‘İki masa kurulsun’

‘İki masa kurulsun’
HÜDA-PAR’dan çözüm süreci önerisi...

HÜDA-PAR Diyarbakır İl Başkanı Şeyhmus Tanrıkulu, güncel konulara dair gazetemize çarpıcı açıklamalarda bulundu.

 

HDP TERCİHİNİ YAPSIN

Yeni bir çözüm süreci için önerilerde bulunan Tanrıkulu, “Hükümet gerçekten samimi ise iki masa kursun. Bir masada şiddete, gürültüye, kaosa karşı olanlar, Kürt halkının haklarını isteyenler, diğer masada ise PKK ve silahlı unsurlar. HDP de hangi masaya gitmek istiyorsa oraya gitsin. PKK’nin silah gücüyle pazarlık yapmak istiyorsa o masaya gitsin. Bu önerimiz hem hükümet için, hem HDP için, hem de PKK için bir tezdir. Yani, Kürt meselesi çözülmek isteniyorsa buyurun iki masaya” diye çağrıda bulundu.

HERKESE DOKUNULSUN

Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasının HDP’nin üzerine indirgenmesinin doğru olmadığını belirten Tanrıkulu, “Şuan dokunulmazlıkların sadece HDP üzerine indirgenmesi, onun üzerine siyasi bir hamle yapılması doğru değildir. Bu konuda toplumu germeye, kavga gürültüye gerek yoktur. Fakat biz hükümeti bu konuda da samimi bulmuyoruz. Dokunulmazlıklar kaldırılacaksa herkesin dokunulmazlığı kaldırılmalı ve asla muhalifleri susturmaya dönük adımlar atılmamalıdır’’ dedi.

 

KARDEŞLİK HUKUKU

Kürt meselesinin çözümünü İslami açıdan da değerlendiren ve batıdaki vatandaşlara seslenen Tanrıkulu, “ Ben batıdaki Türk Müslümanlara sesleniyorum; evet biz kardeşiz ama artık kardeşlik hukukunun pratiğini görelim, kardeşlik hukukunun gereğini yerine getirelim. Mademki, Allah-u Teâlâ bizi kardeş olarak yaratmış o halde kardeşlik hukukunun gereğini yapalım. Bizden önce sizin devlete dur demeniz lazım, bu kadar insanın hayatını kaybetmesine ne gerek var. Son 9 ayda 6 bin insan hayatını kaybetti, yazık değil mi?” diye sordu.

TANKLARLA GİRSENİZ YIKIM OLUR

“Halkın PKK’ye destek vermemesi size destek verdiği anlamına gelmez” diyerek devlete seslenen Tanrıkulu, “ Bu halk haklarını elde edinceye kadar mücadelesine şu ya da bu yolla devam edecektir. Ama siz de bombalarla, tanklarla, toplarla bir şehre girerseniz tabii ki bir yıkım yaşanacaktır. Bugün Sur’un, Cizre’nin bu hale gelmesinin en büyük sebebi PKK ama daha büyük bir sebebi de devlet, hükümettir ” şeklinde konuştu.

 

HÜDA PAR Diyarbakır İl Başkanı Şeyhmus Tanrıkulu, Yeni bir çözüm sürecinden, Başkanlık sistemi tartışmalarına, Sur’un yeniden yapılandırılmasından, dokunulmazlıklara ve daha birçok konuda gazetemize önemli açıklamalarda bulundu.

HÜDA PAR Diyarbakır İl Başkanı Şeyhmus Tanrıkulu ile yaptığımız röportaj’ın satırbaşları şöyle:

“Osmanlının son zamanlarında da bölgede bir özerklik vardı”

 

“Kürtler yazılı tarihe geçildiğinden beri Kürdistan denilen coğrafyada yaşıyorlar. Kürtler tarih var olduğundan beri bu toprakların yerleşik halklarındandır ve yaşamlarını bu topraklar üzerinde idame ettirmektedirler. Hatta Resulullah aleyhisalatu ve sellem’in vefatından 7 yıl gibi kısa bir süreden sonra Kürtlerin yaşadığı bu bölgenin İslam’ı kabul etmesi de dikkat çekicidir. Kürtler, Abbasiler, Emeviler, Selçuklular ve Osmanlılar dönemi de dâhil olmak üzere belirli dönemlerde bugün devlet diyebileceğimiz bir konumda bulunmuşlar ve 16’ya yakın İslami devlet kurmuşlardır. Yine bununla birlikte Osmanlı’nın son zamanlarında da bölgede bir özerklik vardı. Dış işlerde merkezi hükümete bağlı iç işlerinde ise bağımsız olan, eğitimini kendisi yapan, bugünkü özerk statü dediğimiz bir statüye sahiptiler. Osmanlı’nın hukuk sistemi de İslam hukuku olduğundan dolayı, milliyetçilik, ırkçılık, dışlayıcılık yoktu.

