Paketi kim hazırladı?
Ali Abbas Yılmaz / Özel haber
CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, 16 Nisan referandumunda yürütecekleri Hayır kampanyası için geldiği Diyarbakır’da, Kürt sorununun çözümünden çözüm sürecinin handikaplarına, OHAL’den 18 maddelik Anayasa Değişiklik Paketinin içeriğine ve bir dizi konuda önemli açıklamalarda bulundu.
CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, Kürt sorununun çözümüne, 16 Nisan referandumuna, OHAL’e ve 18 maddelik Anayasa Değişikliği Paketine ilişkin Tigris Habere önemli değerlendirmelerde bulundu.
Tekin ile yaptığımız röportaj satırbaşlarıyla şöyle:
“Gün boyu sahadaydınız ve Diyarbakır halkının nabzını gözlemleme imkânınız oldu. Öncelikle Diyarbakır izlenimlerinizi alabilir miyiz?
Diyarbakır’daki manzara son derece üzüntü verici
İki açıdan bakmak istiyorum, birincisi CHP ve arkadaşlarım açısından bakarsam çoç çok iyi geçti. Büyük bir ilgi ve laka gördük bundan dolayı bütün Diyarbakırlılara çok teşekkür ediyorum. İkincisi, çok duygulandığımı ifade etmek istiyorum. Çok üzüldüm; bütün şehirlerde çok yoğun bir kampanya varken, Türkiye’nin en çok politize olmuş şehrinde, Diyarbakır’da hararetli bir kampanyanın olmaması beni çok üzdü. Maalesef bir partinin yöneticileri, belediye başkanları derdest edilmiş, iktidar partisi zat-ı ortada yok. Türkiye’nin 81 ili içerisinde bana göre en politize il Diyarbakır’dır. Bu kadar politze olmuş bir ilde böyle bir manzara son derece üzücü bir manzaradır. Diyarbakır bunu hak etmiş değildir.
Bu durumun nedenleriyle ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz?
İnsanlar ürkek, kendilerini ifade etmek istemiyorlar
Valla nedenleri ne olursa olsun bu durum kabul edilebilir değil. Tabii ki, burada çok ağır bir süreç geçti. Bir başka husus OHAL yasasını İstanbul’da, İzmir’de direkt hissetmiyor olabilirsiniz ama ne yazık ki, bunu en can alıcı olarak hisseden illerin başında Diyarbakır gelmektedir. Sokaklara baktığınızda insanların ürkek oluşu, kendilerini ifade etmek istememeleri bu sıkıntılı süreçten kaynaklanmaktadır. Hal bu ki, o çözüm süreci döneminde geldiğinizde başka bir Diyarbakır vardı. Diyarbakır o zaman İzmir’i, İstanbul’u aratmayan bir şehirdi. Şuan ki manzara gerçekten çok üzüntü vericidir.
Diyarbakır’daki bu manzara 16Nisan referandumunun sonuçlarından nasıl etkilenir; evet çıkarsa ne olur, hayır çıkarsa ne olur?
‘Sorunların giderilmesi için evet ya da hayır’ı beklememiz doğru değildir’
Elbette ki, Hayır çıkacak bu konuda hiç tereddüdüm yok. Yalnız, buradaki sorunların giderilmesi için evet ya da hayır’ı beklememiz doğru değildir. Yani, bir tarafta biz yüksek sesle Türkiye’nin birliğini bütünlüğünü sağlayacağız ama bir taraftan da coğrafyanın neredeyse yarısını başka bir yöntemle yönetmeye çalışacağız bu doğru değil. Bunu kabul etmek mümkün değil. Daha önceki konuşmamda da belirttim, millet iradesiyle seçilen kim olursa olsun ancak milletin kendi iradesi ile götürülür.
‘Millet 5 yıl boyunca olumsuzlukları niçin beklesin?’
