İkisi de yok
Şair, bestekâr, müzisyen, ressam, filozof aynı zamanda da reformcu bir pedagog olan Rabindranath Tagore, Bangladeş’te uyguladığı eğitim metoduyla, yaşadığı döneme damgasını vurmuştu. Çünkü o öğretim müfredatının içine sanatı angaje ederek öğrencilerinin, empati duygusunun gelişmesini sağlıyordu. Tagore, aslında uyguladığı eğitim metodu ile dünya vatandaşları yetiştiriyordu. Uyguladığı sistem Hindistan'ın geleneksel kast sınırlarını aşarak panteist bir dünya inanışının yanı sıra, Hindu dininin tekelci ve çok gelenekçi çemberini kıran bir olgunluğa kavuşmuştur.
19. yüzyılın başlarında Hindistan’a bağlı olan Bangladeş’te de çoklu etnik-dini toplumsal yapısıyla ve aynı zamanda kast sistemiyle ayrımcı ve tekçi bir eğitim sistemi uygulanıyordu.
Kız çocuklarının erkenden evlendirildiği, kast sisteminin değiştirilmez yapısı ve buna benzer birçok toplumsal olgu insanların hayatını cehenneme çeviriyordu. Kasttan gelen üstün olma ve toplumun diğer kesimlerinin yaşam koşullarını belirleme algısı ve dinin sorgulanamaz öğretilerine rağmen. Tagore, tiyatro, müzik, şiir gibi, sanat öğelerini ders müfredatına adapte ederek. Aynı okul ve sınıflarda farklı etnik ve dini yapılara sahip olan çocukların birbirlerini önyargısız tanımalarını sağlayarak, günümüze model olacak bir sistem geliştirmişti.
Tagore’nin okulunda bütün dini bayramlar kendi ritüellerine göre kutlanırdı ve tüm öğrenciler bu kutlamalara dâhil edilirdi. Tiyatro sahneleri etnik yapıların kültürlerini öğrenme alanlarına çevrilmişti. Bu araçlarla bireyler daha çocukken, başka bir etnisitenin ya da dinin, kendi etnik yapı ve inançlarından farklı olduğunu, ama bu farklılığın düşmanlık nedeni olamayacağını öğrenmiş oluyorlardı. Böylelikle öğrenciler, ileriki yaşların da içlerine ekilmeye çalışılacak olan kin, nefret, ayrımcı dil, duygu ve düşünceden sıyrılmış olarak,barış içinde beraberce yaşayabilecek olan ‘bir toplum’, ‘sanat’ ile yaratılıyordu.
Aydınların makûs talihinde olan güzel şeylerin kısa sürmesi, Tagore okulunda da olmuştu. İktidar, siyasal kriz ve gelişmeler gerekçesi ile bu okulun devam etmesini engellendi. Ama Tagore Okulu, demokrasi anlayışının erken yaşlarda edinilmesi gerektiğini ve sanatın bunun için bir araç olduğu gerçeğini kendi döneminden sonraki insanlığa göstermişti.
Tüm ülkelerin topraklarında yaşayanların, birbirinden farklı etnik, dini ve kültürel yapılara sahip olduğu, beraber yaşamalarının kendi içinde bir doğallığının da olduğunu söyleyebiliriz. Ne yazık ki, bir türlü, bu farklılıklar bir arada, çatışmasız yaşayamamaktadırlar.
Bazılarımız, Batı ülkelerinin mevcut yasal düzenlemelerle, bu gibi farklılıkların garanti altına aldığını hatırlatabilir. Evet, yasal düzenlemeler her şeyin koruyucusu ve batılı toplumun doğu toplumundan daha ileri bir seviyede olduğunun göstergelerinden biri olabilir,aslında tam da öyle değil.
Milliyetçilik, dinci şovenizm, hiç bir kanuni düzenlemeyle zapturapt edilerek Batılı ülkelerde de kontrol altına alınamadılar. Mussolini, Franco, Hitler gibilerin Faşizmleri Avrupa’da yıkıcı etkilerini toplumlar üzerinde öyle bir kalıcı miras olarak bıraktılar ki, “kanun maddeleri” ile insanların algılarından silinemiyor. Bugün bile yabancı düşmanlığı olmayan Avrupa ülkesi yok gibi.
Milliyetçilik, dinci şovenizm ve toplumsal huzursuzluğun, sadece eğitim ile değiştirilebilecek ve uzun zaman dilimlerine yayılarak, mücadele edilmesi gereken alan olduğunu ve çözümü için de bilim insanları okulların ana değişim yerleri olduğu bilinciyle araştırmaya başlamışlar.
Bugün uygulanan eğitim sistemleri bireyi geliştirmemekte, sadece rekabet endeksli, anti-demokratik koşullarda tamamlanan bir yapıya uygulamaktadır.
Türkiye’de,2022-2023 eğitim yılının sonu olduğu bu günlerde dahi, kimin parası varise,‘en iyi eğitimi’, yani ‘en gözde diplomayı’ o alır, hatta okula bile gitmeden alanlar var.
Eğitim mi demokrasiyi getirir? Yoksa demokrasi mi eğitimi?
“İkisi de yok ki.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.