“Kürdistan’a muhtariyet verileceği vaat edilmişti”

Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte ise, milliyetçilik, ırkçılık akımının ön plana çıktığı bir döneme rastlamaktayız. Araplar ayrıldı, Trakya bölgesi ayrıldı ve Osmanlı’dan geriye bugünkü Anadolu topraklarında Kürtler ve Türkler kaldı. Ve Osmanlı yıkıldıktan sonra da Kemalist bir sistem kuruldu. Tabii ki, Kemalist sistemin öncü kadroları bu topraklar üzerinde yaşayan halkı harekete geçirerek ve bölgenin önemli komutanları, şeyhleri, ağalarıyla işbirliği içerisine girerek, Kürdistan’ın ileri gelenleriyle ittifaklar kurarak bu ülkeyi işgale gelen İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlar vs… batılı güçlere karşı bir cihat hareketi başlattılar. Ve bunlar yapılırken de kurulacak olan yeni hükümette de Kürdistan’ın özerk bir bölge olacağı, yani Kürdistan’a muhtariyet verileceği vaat edilmişti. Fakat ne yazık ki, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Lazıyla, Çerkeziyle vs… yüz binlerce şehit verilerek düşmanlar bu topraklardan kovulduktan sonra Kemalist sistem 1920’deki anayasasını daha sonra 1924’te ilga ederek yeni bir anayasa kurdu. Ve 1920 anayasasında Kürtlere tanıdığı muhtariyet ve birçok hakkı da 1924 anayasasıyla tanımadı, reddetti.

 “Kürt toplumunun genelinde devlete karşı bir kırgınlık söz konusudur”

Yine, ulusçuluk adı altında İslamı’ın ümmet kavramını, yani birden fazla ırka mensup olan insanların aynı çatı altında yaşadığı bir çerçeveyi alıp bunun yerine Türklüğü aynı ümmet gibi genel bir kavram olarak dayatmaya başladılar. Oysa dünyada, bu ırkçı, milliyetçi dayatmaları yapanların dışında kalan herkes biliyor ki, Türk denince bir ırk kastedilmektedir. Nasıl ki, Kürt, Arap, Alman hakeza Ermeni bir ırk ismi ise, Türk de bir ırk ismidir. Türkçülüğü siz genel anlamda kapsayıcı bir isim olarak dayatmaya çalıştığınızda bu da bir zulüm olur ve bunun neticesinde yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Bölgede Şeyh Sait Hazretlerinin yapmış olduğu geniş kapsamlı bir kıyamdan yüz binlerce mazlum, çoluk çocuk, yaşlı genç insan hayatını kaybetti. Şeyh Sait Hazretlerinin yapmış olduğu kıyamdan sonra Zilan’da, Ağrı’da, Dersim’de rejim açık bir şekilde Kürtlere zulüm yaptı. Birincisi, Kürtlere bu zulmü yaparken hem Kürt oldukları için hem dindar oldukları için hem de Alevi oldukları için, yani Kürtleri topyekün olarak, ne inancına nede mezhebine bakarak ayrım gözetmeksizin toplu katliamlarla imha etmeye çalıştı. Bütün bu yapılanlardan kaynaklı bugün Kürt toplumunun genelinde devlete karşı bir kırgınlık söz konusudur.

“Allah’ın bütün insanlara vermiş olduğu bu hakları da siz minnet ederek, başa kakarak da veremezsiniz”

Yeryüzünde insanları, baskıyla, zorla kendi fikrinize getirmeniz diktatörlüktür, bunun başka adı yoktur. 25 yıl boyunca bu ülke tek partiyle yönetildi. Hilafet, saltanat kötülendi ama 25 yıl boyunca tek adam tek parti yönetti ülkeyi. Bu sistemin bugün halka verebileceği hiçbir şey yoktur. Bu sistem Kürt halkına huzur, mutluluk vermemiştir. Biz, Osmanlı dönemindeki sevgiyi, mutluluğu, huzuru bu sistemde bulamadık. Bu sistem kurulduğundan beri hep kan, gözyaşı, ölme,  öldürme, imha var, asimilasyon var. Bundan dolayı diyoruz ki, dünyada insan haklarının geride olduğu bir dönemde bütün bu hak ihlalleri yaşandı ama bugün 21. asırda, artık insanların temel hak ve özgürlükler konusunda gelişkin olduğu bir dönemde bu eski dayatmalara devam edemezsiniz. Bundan dolayı bu halkın 1 asırdan fazladır gasp edilmiş en insani ve İslami haklarını vereceksiniz. Çünkü bu hakları Allah’u Teâlâ bütün insanlara vermiştir. Allah’ın bütün insanlara vermiş olduğu bu hakları da siz minnet ederek, başa kakarak da veremezsiniz.