Bugün iktidarın en önemli argümanlarından bir tanesi şu; Diyoruz ki, kardeşim bunun bir denetim mekanizması yok. Yani, tek kişiyi kim denetleyecek? İktidarın söylemleri ne; millete inanacaksınız. Millet 5 yılda bir oy veriyor, bu beş yıl içinde bir sorun çıktığında 5 yıl bu olumsuzlukları mı seyredeceğiz? Millet 5 yıl boyunca olumsuzlukları niçin beklesin? Şimdi kendinize gelince milleti tarif ediyorsunuz, güvenin diyorsunuz. Öbür tarafta da milletin seçtiği yöneticileri derdest edeceksiniz? Bu doğru değil. Biz insanlar yargılanmasın, hukuk karşısında hesap vermesin falan da demiyoruz. Herkes hesap verebilmeli. İşte daha geçen hafta Almanya Başbakanı Merkel, gitti hakimin karşısına oturdu ifadesini verdi. Dünyanın her yerinde bunlar olur, olmalı da. Kim için olur; bizim için geçerli değil diyorsunuz. 17- 25 Aralık’ta organize suç örgütü gibi Türkiye’yi soyanlarla ilgili ne yaptınız, bunları yargının karşısına çıkardınız mı, çıkarmadınız. Böyle bir şey olabilir mi? Referandumda ister evet çıksın ister hayır çıksın bu coğrafyanın nefes alabileceği, kendisini özgürce ifade edebileceği ve barış içinde yaşayabileceği bir atmosferi yaratmak zorundayız.
Diyarbakır’da ve bölgedeki insanlar bu hendek barikat olaylarından sonra yaşanan çatışmalı süreçten bıkmış, bezmiş durumdalar, ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bölge insanında bir sıkışmışlık durumu söz konusu, sizce bu tablodan çıkış nasıl sağlanır?
‘Duygusal kopuş tam da buradan kaynaklanıyor’
Biz parti olarak hemen hemen 81 ilin tamamını iki kez dolaştık. İlk kez bir şehirde daha 8-9 yaşındaki çocuklar geldiğimizde zafer işareti yapıyorlar. Niye; işte tam da bu sıkışmışlık durumundan kaynaklıdır bu manzara. Doğduğunuz günden beri kurşun ve uçak sesleri altında büyüyorsunuz. Bu çok tehlikeli bir şeydir. Duygusal kopuş tam da buradan kaynaklanıyor. Bölgede 50 yaş ve üzerindeki insanlar daha makul davranıyorlar. 50 yaşın altındakiler, gençler 50 yaş ve üstündeki insanlar gibi makul davranmıyorlar. Bu nereden kaynaklanıyor; bu sıkışmışlıktan kaynaklanıyor. Bütün bunlar çözülemez miydi, elbette ki çözülebilirdi ama zamanında birike birike öyle bir duruma geldi ki… Mesela çözüm sürecinde he şeye rağmen biz de umutluyduk. Peki, sonra ne oldu, süreç neden durdu, hangi gerekçelerle bozuldu? Çözüm süreci yürürken taraflara sorduğumuzda, doğrusu taraflar da farkında değildi. Zaman zaman gerek HDP milletvekillerine gerekse de iktidar mensuplarına çözüm süreci nasıl gidiyor diye sorduğumuzda, onlarında haberi olmadığını gördük. Bir çözüm süreci başlamıştı ama gidişatından taraflar dahi haberdar değildi. Sonuçta öyle bir noktaya geldi ki, Dolmabahçe’deki toplantıda, iki tarafta da süreci yürütenler bir günde bertaraf edildiler. Anlaşılır gibi değil. Ne oldu, neydi, hangi sebepler, ne tür gerekçeler hala daha anlayabilmiş değiliz.
Referandumdan sonra Kürt sorununda yeni bir çözüm süreci olasılığını nasıl görüyorsunuz?
