İktidar kaybedeceğini biliyor, muhalefet enkaza yanaşmıyor
Ali Abbas Yılmaz / Pelda Kazanççı - Özel
TİGRİS HABER - Azadi Hareketi Genel Sekreteri Metin Pirani, erken seçim gündemini, kent sorunlarını ve Kürt sorununun çözüm bekleyen konularını Tigris Haber’e değerlendirdi.
Muhalefetin erken seçim çağrısı samimi değil
İktidara erken seçim çağrısında bulunan muhalefet partilerinin seçime hazır olmadıklarına vurgu yapan Pirani, şöyle konuştu: “Aslında Türkiye’deki muhalefetin ciddi anlamda erken seçim istiyor gibi yaklaşımı söz konusu değil. Aslında erken seçimden hem muhalefet hem iktidar çekiniyor. Çünkü bir kere mevcut sosyo politik şartlarda erken seçimde hükümetin seçim kaybetme ihtimali çok yüksek. Muhalefette bunun farkında, çünkü Türkiye’de öyle büyük bir enkaz var ki bu enkaza talep olan muhalefet nelerle karşılaşabileceğini çok iyi biliyor. Büyük bir enkaz korkutuyor onu tekrardan iktidara taşımaz. Çünkü mevcut iktidar şöyle ya da böyle süreci geçiştirebiliyor. Yani kemer sıkıyor, vergilerle farklı alanlarda bir şekilde kamufle ediyor. Üzerini örtüyor. Bu yüzden muhalefet ciddi anlamda çekiniyor. Zaten baktığımızda ciddi bir talep de yok erken seçim olmasına yönelik. Klasik sürekli bildiğimiz dövüş sürekli bir atışma söz konusu.”
10 yıl önce ekonomi nasıldı?
Erken seçimin argümanlarından biri olan ekonominin durumunu değerlendiren Pirani, şunları söyledi: “Şüphesiz ülkede özellikle ekonomik durum olabildiğince kötü. Çünkü 10 yıl öncesine kadar herhangi bir Avrupa üyesi ülkenin para birimiyle Türkiye’nin para birimi arasında %1’lik fark vardı. Ama bugün bu fark 10’a çıkmış. Çünkü 10 yıl öncesine kadar 1 euro Türk lirasının en fazla % 70 fazlasıydı, ama bugün % 900’lere ulaşan bir fazlalık var. Bu neden kaynaklanıyor? Bir kere Türkiye Cumhuriyeti kuruluş aşamasında farklı kimlikleri, özellikle Kürtleri ve diğer bütün azınlıkları hem dini hem milli azınlıkları yok saymak üzerine kurulmuş. Bu yok sayma sürekli kaygı, korku, panik havası içerisinde sunulmuş. Bu yüzden sürekli bir savaş halinde. Baktığımız zaman Türkiye’de askeri teknoloji öylesine ilerlemiş ki, dünya standartlarının üzerine çıkmış yani bir NATO, bir Rusya, bir Çin, bir Amerika kadar olamasa da onlara yaklaşmış. Ve mevcut geride kalan ülkeleri yakalamış çoğunu da geride bırakmış. Bu anlamda dünya sıralamasındadır. Ama ekonomik anlamda tam tersi. Özellikle askeri harcamalar fakat az önce de belirttim; ben kuruluş ülkelerinde sürekli savunma psikolojisi, saldırı, başka kimlikleri reddetme psikolojisi üzerine kurulduğu için Türkiye Cumhuriyeti böyle. Sürekli savunma psikolojisi halindedir. Doğal olarak bu böyle olunca askeri mantık daha ön planda tutuluyor ve harcamaların büyük bir çoğunluğu o noktada oluyor evet farklı noktalarda da harcamaları vardır. Ancak yolsuzluk vs gibi etkenlerde ekonomiyi kötüye götürmüş. Dış politikadaki çatışmalı ruh halini de ekonomiyi zor şartlara sokmuş. Ama ben işin şurasındayım, bakın askeri teknolojisinde dünya ülkelerini yakalamış dünya liderlerini yakalamış seviyede. Niye ekonomik olarak yakalayamadı? Bu işin psikolojik nedenlerine de girdim. Kuruluş ilkeleri ve felsefesiyle alakalı bir durum olduğunu söyledim.”