“Ortaklıktan ve kardeşlik hukukundan vazgeçtiler ve kardeşlerine zulüm etmeye başladılar”

Bu ülkeyi kuran Kemalist kadrolar beraber bu ülkeyi kurdukları kadroları daha sonra dışladılar. Tabiri caizse, ortaklıktan ve kardeşlik hukukundan vazgeçtiler ve kardeşlerine zulüm etmeye başladılar. Dolayısıyla bugüne kadar ki hükümetlere baktığımızda Kürt sorunuyla ilgileneni, Kürt sorununun varlığını kabul eden -AK Parti dönemini ve kısmen de Özal dönemini ayırırsak-  yoktur. Hem sağ hem sol hiçbir parti bu konuda herhangi bir adım atmış değildir. Tabii ki, Erbakan Hoca’nın Bingöl’deki konuşmasında, ‘Eğer sen dağa taşa, Ne mutlu Türküm diye yazarsan Kürt kardeşim de çıkar, Ne mutlu Kürdüm diyene der. Bir Türk dünyaya bedeldir dersen, bir Kürt bir Arap da çıkar aynı sözü söyler” dedi ve bu onun partisinin kapatılmasının sebeplerinden biri oldu. Özal döneminde de bazı çalışmalar yapılmaya çalışıldı ama Özal’ın ani ölümüyle bu çabalar da sonuçsuz kaldı.

“AK Parti döneminde Cumhuriyet tarihinde konuşulmamış şeyler konuşuldu ve adımlar atıldı”

 Ve 2002 seçimleriyle AK Parti geldi. Biz parti olarak, birey de olsa grup da olsa parti de olsa herkesin temel ilkelere bağlı olmasını savunuyoruz. İlkelerimizden bir tanesi şudur; dostumuz da olda düşmanımız da olsa doğru bir şey söylediğinde ve yaptığında biz onu takdir ederiz. Bu ülkenin, bu halkın yararına, menfaatine kim çalışırsa, gayret gösterirse, ideolojisine bakmadan takdir ederiz.  AK Parti döneminde Cumhuriyet tarihinde konuşulmamış şeyler konuşuldu ve adımlar atıldı. AK Parti sadece Kürt meselesinde değil, insan hakları meselesinde de tarih boyunca atılmamış adımları atarak bazı şeylerin önünü açtı. İnsanların baskı gördüğü konular konuşulmaya başlandı. Kürtçe konuşmanın, basın yayının yasak olduğu, ele geçirildiğinde örgütsel doküman olarak sayıldığı bir dönemden bugüne geldik. 

“Devlet, PKK’ye silah bıraktırarak Kürt meselesini çözeceğini sandı”

AK Partinin atmış olduğu adımlar olumlu muydu, tabii ki olumluydu. AK Parti hem insan hakları açısından hem Kürt meselesi açısından olumlu adımlar attı. Kürtçenin resmi kanallarından biri Kürtçe ve Zazaca yayın yapıyorsa bu büyük bir gelişmedir. Bu ülkede Kürtçe konuşmak yasaklanmıştı, insanlar sarıklı takkeli dolaşamıyordu, o günlerden bugüne gelinmişse bu büyük bir başarıdır, bunu görmezden gelemeyiz. Örgütlenme açısından da Cumhuriyet tarihi boyunca en çok örgütlenmenin yapıldığı bir dönemdeyiz.  Sayın Cumhurbaşkanının 2002 yılında Diyarbakır’da yapmış olduğu konuşmasında, ‘Neye mal olursa olsun Kürt meselesini çözeceğim’ diye bir açıklaması vardı. Ve Başbakan olduğu dönemde bunun adımlarını da attı. Kanaatime göre çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte örgüt bunu farklı bir durumda değerlendirdi. PKK, çatışmasızlık sürecinde hükümete vermiş olduğu sözleri yerine getirmedi. Ayrıca, PKK’nin silahsızlandırılmasıyla Kürt sorununun çözümünün birbirine karıştırılmaması gerekir ama hükümet bu meseleyi birbirine karıştırdı. Devlet, PKK’ye silah bıraktırarak Kürt meselesini çözeceğini sandı. Oysaki Kürt meselesi PKK ile var olan bir mesele değildi.

“Bir halkın yaşaması dilinin yaşamasına bağlıdır”

AK Partinin, geçmişte konuşulmayan bir meselede adım atmış olması hepimizi sevindirdi. Ama bu adımlar yeterli mi değil, biz zaten bunları yeterli bulmuyoruz. Biz şunu söylüyoruz, PKK silah bıraksın bırakmasın Kürt meselesi var ve Kürtlerin meşru hakları verilmediği müddetçe de bu mücadele devam edecektir. Kürt halkı, bin yıl da sürse temel haklarını elde edinceye kadar mücadeleye devam edecektir. Kürt halkı derken de herhangi bir ideolojik ayrışmaya gitmiyorum, ulusalcısı da Müslüman’ı da sosyalisti de vs… Kürt halkı öyle ya da böyle bu temel haklarına kavuşacaktır. O yüzden de anadilde eğitimin devlet eliyle yapılmasını istiyoruz. Bugün özel kus açma serbest ama özel kurslarla siz bir dili yaşatamazsınız. Bir halkın yaşaması dilinin yaşamasına bağlıdır. Bir dilin de hakim olabilmesi için eğitim dili olması lazımdır. Bugün televizyonlar olsa bile, gazetelerde yazı yazılsa bile eğer bir dili çocuklarınıza eğitim dili olarak öğretemezseniz bu zamanla kaybolur gider. Bugün Diyarbakır’ın şehir merkezinde doğup büyüyenler Kürtçeyi çok az biliyor. Neden, çünkü çok daha fazla asimilasyona tabi tutulmuşlar. Kırsal alanda yaşayanlar, etkileşime kapalı oldukları için bir nebze olsun dillerini koruyabilmişlerdir.