‘Sandık kurulsa ayrılmayı en çok reddedecek Kürtlerdir’
Bu mesele çözülecek, bu meselenin çözümü; demokrasiyle, hukukla, özgürlüklerle olur. Kısıtlayarak, sınırlayarak bu sorunu çözemezsiniz. Bir başka şeyi ifade edeyim; bölünme korkusu, Türkiye’deki Kürtlerin hak etmediği bir şeydir. Ben şunu çok merak ediyorum, eğer bir sandık kurulsa ayrılmayı en çok reddedecek Kürtlerdir. Kürt nüfusunun %65’i Batıda yaşıyor. Diyarbakır nüfusundan daha fazla Kürt İstanbul’da var. Kürtler; İzmir’de, Aydın’da, Bursa’da, Mersin’de, Türkiye’nin birçok ilindedir. Buradan baktığımızda ne Kürtler açısından ne de Türkler açısından bir ayrılık gayrılık sağlıklı bir şey değildir. Hani hep söylenir; ‘Kürtler ve Türkler etle tırnak gibidir’, hayır Kürtler ve Türkler etle tırnak gibi değildir. Kürtlerle Türkler aynı hücrenin iki parçasıdırlar. Zaten etle tırak gibi baktığımız için sorunlar çözülmüyor. Ne zaman tırnak uzasa kesip atıyorsunuz. Bu meseleyi böyle tarif ettiğiniz zaman çözemezsiniz. Onun için bu bölünme paranoyasından kurtulmalı ve kendi meselemizi kendimiz çözmeliyiz. Kendi meselemizi kendimiz çözemediğimiz içindir ki, acaba bu sorunda Batı ne der diye oraya bakıyoruz. Bu durum bütün Türkiye siyasetçileri için çok ağır bir şeydir. Kendi sorunumuzu çözemiyoruz, Rusya’nın kapısına gideceğiz, Amerika’nın, Batının kapısına gideceğiz bu meseleyi çözeceğiz. Umut ediyorum ki, Türk siyaseti aklıselim davranır, HDP de kendisini gözden geçirir. Ciddi bir süreçten geçtik, nerede hata yaptık, nerede yanlış yaptık bunu sorgulamalıyız. Sorunlar olduğu yerde kaldığında maalesef bunun bedelini yurttaşlarımız ödüyor. Bir daha ağır bedeller ödenmemesi için doğru dürüst bir yol haritasının çıkarılması lazım.
Kürt sorununa CHP nasıl bir çözüm öngörüyor?
‘Bu mesele parlamentoda işleyebilseydi bence çok şey değişirdi’
Çözüm süreci başladığı günden itibaren CHP, hatırlayacağınız gibi herhangi bir davet olmaksızın, Genel Başkanımız Sayın Erdoğan’a gitti. Çözüm süreci konusunda katkı sunacağını söyledi ama reddedildi. Hatta Genel Balkanımız reddedildikten sonra bile bir toplantıda bu konuda kredi veriyorum dedi ve ‘Kedinize muhtaç değiliz’ gibi demeçler verildi. Tabii biz CHP olarak sürecin bir parçasına dahil olmayınca yine de bu sorun nasıl çözülebilir diye 22 maddelik bir kanun teklifi verdik ama maalesef bu görüşülmedi. Biz bu sürecin parlamentoda grubu bulunan 4 parti ile parlamentoda işlemesini istedik. Çünkü sürecin sağlıklı işleyebilmesi için her şeyin kanunla yapılmasını, havada kalmamasını önemsedik. Ama olmadı, parlamento ısrarla devre dışı bırakıldı. Parlamento devre dışı kalınca da süreçler parça parça sağlıklı bir şekilde işleyemedi. Bu mesele parlamentoda işleyebilseydi bence çok şey değişirdi.
Suriye denklemi bölgeyi nasıl etkiliyor, siz bu tabloyu nasıl okuyorsunuz?
‘Türkiye ana aktör olma potansiyelini kullanamadı’
Türkiye, Suriye meselesinden de önce Irak meselesinden önce eğer Kürt sorununu çözebilseydi belki de bugün bu coğrafyaların ana aktörü Türkiye olacaktı. Ne yazık ki, Türkiye ana aktör olma potansiyelini kullanamadı ve şimdi bu bölgede ana aktör küresel güçler ( Amerika, Rusya) ve İran oldu. Şimdi bütün bu meselelere bizim hakim olmamız gerekirken, bu meseleleri gidip başkalarıyla konuşmak zorunda kaldık. Başlangıçtan itibaren yanlış başlayan bir süreç var. Şuan bölge çok zor bir sürece girdi. Küresel aktörler devrede ve Ortadoğu coğrafyasında sürekli bir değişim var, yenileşmeler var. Yani, bugün müttefik dediğimiz yarın başka bir şey olabiliyor. Aslında çözüm sürecinin bozulmasında bütün bu süreci görenlerin parmağı var mı? Bu süreci Ortadoğu’daki yeni süreci görenler mi bozdu?
