiğim halde yazarken bu incelikleri fark etmek kolay olmuyor. Zamanla yavaş yavaş da olsa daha az hata yapmaya ve daha iyi şiirler yazmaya başladım. Bütün bu çabalarımız sonucunda bir süre sonra 50 kadar şiirim oluşmuştu. Bu 50 şiirden de 12 tanesini ayırdık. Sonrasında ise dergilere şiirler yolladım. Ortaokul yıllarımdan beri Varlık dergisini takip ederdim ve benim için bu dergi idoldü. Tabii ki, Varlık dergisinde şiirlerimin yayınlanmasını çok istiyordum. Varlık ve Sözcükler dergilerine şiirlerimi yolladım. Varlık dergisi şiirlerimi yayınlamadı ama Sözcükler dergisinde iki şiirim yayınlandı. Sözcükler gibi edebiyat alanında iyi bir yeri olan bir dergide şiirlerimin çıkması benim yolumu açtı. İlk şiirlerimin edebi açıdan ciddi, nitelikli bir dergide çıkmış olması diğer edebiyat dergilerinde de şiirlerimin yayınlanmasına referans oldu. 3 yıl boyunca şiirlerimi dergilere yolladım. Kıyı dergisinde3 yıl şiirlerim yayınlandı.
Kitabım üç dile çevrildi
Bu süreçte Özbek bir ressam bayanla tanıştım. Biz Nodira Güçsav hanımla resimli şiirli sergiler yapmaya başladık. İstanbul Taksim Sanat galerisinde, Antalya’da, Konya’da ve İzmir’de 4 ilde sergilerimiz oldu. Sanatseverlerden çok olumlu tepkiler aldık. Ondan sonra da benim kitap süreci başladı. Şiirlerimi bir dosyada topladım ve bir yayınevi ile görüştüm ve onlardan olumlu cevap geldi. Bu cevap üzerine Nodira hanımın resimleri ile benim şiirlerimi kitaplaştırdık. Bu kitaptan 1 yıl sonra bu şiirlerime 5 -6 şiir daha ekleyip yeni bir kitap, Tanrının gözbebeği adında yeni bir kitabım çıktı. Bu kitap da Özbekistan’da, Taşkent’te Özbekçe, Türkçe olarak yayınlandı. 3 – 4 yıl sonra da yine idealimdeki derginin, Varlık dergisinin yeni bir dosyayla kapısını yeniden çaldım. Aynı zamanda Kırmızı Kedi yayınevine de aynı dosyayı göndermiştim. Onlar da normalde şiir çok fazla yayınlamadıklarını, yayınlayacakları dosyayı da belli bir zaman sonra ancak yayınlayabileceklerini söylediler. Bu da tabii ki, benim için olumlu bir gelişmeydi. Varlık dergisi, yolladığım dosyayı beğendiklerini ve kabul ettiklerini ilettiler. Böylece Yasak Meyve’den Ayn çıktı. Bu sene Ayn üç dile (Rusça, Özbekçe, Kürtçe) çevrildi. Çevirileri de Rusça ve Özbekçeye Nasiba Yusupova, Kürtçeye ise Afif Biçim çevirdiler. Ayn’dan 4 yıl sonra ise yeni kitabım olan Ma bu sene çıktı. Yine, Yasak Meyve ile çalıştım.
Kitabınızın tanıtımını neden bu bölgede yaptınız?
‘Kendi köküme, toprağıma dönüyorum’
İlk kitabımın tanıtımını da yine bu bölgede yapmıştım. Çünkü benim kökenim burasıdır. Annem Kürt, babam Türk ve kökenim, kültürel yapım bu topraklardadır. Yani, ilk olarak kendi köküme, toprağıma dönüyorum ve sonrasında yaşadığım yerlere gidiyorum. Ait olduğum topraklara duyduğum özlem beni ilk buralarda başlamaya sevk ediyor. İnsan genetik kodlarındaki bilgilerle, aile büyüklerinden dinlediği hikâyelerle, onların yüzlerindeki mimiklerle, onların kokusu, onların dokusuyla büyüyor. Nerede büyürseniz büyüyün onlarla büyüyorsunuz. Asıl kökeninizi terk edip başka bir yere girmiş olsanız bile onların yüzlerindeki çizgiler, anlattıkları hikâyeler, nereye gitseniz sizinle birlikte geliyor. Annem de bu kültürü çok derinden yaşatan bir kadındır. Annem, yemek kültürüyle, yaşayış biçimiyle her şeyiyle kendi kültürünü koruyan ama yaşadığı şehrin modern yapısıyla da uyum gösteren bir hayat tarzını bir arada yaşayabilen biridir.