“Devlet eliyle Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı yerlerde eğitim dili Kürtçe olmalıdır”

Birincisi, Kürtçe eğitim dili olmalıdır ve en temel insani bir haktır. Devlet eliyle Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı yerlerde eğitim dili Kürtçe olmalıdır. Tabii ki, bunun pratikleşmesi bir süreç işidir. Bu süreçte kısa, uzun ve orta vadede yapılması gerekenler vardır. Bugün hemen okullarda Kürtçe eğitime geçilse bu bir zulüm olur, çünkü bunun bir alt yapısının olması gerekir. Önce birkaç yıl Kürtçe zorunlu bir ders olur, çocuklar okulda Kürtçe öğrenir ve süreç işinde aşamalı olarak Kürtçe eğitime geçilir. Anadil temel bir insani haktır ve bunun pazarlığı yapılmaz. Bugün nasıl Türkçe bir eğitim varsa Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde de Kürtçe eğitim olmalıdır. Biz, Türkçe tamamen hayatımızdan çıkarılsın diye bir şey de söylemiyoruz. Türkçe birinci resmi dil olsun, Türkçe yine zorunlu olsun ama Kürtlerin yaşadığı yerlerde Kürtçe de eğitim dili olsun. Ve biz bunu sadece Kürtler için de istemiyoruz. Bu hak Araplar istiyorsa Araplara da Lazlar istiyorsa onlara da ya da başkalarına da verilmelidir. Biz yapamayız edemeyiz olmaz, niye yapamıyoruz, niye edemiyoruz? 80 milyonluk ülkede siz her şeyi yapabilirsiniz. Yeter ki, biz kafamızın içindeki dogmatik olan putları kıralım.

“Yeni anayasada Türklerin ve Kürtlerin bu ülkenin asli, kurucu unsuru olduğu yer almalıdır”

 Biz HÜDA PAR olarak, Türklerin ve Kürtlerin bu ülkenin kurucu unsurları olduğuna inanıyoruz. Batıdaki insanlarımızın da bu durumu tasdik ettiklerine inanıyoruz ve bu birlikteliğin anayasaya yansıtılmasını istiyoruz. Yeni yapılacak anayasada Türklerin ve Kürtlerin bu ülkenin asli, kurucu unsuru olduğu yer almalıdır. Anayasaya bu ibareyi yazmak aynı zamanda, bu ülkenin kuruluşunda emek veren, kanlarını döken insanlara da bir minnet borcudur. Bu ülkenin kurtulması için yüz binlerce Kürt Çanakkale’de hayatını feda etti ama şuanda siz o Kürtleri yok sayıyorsunuz. Yasalarda Kürt diye hiçbir şey yok, her şeyi Türkleştirmişsiniz. Anayasada, ırkçılığa ait tüm ibarelerin kaldırılmasını istiyoruz. Anayasada dışlayıcı, ötekileştirici ne kadar ibare varsa kaldırılmalıdır. Anayasadaki vatandaşlık tanımı mutlak olarak değiştirilmelidir. Türkiye’de yaşayan herkes Türk vatandaşıdır ibaresini kabul etmiyoruz. Biz Türk değiliz, bu ülkede Araplar, Lazlar, Çerkezler, Zazalar, farklı etnik kimlikli insanlar yaşıyor. Yine, ülkenin resmi dili Türkçedir, Kürtçedir, Arapçadır, Zazacadır diye ekleyebilirsiniz. Bugün Güney Kürdistan’da 5 tane resmi dil var.

 “Kürtlerin temel haklarını tanıma konusunda bir adım atıldığında PKK’nin elindeki silahın da etkisi azalır”

Aslında bunun pratik açısından da halk açısından da bir sıkıntısı yok. Devlet ideolojisi ve saltanat sevgisinden kaynaklanan sıkıntılar var. Yani hiç kimse elde etmiş oluğu bir hâkimiyeti paylaşmak istemiyor. Eğer bu ülkenin başındaki etkili, yetkili kurum ve kişiler ortak bir akıl ile düşünebilseydiler bu durumda olmazdık. Anayasaya iki cümle eklemekle ne olacak, Türkler bir şey mi kaybedecek. Türkler derken Türk milliyetçiliğini kast ediyorum. Kürtlerin temel haklarını tanıma konusunda bir adım atıldığında PKK’nin elindeki silahın da etkisi azalır. Anadilde eğitim ya da Kürtçenin ikinci resmi dil olarak kabul edildiği bir yerde PKK neyin mücadelesini yapacak. Böyle bir durumda PKK marjinalleşecektir. İnsanlar artık şiddet, çatışma, kavga gürültü istemiyor, huzur istiyor. Bu halk Suriye’nin halini gördü, Kürtlerin gideceği yer de yok. Kobani olayları sonucunda gördük, bazı medya organlarının kışkırtmasıyla Türk milliyetçileri batıda Kürtlerin yaşadığı yerlere saldırılar yapıldı. Suriye’deki savaştan dolayı Suriye halkı Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı. Bugün 3 milyona yakın Suriyeli Türkiye’de yaşıyor. Bu manzaradan korkan Kürt halkı bugün bu tabloyla Cizre’de, Silopi’de Sur’da ve daha birçok yerde karşılaştı.