Bölge belediyelerine kayyum atanması konusundaki düşünceleriniz nedir?
‘Önümüzde kaçınılmaz bir seçim var’
Bizim baştan beri yıllardır savunduğumuz kamuda şeffaflaşmadır. Zaten baştan itibaren kamuda şeffaflaşma olsaydı bu tartışmaların hiç birini yapmayacaktık. Ama ne yazık ki, iktidar şeffaflaşmadan korkuyor. Diyarbakır halkının ya da bölgedeki yurttaşların seçmiş olduğu belediyelerin bütün harcamalarını, Berlin’deki ya da Londra’daki yurttaşlar gibi oy verdiği belediyelerin harcamalarını görebilmeliydi. Bu sistem oturmuş değil. Sistem oturmadığı için kapalı devre gibi oluyor. Kayyum OHAL ve sıkıyönetim dönemlerinde uygulanan bir yöntemdir. Kayyumlarla yönetilmeyi kabul etmekte doğru değildir, hiçbir demokratik ülkede bu olmaz. Kayyum ne demektir: Bir yargılanma süreci var ve kısa dönemli süreç içerisinde uygulanan bir yöntemdir. Kayyum, ebedi götüreceğiniz bir uygulama değildir. Diyelim ki, önümüzdeki 4 ay içinde OHAL kalkacak ve ne yapacaksınız ya kayyum atanan belediyeleri eski yöneticilerine devredeceksiniz ya da seçime gideceksiniz. Yani, başka bir üçüncü yolunuz yok. Ya otomatikman eski yöneticilere devredeceksiniz ya da seçime götürmek zorundasınız. Önümüzde kaçınılmaz bir seçim var. Türkiye genelinde 160 – 170 belediye var ve bu çok büyük bir sayıdır. Herhalde 170 belediyeyi 2019 yılına kadar kayyumla götürecek değilsiniz. Eğer, 2019 yılına kadar biz OHAL yasası ile yönetileceksek o halde memleket çökmüş demektir. Kısacası OHAL kalktığı gün o günden itibaren 45 gün sayılacak ve ülkede bir yerel seçime gitmek zorundasınız.
Referandumda evet ya da hayır çıkmasının Kürtlere yansıması ne olacaktır?
‘Evet derseniz özgürlüklerinizin tamamı sıfırlanır’
Kürtlerin beklentisi nedir; demokrasi ve özgürlük. Kürtler bu coğrafyada en ağır bedeli ödemişler, 30-35 yıldır kanamalı bir sürecin parçasında yaşamışlar. Ne için, özgürlük için. Evet derseniz özgürlüklerinizin tamamı sıfırlanır. Yani, her şeyin bir kişiye bağlı olduğu, o bir kişinin de kullandığı argümanlara baktığınızda hiçbir kontrolü olmayan söylemler… Düşünün, bir araca biniyorsunuz; aracın freni yok, balatası yok, gazla gidiyor. Böyle bir araca biner misiniz, binmezsiniz. Böyle bir sisteme evet demek, sadece Kürtler için değil, Türkiye için bir felakettir.
‘Tek bir kişiyi kurtarmak uğruna kendi ülkelerini yaktılar’
Yakın coğrafyamıza bir bakalım; bugün yaşadığımız Suriye meselesini ele alalım, bu tek adamdan kaynaklanan bir sorundur. Saddam meselesi, Kaddafi meselesi, Ortadoğu’daki tüm ülkelere bir bakın, tek bir kişiyi kurtarmak uğruna kendi ülkelerini yaktılar. Teklik sadece Allaha mahsustur. Dünyada iki sistem var; biri kolektif yönetim biçimi dediğimiz batı standartlarında; baktığınızda demokrasi, özgürlük, huzur her şey var. Bir de bugün bize dayatılan tek adam yönetimli ülkelere bakın bir tek huzurlu ülke yoktur. Sadece Kürtlerin değil, insanlık adına hepimizin buna hayır demesi lazım.