‘Türkiye’nin işi zor’
Askeri harcamalara ayrılan payın büyüklüğünün bir etken olduğunu ancak bunun tek başına ekonomin kötü olmasından sorumlu tutulamayacağını belirten Pirani, şöyle konuştu: “Etkendir ama büyük bir etkendir. Bunun yanı sıra yolsuzluk vardır, yanlış yönetilme vardır, iç ve dış etkileri doğru yakalayamıyor, sürekli kavga halindedir. Amerika, Rusya, Suriye, Irak Türkiye’nin kendi komşu ülkeleri hem kıtalar arası ülkelere düşmanlık seviyesinde bir noktaya gelmiş. Bu da Türk lirasının değer kaybına yol açmış. Hatta dış ülkeleri bırakalım kendi içinde de barışık değil. Herhangi bir muhalefet partisiyle herhangi bir azınlıkla bir türlü barışık bir poziyon da yakalayamıyor. Bunlar bir bütün olarak Türk ekonomisine zarar verir. Dış yatırımlar da engelleniyor. Böylelikle iç güvenlik sağlanamayınca, dışarıdan gelebilecek yatırımların önüne geçebiliyor. Duyduk daha önce bazı otomotiv firmalarının Türkiye’deki üretimini durdurma kararı aldığını. Buna benzer bazı olaylar yaşanmış ama keşke askeri mantık, kuruluş felsefesi tekrar gözden geçirilse, Türkiye cumhuriyeti devleti kendisi için ilerlemesi çokça bahsettikleri muassır medeniyet zincirine bu militarist bakış açısıyla yaklaşamazlar. Biraz daha demokrat, insan haklarına saygılı bir anlayış olmalı. Çünkü Türkiye çok renkli bir devlettir; kendi bünyesinde farklı kimlikleri farklı inançları barındırıyor. Bunlara bir ülkede düşmanlık, imha, inkarla yaklaşırsanız reaksiyon gösterir. Dolayısıyla çatışmalar güvensizlik umutsuzluk hat safhada olur. Sorunların temeli kuruluş felsefesidir. Bizim söylediklerimizi teyit ediyor. Şu anki hükümet arasındaki fark benim size söylediklerimi teyit ediyor, çünkü ilk geldiğinde asimilasyon, imha politikasından vazgeçtiğini, daha demokratik Avrupa Birliği kriterlerine esas alan, insan haklarına saygılı, savaştan uzak duran militarist bir mantıktan uzak duran, mevcut sorunları barışçıl yöntemlerle çözmek isteyen hatta bu yönde birkaç adımda attı. Barış süreçleri, çözüm süreci, Kürt açılımı gibi farklı farklı dönemlerde bu güveni sağladı. Hem içeriden hem dışarıdan bu güvenle birlikte yatırım arttı. Özellikle dışarıdan gelen yatırımlar arttı, birçok eksik var. Özellikle inşaat alanında bütün yatırım vs birleşince bir sıçrama yaptı ama ne zaman ki çatışmalı süreç tekrar başladı. Güvenlik politikaları eski mantığa yönelince biliyorsunuz ki, Türkiye’de evet açık konuşmak gerekirse sürekli bir felsefe anlayışı son dönemdeki katı Kemalist anlayışı sürekli böyle bir çatışma ruh hali var. Bu ruh haline Amerika, Almanya bile sahip olsa bunlarında problemleri artar güvensizlik artar bunalım artar. İnsanların iktidara güveni sarsılır. Dolayısıyla birbirine düşer. O yüzden Türkiye’nin bu anlamda işi çok zor.”