“Mademki kardeşiz, kardeşlik hukuku çerçevesinde haklar tanınmalıdır”

Kürt meselesinin çözümünü İslami açıdan da değerlendirecek olursak, mademki biz kardeşiz, kardeşlik hukuku çerçevesinde haklar tanınmalıdır. Doğrudur, Allahu Teâlâ Müslümanları kardeş ilan etmiştir ama kardeşliğin de bir hukuku var. Ben batıdaki Türk Müslümanlara sesleniyorum; evet biz kardeşiz ama artık kardeşlik hukukunun pratiğini görelim, kardeşlik hukukunun gereğini yerine getirelim. Mademki, Allahu Teâlâ bizi kardeş olarak yaratmış o halde kardeşlik hukukunun gereğini yapalım. Bizden önce sizin devlete dur demeniz lazım, bu kadar insanın hayatını kaybetmesine ne gerek var. Son 9 ayda 6 bin insan hayatını kaybetti, yazık değil mi? Biz biliyoruz ki, yarın öbür gün yeniden masaya oturulacak, 10 sene de geçse o masaya oturulacak.

 “Çözüm sürecinin yöntemini benimsemedik”

Kürtler arasında birlik beraberlik ve uzlaşma kültürü yerleşmedikçe haklarımızı elde etmemiz zor olacak. Biz şunu söylüyoruz; ideolojik farklılıklara, geçmişte yaşanmış kimi olumsuz pratiklere rağmen biz bugün bölgenin dinamikleri olarak bir araya gelmezsek bunun faturasını, zararını yine halkımız ödeyecektir. Çözüm sürecinin başlangıcı yanlıştı. Tabii ki, silahların susmasına sevindik ama çözüm sürecinin yöntemini benimsemedik. Çözüm sürecinin yönteminin yanlış olduğunu başından beri söyledik ve bu sürecin yürümeyeceğini ifade ettik. Kürt meselesi ile PKK meselesi farklı konulardır ve siz Kürt meselesinin temel haklarını PKK ile pazarlık konusu yapamazsınız.

“Çözüm süresine ne devlet inandı ne de PKK inandı”

 Çözüm süresine ne devlet ne de PKK inandı. Hem devlet için hem de PKK için bu halkın sivil insanlarının hayatının hiçbir önemi yok. Çözüm süreci boyunca da kaçırılan sivil insanlar oldu, yaşamını kaybedenler oldu ama bunlar için çözüm süreci bozulmadı. En basiti 6-8 Ekim olaylarıdır ve bu süreçte çözüm süreci devam etti. Demek ki, devlet açısından da PKK açısından da sivil insanların ölümü o kadar önemli değilmiş. İki polisin ölümünü ve Suruç’taki sivil insanların ölümünü bahane edip çözüm sürecini bozmak hakikatle bağdaşmayan bir durumdur. Eğer çözüm sürecini bozacaksaydınız 6-8 Ekim olaylarında bozaydınız. Bu olaylarda insanların can ve mal güvenliklerinin sağlanması gerekirdi ki, devlet hiçbir şey yapmadı. Mesele asker ve polisin ölmemesi ve onun dışında istediğinizi yapın diyerek PKK’ye alan bırakıldı.

“Devlet operasyon yapmak için neden Aralık’a kadar bekledi?”

YDGH’nin kuruluşu 2013 yılıdır ve PKK kıra dayalı şehir gerillacılığı pratiğini uygulamaya başlamak için şehirlere yığınak yaptı. Bunu devlet de hükümet de görüyordu. Kürt kamuoyu görmüyor mu o da görüyordu. Yine bu kurulan silahlı güç gösteriler yaparak medya’ya servis ediliyor. Çözüm sürecinin bozulmasıyla da şehirlere yayılan bir çatışmalı süreç başladı. İnsanların evlerinin önünde hendekler kazıldı, bombalar tuzaklandı vs… Ve bütün bunlar devletin gözleri önünde olmasına rağmen devlet aylarca bu süreci seyretti. Sur’da Kurşunlu Camii önünde hendek kazılıyor devlet müdahale etmiyor, operasyon yapmıyor. 4 ay içinde Sur’un her tarafında hendek kazdılar. Peki, devlet operasyon yapmak için neden Aralık’a kadar bekledi?