Bölgede kimi Kürt partilerin sandığı protesto çağrıları var, siz bu tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
‘Sandık başına gitmediğiniz zaman evet vermiş gibisiniz’
Gerçekten çok ağır bir süreçten geçen insanların sandığa karşı tepkisini, öfkesini anlıyorum. Ama bu tepki bu öfke sorunu derinleştirir, sorunu çözmez. Eğer bu öfkenizi, tepkinizi gidermek istiyorsanız, mutlaka referandumda sandık başına gideceksiniz ve hayır diyeceksiniz. Sandık başına gitmediğiniz zaman evet vermiş gibisiniz. Bakın 2012 yılında maalesef bölgede büyük hatalar yapıldı. 2010 yılındaki referandumda gerekçeleri neydi, darbe ile hesaplaşacaklardı, daha demokratik bir Türkiye olacaktı. Meğer o gün darbenin temel atma töreni olmuş. Bir gruba, bir zümreye, bir kişiye teslim ettiler Türkiye’de darbe oldu. İşte tek kişilik tehlikeler bu! Bugün kiminle hesaplaşıyorlar, ne diyorlar; bir kişiye tapmışlar diyorlar. Ama böyle maalesef, işte o bir kişinin Türkiye’nin başına açmış olduğu faturanın ne kadar ağır olduğunu görüyoruz. Hatta şimdi neredeyse çözüm sürecini de bunlar bozdu diyorlar. Benim kişisel düşüncem mutlak ve mutlak, evet bu ülkenin geleceği, çocuklarımın geleceği beni çok yakinen ilgilendiriyor. Her yurttaşımızın sandık başına gidip mutlaka hayır demesi lazım.
Bölgede ve Diyarbakır’da beklentiniz yüzde olarak kaçtır?
‘Batıdaki muhafazakâr Kürtler hayır konusunda son derece kararlı’
Kamu, devlet baskısı olmadan ben bölgede çok yüksek bir oran bekliyorum. Ama bütün buna rağmen, bütün baskı ve kumpasa rağmen özellikle Diyarbakır’da %70 civarlarında hayır bekliyorum. AKP bir şeyin farkında, özellikle batıdaki muhafazakâr Kürtler hayır konusunda son derece kararlı. Bu bölgede olup bitenler onları çok rahatsız ediyor. Belki, hayatında hiç HDP’ye oy vermemiştir ama yapılan bu derdest onları çok rahatsız etti. Uzun yıllardır, Refah partisinden, Saadet partisinden itibaren oy verenler, özellikle İstanbul, Bursa, Kayseri’deki yurttaşlarımızın önemli bir kısmı hayır konusunda son derece kararlı. Onu fark ettikleri için Barzani’yi getirmek zorunda kaldılar.
HDP’lilerin derdest edildiğine vurgu yapıyorsunuz ama bölgede partinize karşı şöyle de bir bakış var; dokunulmazlıkların kaldırılmasında ve bugünkü tablonun oluşmasında, bir ‘derdest’ yaşanmasında sizin de payınız var, bu konuda neler söylemek istersiniz?
‘Büyük bir tuzak vardı ve genel merkez bu tuzağı bozdu’
Aslında büyük bir tuzak vardı. Yani, özellikle dokunulmazlığın kaldırılması konusunda – ben kişisel olarak birçok arkadaşım gibi buna hayır oyu verenlerdenim- büyük bir tuzak vardı ve genel merkez bu tuzağı bozdu. Bu tuzak şöyleydi: İki referandum yapılmak isteniyordu, birincisi özellikle terör eylemlerinin arttığı bir dönemde dokunulmazlıklar konusunu referanduma götürmek istediler. Birinci ve ikinci tur’a da baktığımızda öyleydi. Eğer referanduma gitseydi yüksek bir oy oranı ile öne alacaklardı. Yani o referandum bugünkü referandumun öncüsü olacaktı. Yan, bana göre CHP bu konuda biraz mecbur kaldı. Ve bu referandumu da öncekinin üstüne oturttururlardı.