Her kesimde büyük kaygı var
Ülkedeki siyasal anlayışın ekonomiye etkisini değerlendiren Pirani, şunları ifade etti: “Evet tabii ki de yaratır, yaratacaktır da. Zaten dün Berat Albayrak’ın istifası söz konusuydu. Çok basit bir hesap yaparsak başarılı bir Maliye Bakanı olduğu söylenemez. Biliyorsunuz Sağlık Bakanı Fahrettin Koca iyi kötü bu pandemi sürecini kendince, kendi bireysel ekip çalışmasıyla iyi kötü bir başarı yakaladı. Fahrettin Koca’nın bir değişikliği söz konusu olmadı çünkü başarılı. Bu kadar basit. Berat Albayrak’ın neden istifası var, bütün bunlar ekonominin doğru yürümediğini, başarılı yürümediğini gösteriyor. Dolayısıyla bir kabine değişikliği söz konusu. Türkiye’nin bütün sorunların kaynağında kuruluş felsefesi ve kuruluş felsefesine karşı gelişen bir iktidar olumlu sonuçlar alarak durumu toparlar aslında. Bireylerin, kabinelerin değişmesi, ciddi çözümlere yol açmaz. Yani tüm devlet mantığının değişmesi lazım. Değişmesi gerekiyor ki, Avrupa Birliğine ve ülkenin en azından şimdiki durumundan daha iyi bir noktaya gelebilmesi için ama ısrarla savunmacı ruh haliyle olayların çözümüne yaklaşılıyor. Doğal olarak umutsuzluk derinleşiyor ve bu hem tüm halkını hem kendilerini hem bizleri olumsuz etkiliyor, olumsuz sonuçlara yol açıyor. Zaten halk AK Parti’den rahatsız olduğunu, yeni bir seçimde değişmesi gerektiğinden bahsediyor. En azından bir sosyal alanda hem medyada bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Özellikle bizim gibi siyasal faaliyet yürütmek isteyen kesimler, mesela bizler ben kendimde bize çok fazla memur arkadaşlar var. Dikkat edin iktidar herkesi açlıkla terbiye etmeye çalıştı. En küçük bir şeyde işten çıkarma durumu söz konusu. Özellikle bölgemizde bu çok fazla yaşandı. Diyarbakır gibi siyasetin merkezi alanlarında. Tamamen bizim gibi düşünen bizimle çalışan arkadaşlarda bu kaygı var. Sadece bu hareketin içerisinde değil diğer bütün siyasal anlayışın içindekilerde bu kaygı var. Sadece Azadi Hareketi için değil Diyarbakır’da HDP de dahil olmak üzere bütün siyasal hareketlerde insanlar rahat değil, kaygılı.”
‘Muhalefet hazır değil’
Açıklanan enflasyon rakamlarının gerçeği yansıtmadığına dikkat çeken Pirani, şunları ifade etti: “TÜİK’in açıklamaları, hükümetin açıklamaları birbirini tutmuyor. Çünkü biz gerçek olanla karşı karşıyayız. Bütün gıda, bütün enerji harcamalarına kadar turizmden tutun en basit temel ihtiyaç harcamalarına kadar baktığımızda en az % 100 e yakın hatta bazı kanallara baktığımızda % 200-300 fark söz konusu. Hükümetin belirttiği rakamlara göre ya da ona yakın çevirdikleri rakama göre % 3’lük 5’lik fark söz konusu. Onların belirttiği rakamlar doğru değil. Bu kime yansıyor, vatandaşa, işçiye yansıyor. Dolayısıyla kemer sıkmak zorunda kalınıyor. Bu büyük bir enkazdır. Muhalefet elini taşın altına sokmak istemiyor. Bir korku var, ciddi anlamda. Muhalefette de ekonomiyi düzeltecek, siyasete müdahil olacak ciddi kadrolar göremiyoruz. İktidar da erken seçime yanaşamıyor. Bir kere seçim olduğu zaman kaybedeceğini biliyor. Sandıkta iktidar olarak çıkamayacak ve bunun hesabını bir şekilde ödeyecek. Halk onu sandıkta indirecek. İktidar bu anlamda seçimi istemiyor. Tabii biraz gurur da yapıyor. Kaybedeceğini biliyor ama kendi idealleri var işte; Amerika Suriye politikası, Irak politikası, Kürtlerin o bölgelerdeki sıçraması onu rahatsız ediyor.”