 “Bugün halkta her iki tarafa da büyük bir kin ve öfke var”

 Hükümet, devlet açıkçası PKK’nin bu programını bildi ve şöyle düşündü. Ben bu halkı kendi yanıma almam lazım. Halkı nasıl yanıma çekerim, PKK öyle bir zulüm yapacak ki halk, devlet gel beni kurtar diyecek, halkın o pozisyona gelmesini istedi. PKK de aynı şekilde halkı yanına çekerek, kurtarılmış bölgeler kurarak alan hâkimiyetini kurmak istedi. Sonuç itibarıyla devlet de PKK de halkı yanına çekmeye çalışıyordu. PKK bunu başaramadı, halk PKK’nin bütün çağrılarına rağmen sokağa çıkmadı. Gerçekten halk sokağa çıkmış olsaydı asker, polis halkın karşısında duramazdı. Ya da devlet halka çok sert müdahalelerde bulunacaktı ve PKK de bu durumu uluslar arası kamuoyunda kullanacaktı. Sonuç itibariyle PKK kurtarılmış bölgeler elde etmek istiyordu, bunu başaramadı. Devlet de halkı yanına çekmeye çalışıyordu, kanaatime göre devlet de bunu başaramadı. Bugün halkta her iki tarafa da büyük bir kin ve öfke var. Birincisi, evinin önüne hendek kazan, bomba döşeyen PKK’ye karşı ikincisi de bütün bunlara sessiz kalan ve sonrasında da operasyonlar yaparak evlerinin yıkılmasına, mağdur olmasına, kaçmasına vesile olmasına büyük bir öfke var.

“Halkın PKK’ye destek vermemesi size destek verdiği anlamına gelmez”

Biz şunu söylüyoruz, Ey hükümet, şuan operasyon yapıyoruz, halk zaten nefret ediyor, bunlara destek olmadı yanlışına kapılmayın adım atın. Anadilde eğitim ve Kürtçenin resmi dil olması yönünde adım atın. Halkın PKK’ye destek vermemesi size destek verdiği anlamına gelmez. Bu halk haklarını elde edinceye kadar mücadelesine şu ya da bu yolla devam edecektir. Ama siz de bombalarla, tanklarla, toplarla bir şehre girerseniz tabii ki bir yıkım yaşanacaktır. Bugün Sur’un, Cizre’nin bu hale gelmesinin en büyük sebebi PKK ama daha büyük bir sebebi de devlet, hükümettir. Bugüne kadar devlet ile PKK arasındaki çatışmalarda ortalama 700 800 kişi hayatını kaybetmiştir. Peki, son 9 ayda 6 bin insanın hayatını kaybetmesi neyi gösteriyor? İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalıdır,  yazıktır. Yine, bu süreçte sivil can kayıpları yaşandı, kimse bundan bahsetmedi.

“Sur yakıldı yıkıldı, Cizre yakıldı yıkıldı kimse bunun hesabını sormadı”

Biz bu çatışmalı süreçte şunu gördük, olaylarla hiç alakası olmayan insanlar hayatını kaybetti.  Örneğin, Çınar’da, Silvan’da, Bismil’de PKK’nin katletmiş olduğu siviller. Elif Şimşek Bismil’de roketatarla parçalanarak öldürüldü. Yine, Silvan’da çorbacı Şeyhmus vs… bunlar hiç sorgulanmadı, bunların hesabı verilmedi. Yine, bununla birlikte tomalardan ya da özel askeri araçlardan vurulan sivil insanlar, çocuklar var. Cizre’de bizim bir üyemizin evinin bitişiğinde bir vatandaş nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla vuruluyor ve onu hastaneye götürmeye çalışan komşusu da giderken vuruluyor. Bunları vuran da devletin operasyonel güçleridir. Biz parti olarak sivil Cizre’de yaşanan sivil kayıpları raporlaştırdık ve yayınladık. Yine, Sur raporunu da hazırlıyoruz ve yakın zaman içinde yayınlayacağız. Sur yakıldı yıkıldı, Cizre yakıldı yıkıldı kimse bunun hesabını sormadı. Bugün binlerce insan memleketini terk etti kimse bunun hesabını yapmıyor. Bugün halkımıza bu mağduriyetleri yaşatan bir hareketin,  oturup özeleştiri yapması lazım diye düşünüyoruz. Bu halkı tankların, topların namlularına hedef gösteremezsiniz, yazıktır bu halka.