18 maddelik anayasa değişikliği paketi gündeme getirilirken parlamenter sistemin tıkandığı söylendi. Sizce parlamenter sistem tıkandı mı ya da tıkanıklık sözkonusu ise bu sistemin kendi içinde aşılamaz mıydı; CHP olarak sizin parlamenter sistemin tıkanıklığının aşılması noktasında önerileriniz, herhangi bir programınız var mı?
‘15 yıl Parlamentoda ne istediler de yapamadılar?’
Biran için söylenen bu argümanı doğru varsayalım. Hani diyorlar ya ‘parlamenter sistem tıkanmıştır’. Nerede tıkandı? 15 yıl Parlamentoda ne istediler de yapamadılar? Dünyada her yerde yolsuzluklar olur ama dünyada görülmemiş bir manzara ile Türkiye karşı karşıya kaldı. 17-25 Aralık’ta bakanlar kurulunun 1/3’ü Türkiye’yi soymuş bunu bile yargılayamadılar. Bu ülkede bundan daha büyük gücünüz olabilir mi? Hangi keramete gücünüz yetmedi? 80 milyon yurttaşın anasına küfreden insana parlamentoda özel yasa çıkardınız, kim sizin elinizi kolunuzu bağladı?
‘Bu anayasa değişikliğinin yapıcısı kim, altında kimin imzası var?’
Ülkede şöyle bir durum var, birincisi şu: içeride ve dışarıda maalesef çok ciddi hukuksuzluklar yapılıyor. Bu ciddi hukuksuzluklardan kaynaklı mevcut hukuk sistemi işlerse yarın ağır bir fatura öderiz korkusuyla, masayı devirmek istiyorlar ama Türkiye buna izin vermeyecek. Parlamenter sistem işlemiyor da Sayın Necdet Sezer bilmem ne yapmış da falan filan… Size söylemezler mi, Sayın Abdullah Gül Cumhurbaşkanı iken, hararetli bir şekilde çıkıp deseydiniz, olmuyor, bakın parlamenter sistem işlemiyor. Bütün işi Sayın Abdullah Gül’e bağlayalım deseydiniz. Ne dediniz, tam tersine; Sayın Abdullah Gül’ün sadece Gezi Parkı döneminde sadece bir itirazı oldu ve çıktı kendisi dedi ki, ‘devlette çift başlılık olmaz’ diye meydan okudu. O yüzden bunların hiçbiri doğru argümanlar değil. Bunlar külliyen yanlış, hiçbir dayanağı yok. 18 maddeye baktığınızda da bu 18 maddenin hiçbiri de AKP’nin mutfağında hazırlanmış değil. Bunu da çok açık ve net söylüyorum. En son yapılan 12 Eylül anayasasının bile altına baktığımızda yapıcısı bellidir, Orhan Aldıkaçtı. Bu anayasa değişikliğinin yapıcısı kim, altında kimin imzası var? Anayasalar hazırlanır ve onları hazırlayanların altında imzası olur ama burada imza yok.
‘Kendi vekillerini ikna edemediler’
Öyle acele etmişler ki, belli ki siparişle gelmiş, en azından 2010 yılındaki anayasada birçok yeşillikler koymuşlardı. Orada herkesin duygularını okşayan maddeler vardı. 12 Eylül ile hesaplaşacağız deniliyordu ve bu benim hoşuma gidiyordu. Şimdi ne anlatıyorsunuz, yok bilmem terör örgütleri de destekliyor, bilmem CHP şöyle yapmış, 50 yıl önce CHP bilmem ne yapmış. Şimdi içeride de bir şey bulamayınca batıyla kavga ederek oy yükseltmeye çalışıyorlar. Bugün hukuk bilgisi olan hiç kimse çıkıp bu 18 maddeyi savunamaz. Türkiye’de 61 tane hukuk fakültesi var, bir tanesi bu değişiklikle ilgili düşüncesini söylemez mi. Bir tanesi çıksın desin ki, evet doğrudur. Yok, öyle bir şey. Referandum döneminde bütün baskılara rağmen 6 AKP milletvekili de hayır dedi. Kendi vekillerini ikna edemediler. Doğru bir şey olsaydı ikna ederlerdi.