Dışa bağımlılık sorunu
İktidarın erken seçimden uzak durmasının seçim koşullarını lehine çevirebilecek hazırlıklara bağlayan Pirani, sözlerini şöyle sürdürdü: “Zaten bir nedende budur. Yani bu mevcut problemleri çözüp daha rahat, ekonomisi biraz daha iyileşmiş bir noktaya çekip seçime girmek istiyor. Ancak bu da nafiledir. Bu kadar kısa sürede bu toparlanmayı yapması mümkün değil, çünkü öylesine darbe yemiş ki, düşünün 1 euro 1.7’den şuan 11.7’lere falan gelmiş. Yüzde binlik bir artış var. Oysa bir zamanlar dolar Türk parasıyla eşit seviyeye gelmişti. Bir dolar 1 Türk lirasına denk bir şeydi. 1.1’lik bir durumdu ama bugün 9’a dayandı ve Türkiye dışa bağlı bir ülke zaten. Ekonomik bunalımın krizin büyük bir sebebi de dışa bağlı olması, çünkü dışa bağlı olduğundan kaynaklı, dışarıdan aldığı bütün ürünler döviz olarak yazılıyor, içeri girince döviz olarak ödemek zorunda kalıyor. Herhangi bir petrol otomotiv sektörü veya farklı bir alanda diğer alanlara yansıyor böylelikle zincirleme genel olarak ekonomik krize neden oluyor. Bu yüzden Türkiye’nin kısa bir sürede ekonomik krizden çıkması mümkün değil. Çünkü öyle bir kadroda yok öyle bir açılımda göremiyoruz. Fakat şöyle bir şey var erken seçimle ilgili daha öncede özellikle AKP iktidarının lideri birçok defa erken seçim olmayacağından bahsetmişti fakat birden bir baktık ki erken seçim yapıldı.”
‘Harcamaya yönelik bir kültür var’
Kentteki genç işsizlik oranına değinen Pirani, şunları söyledi: “Aslında Diyarbakır merkezi bölge. Kürt bölgesi. Açıklamak gerekirse bir kere o ulusal problemleri her şeyin önündedir. Fakat globalleşen dünyayla farklı kültürlerin, toplulukların üzerinde yarattığı etki ve tahribat farklı kültürleri de kendine benzetmiş bu kentte. Bu bölgede kendisine ait olmayan bir kültürle yaşayan bir gençlik görüyoruz. Eğlencesi, zevkleri, beklentileri değişmiş özellikle bir gençlik görüyoruz. Bu ulusal anlamda bizler için kaygı vericidir. Yine harcamaya yönelik bir kültür var. Bu zaten kapitalizmin tüm dünyada yarattığı tahribattır, fakat Avrupa’da da öylesine bir tüketim kültürü var. Hükümetler besliyor, halk bunu besliyor. Onu tüketebilecek bir seviyeye çekiyor. Fakat burada hem ekonomik kriz hem tüketim kültürü kimi zaman bunalıma sokuyor. Zaten uyuşturucu bağımlılığının, yan kesiciliğin, kavgaların, yaralanmaların, toplumda yaşanan birçok problem suç olarak artıyor. Özellikle uyuşturucu belki dikkatinizi çekmiştir. Diyarbakır hatta mahallelerimizde bile en uç noktalara kadar uyuşturucu tüketimi de başlamıştır. Önüne de geçilemiyor. İşte bu en son konuştuğumuz konuların bir bütününün ve bölgedeki sonucudur. İş alımı yok, tüketmek istiyor, evlenmek istiyor, ama şart ve koşullarda yok bunalım yaşıyor. Bu bunalımla birlikte aile içi kavgalar anne babaya itaatsizlik özellikle Müslüman topluluklarımızın çok gururla bahsettiği kültürü kaybolmak üzere. Bunalım eksiklik taleplerin karşılanmaması hem kendinden kaynaklı hem milleten kaynaklı bir kültür erozyonuna yol açıyor. Hem globalleşen dünyanın yarattığı bunu karşılayamayacak koşullarının olmayışı kültür bunalımına yol açıyor.”