“Hükümet gerçekten samimi ise iki masa kursun”

Tabii ki, eninde sonunda bir çözüm olmalıdır. Sonuçta iki düşman aşiret de olsa eninde sonunda bir barış olacaktır. Biz bu konuda şunu önerdik: İki masa kurulsun. Hükümet gerçekten bu sorunu çözmekte samimi ise ki, biz hükümetin samimiyetine inanmıyoruz. Hükümet gerçekten samimi ise iki masa kursun. Bir masada şiddete, gürültüye, kaosa karşı olanlar, Kürt halkının haklarını isteyenler diğer masada ise, PKK ve silahlı unsurlar. HDP de hangi masaya gitmek istiyorsa oraya gitsin. PKK’nin silah gücüyle pazarlık yapmak istiyorsa o masaya gitsin. Bu önerimiz hem hükümet için hem HDP için hem de PKK için bir tezdir. Yani, Kürt meselesi çözülmek isteniyorsa buyurun iki masaya. PKK bugün Kürtlerin temel temsilcisi değildir. Tabii ki, hükümet, devlet PKK’nin silahları bırakması konusunda onunla istediği pazarlığı yapabilir. Abdullah Öcalan’ın bırakılması dahil cezaevlerine bir genel af her şeyin pazarlığını sürdürebilir. Ama Kürtlerin meşru haklarını, PKK’nin silah bırakmasının pazarlığına dönüştürme. Hatta PKK bu konuda devlete şunu demelidir: ‘Kürtlerin meşru haklarını benim silahımla pazarlık konusu yapma.’ Kürtlerin meşru hakları Kürtlerin siyasi dinamikleri ve kanaat önderleri ile bir masada konuşulmalıdır.

“Siz resmi bir masa kurduğunuzda geri adım atamazsınız”

Dolmabahçe mutabakatının sonradan inkâr edilmesi de bu tür görüşmelerin resmiyet kazanmasının önüne geçilmesi çabasıdır. Çünkü görüşmeler resmiyet kazandığı an bir statü elde etme pozisyonu doğacak ve hükümet bu pozisyona girmek istemedi. Çünkü siz resmi bir masa kurduğunuzda geri adım atamazsınız, geri adım attığınızda halk sizi cezalandırır, hükümet bunu çok iyi biliyor. Onun için de hep oyalama taktikleri yaptı.  Hükümet 7 Haziran seçimlerinden sonra HÜDA PAR ve HAK PAR ile bir görüşme yapacağını söyledi ama bugüne kadar herhangi bir gelişme olmadı.

 “Biz özyönetimin bu şekilde ilan edilmesine karşıyız”

Biz yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden yanayız ve bu parti programımızda da var. İkincisi HDP’nin ya da DBP’nin ilan ettiği özyönetime biz karşıyız çünkü özyönetim oldubittiye getirilecek kadar basit bir konu değildir. Kürt halkının onayına sunulması, halkın, siyasi partilerin, STK’ların önerilerinin alınması gereken bir konudur. Biz özyönetimin bu şekilde ilan edilmesine karşıyız ve böyle bir özyönetimi kabul etmiyoruz. Kaldı ki bu özyönetim ilanlarının bir karşılığı da yok. Zaten yerelde 17 yıldır belediyeler sizin elinizde, encümenler, muhtarlar sizin elinizde. İki şey elinizde değil, bir Valilik iki yerel askeri güç elinizde yok. Zaten PKK’nin dönüp dolaşıp talep ettiği bir şey var oda yerel askeri güç olmak. PKK hükümet diyor ki, ‘bu bölgenin askeri, polisi ben olacağım. Şehre inen elemanlarım jandarma olsun, polis olsun.’ Hükümetle, devletle de aralarında anlaşamadıkları en önemli nokta da budur. Bu tabii ki, devlet ve PKK arasında olan bitendir. Peki, bölge gerçekliği, bölgedeki siyasi dinamikler bunu kabul eder mi, etmezler. İşte asıl nokta başta da ifade ettiğim gibi, Kürtler kendi aralarında oturup, konuşup bir mutabakata varmadıklarında devletle konuşmaları boştur. Her şeyden önce Güney Kürdistan’da olduğu gibi Kürtler arasında bir ortaklaşma, uzlaşma kültürü oluşturulmalıdır.

 “Evleri yıkılan insanların evlerinin yapılmasından yanayız”

Sur halkı ve benzer birçok yer gerçekten büyük bir mağduriyet yaşadı. Biz, Sur’daki halkla da esnafla da defalarca görüşmeler yaptık. Belki, binlerce vatandaşla görüşme yaptık. Halkın bu bölgelerde yaşadığı mağduriyetin giderilmesi konusunda 23 maddelik bir eylem planı vardı. Bunun içerisinde ev sahiplerinin talepleri, işyerleri olan esnafların talepleri ve Sur’un manevi havasının muhafazası konusunda bazı önerilerimiz vardı. Devlet kamulaştırdı ve hukuken buna karşı çıkamıyoruz. Fakat biz toplumsal baskı oluşturarak halkın aleyhine gelişebilecek durumların önüne geçmek istiyoruz. Bu konuda hükümet de şuan ne yapacağını nasıl yapacağını da açıklamış değil. ‘Herkesin rızasını alacağız, kimse mağdur olmayacak‘ yönünde hükümetin açıklamaları var ama bizim bunun takipçisi olmamız lazım. Evleri yıkılan insanların evlerinin yapılmasından yanayız. Evinin Sur’da olmasını isteyen bir vatandaşın evinin orada yapılıp kendisine teslim edilmesini istiyoruz. Şimdi siz Sur’daki bir insana 300 400 bin TL gibi bir fahiş fiyatta ev satmaya kalkışırsanız, vatandaşı böyle borçlandırırsanız bu büyük bir zulüm olur. Biz, DEDAŞ genel müdürlüğünü ziyaret ettik dedik ki, özellikle sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği yerlerde elektrik parası alınmasın. Buradan DİSKİ’ye de sesleniyoruz, Sur’daki vatandaşlardan geriye dönük olarak halktan su borcu alınmasın.  Öncelikle bizim kendi halkımıza faydamızın dokunması gerekiyor. Yine, devletten esnafa 100 bin TL faizsiz kredi vermesi gerektiğini söyledik. Devlet bir seferliğine 3 bin TL gibi komik bir yardım dışında esnafa herhangi bir yardımda bulunmadı.