CHP’ye göre parlamenter sistemin hiçbir sıkıntısı yok mu?
‘Maalesef süreci zehirlediler’
Parlamenter sistemin değil ama anayasanın bir sıkıntısı var. Şimdi bu siyasi partide ortak akıl olmadığı ve her şey sadece bir kişiye bağlı olduğu için sonuç alınmıyor. İlk kez çok farklı 4 siyasi parti, MHP, HDP, CHP, AKP bir araya geliyor ve uzun uzun, Türkiye’nin 81 ilini dolaşıyorlar, Barolara gidiliyor, STK’lara gidiliyor ve 60 maddelik çok çaplı bir anayasa paketi hazırlanıyor. Tam bu 60 madde Genel Kurula, parlamentoya gelecek, pat bir demeç, buraya başkanlığı ekleyeceğiz. Maalesef süreci zehirlediler ve 4 siyasi partinin hazırlamış olduğu o 60 maddelik anayasa değişikliği geçmedi. Bu geçebilseydi çok ciddi bir şekilde yol alabilecektik. Biz CHP olarak diyoruz ki, dünyayı yeniden keşfedecek falan değiliz. Keşfedebilseydik arabamız olurdu, keşfedebilseydik uçağımız olurdu, telefonumuz olurdu ama maalesef hiçbir şeyimiz yok ama uçuk şeyler çıkarıyoruz, T tipi. T tipi araba yap kardeşim, T tipi telefon yap. Şimdi ise T tipi ve ne olduğu belli olmayan bir şey var önümüzde, bir ucube anayasa var. Biz diyoruz ki, bütün dünyanın uygulamış olduğu evrensel kurallar içerisinde bir anayasa yapalım. Öyle bir anayasa yapalım ki, 80 milyon yurttaşımızın güvencesi olsun. Bir daha içerideki bu lüzumsuz şeyleri tartışmayalım.
‘Sadece bir kişiye değil, 80 milyona bir reçete hazırlayalım’
Geçenlerde Fransa’daki patlamadan sonra bir Türk televizyonu bir Fransız profesörle röportaj yapıyor. Röportajı yapan Türk soruyor profesöre, ‘Fransa’da kaç milyon Müslüman yaşıyor?’. Fransız profesör şaşırdı bu soruya, ‘pardon anlayamadım’ dedi. Profesör: Fransa’da kaç milyon Müslüman yaşadığını bilmeyiz ama Fransa’da kaç milyon kişinin yaşadığını soruyorsanız bun cevap verebilirim dedi. Şimdi Türkiye’de gelmiş olduğumuz ilkelliğe bakın; halen Alevi sorunu, azınlıklar sorunu, temel insan hakları sorunlarını çözebilmiş değiliz ama bir anayasa yapacağız ve her derde deva. Ne var içinde; sadece bir kişiye deva olan bir şey var. 18 maddenin altından, üstünden, yanından yöresinden neresinden bakarsanız bakın tek bir kişiye hazırlanmış bir reçete var. Biz de diyoruz ki, sadece bir kişiye değil, 80 milyona bir reçete hazırlayalım, bunu beraber hazırlayalım, model olarak da dünyanın uyguladığı modeli uygulayalım.
Yalnız dünyada uygulanan model dereken, başkanlık sistemi de dünyanın birçok ülkesinde uygulanıyor. Siz CHP olarak başkanlık sisteminin kendisine mi, Türk tipi başkanlığa ya da şimdiki adıyla Cumhurbaşkanlığı sistemine mi karşısınız?
‘Başkanlık sistemine karşıyız’
Bütün başkanlık sistemine karşıyız. Neden, parlamenter sistem işleyişi, kuralları olursa bu sorunlar rahatlıkla çözülür.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.