‘Diyarbakır’da iş sahası yok’
Kentteki işsizliğin ciddi boyutlarda olduğuna dikkat çeken Pirani, “Diyarbakır daha özel, Kocaeli, Bursa, Karaman, Mersin, Antalya, Adana gibi koşulları yok. Burada üretim sahaları, tesisleri hem tarım alanındaki ilerlemeleri köylünün işsizlik ihtiyacını karşılıyor. Hatta buradan oraya göçler yaşanıyor. Mevsimlik işçi adı altında. Çok büyük göçler söz konusu yerleşme alanına. Gidip gelmeden ziyade komple yerleşme söz konusu. Bu bile Türk vilayetleri, Kürdistan vilayetleri arasındaki farkı koyuyor. Diyarbakır’da bilmiyorum istatistik birçok yer tarafından yapılmış ama sağlıklı bir istatistik yok. Fakat gözlemlediğimiz kadarıyla üniversite mezunu genç biri mezun olduktan sonra işi yoktur. Bunlarla birlikte adam kayırma, torpil durumları da söz konusu. Çünkü herkes bir işe girebilmek için milyarlar ortaya döküyorlar. Bu problemdir aslında. İnsanların en iyi dereceden okulunu bitirmiş kendi bölümünde en başarılı diyebileceğimiz bir noktada ama iktidarın yandaş politikası burada da devreye giriyor. Burada gençler hak etmedikleri işe giriyor. Hak edenler dışarıda kalıyor dolayısıyla sağlıklı bir ilerlemede yaşanmıyor. Küçümsemek anlamında söylemiyorum ama bu böyledir başarılı öğrenci dışarıda kalıyor, başarısız öğrenci iş buluyor. Çok eskiden beri Diyarbakır’da iş sahası yok. Üretim alanlarının yetersizliği evet birkaç üretim tesisimiz var Diyarbakır’da örneğin çok küçük üretim yerleri var toplumun ya da büyük bir çoğunluğunun karşılayabileceği bir üretim sahası yoktur” diye konuştu.
‘Durum kötü, iyi gitmiyor’
Bağlar Kaynartepe’deki kentsel dönüşüme ilişkin olarak ise Pirani şöyle konuştu: “Kentsel dönüşüme giden alanın içerisinde evi olanın hakkını alıp yeteri kadar para alır mı, Almaz mı? Bir kere o insan devletin kendisine ulaşamamaktan kaynaklı derme çatma bir yapı inşa etmiş. Devletin eksikliği var, yıllarca orada yaşaması devlet politikasının eksikliği. Sağlıksız koşullar, alt yapı, üst yapı bugün tekrar satmak istiyor. Yani bir bütün olarak ekonomiyle alakalıdır. Sorun o evi satacak mıyım hakkımı alacak mıyım değil, onun ötesinde, çok daha derin bir sorun. Bugün devlet mal sahibine 200 bin TL de verebilir. Fakat kalıcı bir çözüm değil, geçici bir çözümdür. Ki ne kadar vereceği ne kadar alacağı ayrı bir tartışma konusu. Kentsel dönüşüm sorunları, çevre sorunları, kültürel sorunlar globalleşmenin yaratığı kültür nakliyle ortaya çıkan değişimler ve talepler bir bütün olarak var olacak. İşte bunlar üzücü şeyler. Durum kötü, iyi gitmiyor. Kentsel dönüşüm sırasında yaşanan şeyler sadece Diyarbakır değil bu İstanbul’da da yaşandı. İstanbul tecrübe sahibidir bu konuda. Ben de biraz göz attığımda kentsel dönüşümde hükümetler sadece karar verir. Bu bölgede kentsel dönüşüm noktasında karar verir, çünkü sağlıksız koşullar en küçük bir yıkımda depremde büyük zarar verir, kendisi için ayrı bir fatura çıkarır. Hükümetler burada karar merciidir. Maalesef müteahhitler araya giriyor. Araya girerken de hükümette aracı oluyor bunlara devlet yetkilileri müteahhit ve kentsel dönüşüm alanına aracı oluyor. TOKİ de olabilir müteahhitler de olabilir, çünkü farklı bir söylem var. Henüz Diyarbakır Bağlar için net bir şey yok, farklı söylentiler var. Biz Bursa ve İstanbul örneğinden yola çıksak müteahhitler özellikle belediyeler aracı olmuşlar, beklentileri karşılama noktasında aşağı yukarı bir asgari seviye yakalanmış. Dikkatinizi çekmek istiyorum orada asgari seviye yakalanmış. Burada da isteriz ki, aynı seviye yakalansın, çünkü halk yeteri kadar ekonomik bunalım içindedir. Açlıkla yüz yüzedir. Daha büyük mağduriyetler yaşanmamasını umut ediyoruz.”