Bölgedeki kitap tanıtım etkinliklerinizi nerelerde yaptınız?
Üç ilde etkinlik yaptım
Önce Mardin’e gittim, ardından Diyarbakır’da ve son olarak da Batman’da kitabımın tanıtım etkinliklerini yaptım. Mardin’de Leylan Cafe’de, Diyarbakır’da İkinci Yeni Cafe’de, Batman’da ise ToV Sanat Cafe’de kitabımın tanıtım söyleşilerimi yaptım.
Bölgedeki kitap tanıtım etkinliklerinize ilgi nasıldı?
‘Batman’dan çok mutlu ayrıldım’
Tabii, daha öncesinde de gelmiştim ve ilk kitabımın tanıtımlarını da bu bölgede yapmıştım, o nedenle öncesinden bir tanışıklık, aşinalık var. Mardin’in kendisi başlı başına bir sanat eseridir. Ancak Mardin’de kültür sanat çalışmalarına ilgi noktasında bir durgunluk vardı. Mardin’deki etkinliğe ilgiyi açıkçası sönük buldum. Çok güzel bir mekândı ama Mardin kent olarak, daha doğrusu kent yaşamının sanata ilgisi açısından bana sönük geldi. Diyarbakır’daki etkinliğimiz ise fena değildi, güzeldi. Fakat Batman olağanüstüydü. Sanata olan ilgi alaka her anlamda mükemmeldi. Etkinliğe gelen konuklar çok nitelikliydi ve tam bir entelektüel sohbet atmosferinde çok güzel bir söyleşi oldu. Bir Kürt şair olan Berkem Bereh’in edebi bilgisiyle etkinliğe katkılarının yeri ayrıdır. Yine, etkinliğe gelen diğer konukların katkılarıyla çok çok güzel bir ortam oluştu. Batman’dan çok mutlu ayrıldım.
‘İnsanların gözlerindeki ışığın söndüğünü gördüm’
Tabii ki, 4 yıl öncesinde Barış sürecinde geldiğimde buralarda bir yaşam sevinci vardı. Her yer cıvıl cıvıldı, her yerde etkinlikler vardı, insanların çoğu sanatsal, kültürel anlamda bir şeylerle uğraşıyordu. Özellikle de kadınların yaptığı etkinlikler çok yoğundu ama bu sefer geldiğimde herkeste bir sessizlik, suskunluk vardı. Diyarbakır’ı çocukluğumdan beri bilirim, Diyarbakır yaşamayı seven bir şehirdir. Diyarbakır’daki sohbetlerden müthiş keyif alırdım, her bir espiride inanılmaz zekâ pırıltıları vardı. 4yıl önce Diyarbakır’a geldiğimde çocukluğumda bildiğim Diyarbakır’a hiç yabancılık çekmedim ama bu son gelişimde her şeye rağmen yaşam sevinci kaybolmayan insanların suskunluğu beni çok derinden etkiledi, yaraladı. Bu seferki gelişimde insanların gözlerindeki ışığın söndüğünü gördüm. Herkes sadece bir şekilde hayatını sürdürmenin derdine düşmüş. İnsanlar sadece günü kurtarmaya çalışıyorlar.
Diyarbakır’ın bu suskunluğu size yeni bir ilham kaynağı olabilir mi?