“Biz Sur’da genel inancımıza ve ahlakımıza aykırı yerlerin açılmasına karşıyız”

Sur bizim en eski ilçemiz, Diyarbakır’ın merkezi, kalbidir. Oranın havası Bağlar’ın, Kayapınar’ın havası gibi değildir.  Orada manevi bir hava var,  5 yüzden fazla sahabenin mezarı var orada.  Hz. Süleyman camisinin yanında bazılarının mezarı bulunmuş bazılarının ise bulunmamıştır. Bu nedenle Sur’da hem inanç turizminin hem de yerli turizmin daha da fazla yararlanabileceği alanların açılmasından yanayız.  Biz Sur’da genel inancımıza ve ahlakımıza aykırı yerlerin açılmasına karşıyız. Bir istiklal caddesindeki gibi içkili kafeler vs… Sur’a gitmez.  Sur’da bulunan tarihi yapıların, Camilerin, Kiliselerin, Hamamların etrafı tamamen açılmalıdır. Ve biz Sur halk inisiyatifine de her türlü desteği vereceğimizi söyledik.

“Sur’un, Cizre’nin Nusaybin’in bir Suriye’den hiçbir farkı yok”

Biz parti olarak Sur’un kamulaştırılmasını değil afet bölgesi ilan edilmesini istiyor, bunu söylüyorduk. Çünkü orası afet bölgesi ilan edilmiş olsaydı oradaki bütün her şey koruma altına alınacak ve maddi manevi tüm sıkıntıları giderilecekti. Hükümet bu konuda belki de buranın Kürt bölgesi olmasından kaynaklı tabiri caizse çifte standart uyguladı. Soma’daki gibi bir iş kazası olduğunda batıda afet bölgesi ilan ediyor. Ama şimdi Sur’un, Cizre’nin Nusaybin’in bir Suriye’den hiçbir farkı yok ki. Bu yerler 8 şiddetinde bir deprem gibi tahribata uğramış gibi. 

 “Önemli olan adaleti uygulamaktır”

Başkanlık sisteminin içeriğini bilmiyoruz. Türk usulü başkanlık sisteminden bahsediyorlar. Biz sonuçta parlamenter sistemin de başkanlık sisteminin de adalet yönüne bakarız. Önemli olan adaleti uygulamaktır, adaleti uygulamadıktan sonra ister başkan olun ister Cumhurbaşkanı fark etmez. Biz insanların temel haklarına saygılı, özgürlükçü bir yönetim istiyoruz. Her şeyin temeli adalettir bu adalet başkanlık sistemiyle mi olur, parlamenter sistemle mi olur fark etmez.

 “Bugünkü şartlarda dokunulmazlıkların kaldırılmasına biz karşıyız”

Bürokratik oligarşinin olduğu yerde, bürokrasinin ve bürokratların vesayetinin olduğu bir yerde yaşıyoruz. Bir sürü farklı memurların dokunulmazlıklarının olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Böyle bir yerde milletvekillerinin de tabii ki, dokunulmazlıklarının olması lazım. Çünkü milletvekillerinin üstlenmiş oldukları bir misyon vardır ve halkın kendilerine yüklemiş olduğu bir görev vardır. Bunun için de milletvekili dokunulmazlığının olması gerekir. Bugünkü şartlarda yani bürokratik oligarşinin olduğu veya hükümetlerin kendi muhaliflerini yargı eliyle susturabilecekleri bir yerde, ülkede dokunulmazlıkların kaldırılmasına biz karıyız. Gerçekten adil ve özgürlüklerin olduğu bir ülkede sadece kürsü dokunulmazlığı olması yeterlidir. Şuan dokunulmazlıkların sadece HDP üzerine indirgenmesi, onun üzerine siyasi bir hamle yapılması doğru değildir. Sonuç itibariyle eğer işlenmiş olan bazı suçlar varsa tabii ki yargı önüne çıkarılır. Bu konuda toplumu germeye, kavga gürültüye gerek yoktur. Fakat biz hükümeti bu konuda da samimi bulmuyoruz. Dokunulmazlıklar kaldırılacaksa herkesin dokunulmazlığı kaldırılmalı ve asla muhalifleri susturmaya dönük adımlar atılmamalıdır.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.