Pandemiye karşı halkın duyarlılığı önemli
Ketteki pandemi sürecini değerlendiren ve vaka artışlarının ciddi boyutlara geldiğini ifade eden Pirani, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu noktada hani pandemi bölgede çok ilerlemiş önüne geçilemiyor. Bir kere bu bütün dünyada yaşanıyor. Dünya’nın en ileri toplulukları buna bir çare bulamadı. Mesela İtalya, İngiltere, Almanya. Mesela İngiltere de pandemi için bazı tedbirler almış, iş yerleri kapalı sokağa çıkma yasağı var. Almanya keza öyle buda birçok Avrupa ülkesini gösteriyor. Yani benim burada demek istediğim, evet biz birçok noktada hükümeti eleştiriyoruz ama pandemi konusuyla ilgili devletler daha başarılı olmak zorundadır, kendi milletleri için ancak bu tüm dünya da yaşanıyor. Bilinmeyen, tanınmayan bir virüs hala teşhisi koyulmamış hala ilaç geliştirilmemiş. Bakın mesela geçen sene mart ayında çıktığı zaman yaza girişle birlikte bunun azalacağından bahsedildi. Niye, çünkü sıcak havayla birlikte soğuk havada bitecek çünkü hem ne tür bir hastalıkla mücadele ettiğinden habersizler. Bilimsel açıklanması henüz yapılabilmiş değil. Bu anlamda Türkiye’yi eleştirmek doğru değil, bütün Dünya’nın yaşadığı bir problem. Dünya Sağlık Örgütü bu konuda biliyorsunuz hem mücadeleyi yürütüyor hem bir çözüm bulmuş değil. Daha önceki yüzyıllarda benzeri salgınlar yaşanmıştır. Bunlarda da çok büyük kayıplar yaşanmış fakat gönül ister ki temennimiz dualarımız, DSÖ başta olmak üzere tıp alanında ilerlemiş dünya devletlerine bir an önce buna aşı çözüm bulmalarıdır. Dolayısıyla sıkıntılar ve kaygılar hep minimum seviye’ye iner. Bu konuda çok daha duyarlı olması lazım. Özellikle toplu taşıma aracında bir nişan davetiye taziye gibi alanlardan uzak durması lazım. Hastalığın yayılmasını önlemek lazım. Ama bunu Diyarbakır için söyleyemiyorum, insanlar hala duyarlılıktan uzak hala. Bir de yanıltıcı olan bir şeyler var, ilk başta o korku hat safhadaydı. Diyarbakır’da çok yüksek noktadaydı, kaygılar ancak daha sonra yapılan doğru olmayan açıklamalar, toplumun genelinde virüse karşı bir rehavet yarattı. Örneğin daha çok yaşlılarda ölümcül vakalara neden oluyor. Genç ve çocuklarda bu hastalığın ölümcül sonuçlara yol açmadığı açıklamalar yer aldı. Yani dediğim gibi bu toplum daha duyarlı olmalı fakat yapılan açıklamalar toplumu rehavete sokuyor. Bunun etkisi de çok fazla. Daha sonra ki, açıklamalar dikkatinizi çekmiş daha çok yaşlılarda gençlerde çok az çocuklarda ise hiç olmuyor. Eee tamam da bunun taşıyıcı olma özelliği var. Çocuklar ölmeyebilir, gençler ölmeyebilir, bünye belki daha güçlü fakat bulaştırma imkanı var. Görüyorsunuz bu hastalık kişiye bulaştıktan sonra 4 gün, 7 gün, 14 gün vs. kuluçka döneminde bulaştırma özelliği var. Zaten 4 gün içerisinde bir insan yüzlerce kişiye temas ediyor. Bu açıklamalar rehavete yol açtı, keşke böyle olmasaydı. Ekonomik kaygılar da bunun tuzu biberi oldu. Toplumdaki duyarsızlık işin ciddiyetinden uzak Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı verilerle uyuşmuyor. Çok büyük bir çelişki yaşanıyor. Sadece Diyarbakır’ı baz aldığımız zaman çok büyük bir çelişki. Ama işte hükümetin klasik anlayışı bu, iktidarlar sürekli bunu yapar. Her şey yolunda, iyi, problem yok, biz güçlüyüz. Güç gösterisi yapmaya çalışıyorlar ama dünya bunu görüyor. DSÖ’nün konuyla ilgili birçok politiği eleştirdiğini gördük. Neden böyle yaptınız doğru değil rakamlar falan evet ancak biz bu yoğunluğumuzu işte Türkiye doğru söylüyor, yalan söylüyor ondan ziyade birey ve toplum olarak yoğunluğumuzu bu hastalığın bulaşmamasını bu hastalığın en aza indirilmesi noktasında bir bilinç ve kararlılık noktasındayız. Bu bilinçle birlikte yayılma hızını en minimum seviyeye çekmek zorundayız.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.