‘Ruhumun beslendiği kaynak buralardır’
Tabii ki, ben buradan beslenerek gidiyorum. Yazdığım bütün şiirlerimin kaynağı buralar, buralardaki yaşanmışlıklar, benim köküm burası, buradan beslenerek üretiyorum. Ben, kendi payıma sanata, edebiyata hep siyaset üstü bakmışım ve hep öyle bakarım. Ben, yazıya daldığımda ben bu dünyadan kopup, o genetik kodlarımdaki kültürün bilinçaltımdaki yansımalarının, ruhumun kâğıda dökülmesini yaşıyorum. Ruhumun beslendiği kaynak ise zaten buralardır. Burası benim köküm, suyum, toprağım, nefesim her şeyimdir. Bir de Batıda yaşayıp bu öz kültürümü Batıdaki kültürle de harmanlayınca bambaşka duygular, üretimler ortaya çıkıyor. Elbette ki, aynı zamanda bir kadın, erkek egemen sistemin içinde hiç erkekleşmeden şiir yazabilmek en büyük ve önemli özelliğimdir diye düşünüyorum. Şiirlerimi kadın diliyle, kadınca yazıyorum. Ayrıca yazan kadının toplumda desteklenmesi gerektiğini de çok önemsiyorum. Bir kadın için bana göre yazmak özgürlük alanıdır.
Yaşadığımız toplumdaki erkek egemen sistemden bağımsızlaşmayı nasıl başarıyorsunuz?
‘Şiir her şeye kadirdir!’
Şiir her şeye kadirdir! Yaşam içerisinde kendime nefes alma imkânı yaratan kadınlardan biriyim. Direngenliğim, yaşam karşısındaki duruşum, sürekli olarak kendimi yenileme isteğim bana bu gücü sağladı. Tabii ki, bunda hayat arkadaşımın desteğinin payı da büyüktür.
Kitap tanıtım etkinliklerinizin formatı nasıldı, nasıl bir atmosferde okurlarınızla buluştunuz?
‘Samimi ve doğal bir ortamda her şey kendiliğinden gelişiyordu’
Aslında buna tamamen etkinliğe katılım sağlayan sanatseverlerle birlikte doğaçlama olarak karar veriyoruz. Onların görüşlerini alarak etkinlik formatını belirlemiş oldum. Kimi zaman önce şiirleri okuyup üzerine sohbetler ediyorduk, kimi zaman bir şiir okuduktan hemen sonra değerlendirmelere, yorumlara geçiyor öyle söyleşiyorduk. Yani, tamamen orada bulunan kitlenin ihtiyacına göre her şey orada, an’ın içinde şekilleniyordu. Samimi ve doğal bir ortamda her şey kendiliğinden gelişiyordu. Ayrıca kimi etkinliklerde şiirlere müzik eşlik ediyordu ve Gitar eşliğinde çok daha güzel bir atmosfer oluşuyordu. Batman’da yaptığımız etkinlik de müzik eşliğinde oldu ve çok da güzel oldu.
Şiirlerinizin dinleyiciler üzerindeki etkisi nasıldı?
‘Büyük övgüler aldım’
Şiirlerim çok beğenilerek dinlendi ve ilgiyle karşılandı. Hatta şiirlerime etkinliğe katılan sanatçılardan büyük övgüler aldım.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
‘100 yaşında bir melek’
Bu gelişimde üç şehir gezdim ve bir de çok çok arzu ettiğim bir şeyi gerçekleştirdim. Terk edilmiş, boşaltılmış bir Ezidi köyüne gittim. Herkes köyü terk etmişti, sadece 100 yaşındaki bir Ezidi kadın köyündeydi. Batman’ın Yolveren Köyünde tek başına kalan Hanife teyze’nin kızı ve eşi dönüşümlü olarak yanında kalıyorlar ama bir türlü Hanife teyzeyi köyden gitmeye ikna edemiyorlar. Kızı Almanya’da yaşıyor, Hanife teyzeyi de götürmek istiyor ancak Hanife teyze bunu kabul etmiyor. Köye gittiğimde yatağının üstünde bembeyaz kıyafetler içinde Hanife teyze adeta bir melek gibi oturuyordu. Hanife teyze, 100 yaşında bir melek ve köyde bulunan tapınağın da tek bekçisi. Benim için bu gezinin en önemli ve bende iz bırakan anısı bu ziyaret oldu. Ayrıca Hasankeyf’i gezdim, Dicle’ye gittim. Dicle’nin suyuna dokunmak, o sudan elimi yüzümü yıkamak, Dicle’nin suyunu saçlarıma sürmek benim için kutsal bir ritüeldir. Dicle ile tokalaşmak, ona dokunmak benim için tarifsiz bir duygudur. Buralardan beni uzun süre idare edecek bir enerjiyi depolayarak ayrılıyorum.”
Ali Abbas Yılmaz / Özel
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.