İki Büyük Yalan
“Her zaman en kısa yoldan yürü. En kısa olansa, doğaya uygun gidendir. Kendini, doğaya uygun her türlü söze ve eyleme layık gör. Ne bazılarının eleştirileri, ne de onlardan doğacak kanılar nedeniyle yolundan sap.” Bu sözler MS.161'de Roma imparatoru olan Marcus Aurelıus Antonınus'a ait. Aynı zamanda bir filozof olan İmparator Antonınus’un yıllar önce yazdığı, Doğa ve İnsana dair düşüncelerini, “Kendime Düşünceler” kitabından aldım.
Matematikçiler de doğayı taklit ettikleri için bu yasa onlar içinde geçerlidir:
En kısa yol doğrusal ve diktir.
Bende düşüncelerimi en kısa yoldan anlatmaya çalışacağım. Evirip çevirmeye, lafı gevelemeye, uzatmaya gerek yok. Kısa yoldan ve kendimce doğru olandan başlayayım.
Doğa yasalarını anlamak istemeyen okumuş, ideolojik saplantı içinde olan, hep tek adam, tek lider, kurtarıcı arayanlar için çıkmaz yolda olduklarını, hemen doğrudan söyleyebilirim:
Kesinlikle çıkmaz yoldasınız!
Cumhuriyetin 100. yılında bir ideolojik uçtan, diğer ideolojik uca savrulduk; bunun sıkıntılarını da Türk ve Kürt halkı olarak hep birlikte yaşıyoruz. Kendi sosyolojimize ve kültürümüze uygun; evrensel, özgürlükçü, çoğulcu, sivil bir anayasa; yasalar çerçevesinde demokrasi ile yönetilen, tüm yurttaşların hakkını, hukukunu tanıyan, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurumları ile birlikte kuramadık.
Bu da kesin!
Peki neden?
Çünkü devlet iki ideolojik yalan üzerine kurulmuş, demokratik olmayan bir devlet. Sünni İslam ve Türkçülük üzerine kurulu bu devlet yıllarca kendi vatandaşlarını yalanla besledi/ kandırdı. Nasıl mı? Anlatayım:
Birinci yalan: "Cumhuriyet öncesi Türkler için karanlık bir dönemdi" yalanı; bir dönem Kemalist aydınlar tarafından sık sık kullanılırdı. Şimdilerde biraz azaldı veya söylem değişti. Bu yaklaşım/söylem doğru değildir. Bir çırpıda 622 yıllık Osmanlı imparatorluğu ve daha önceki Anadolu Selçuklu devleti olumlu olumsuz yönleri ile yok sayılarak, bin yıllık bir tarih karanlık dönem olarak niteleniyor; Anadolu halkları, halklarının dilleri, kültürleri yok sayılıyor. Benim öğrencilik yıllarımda dönüp dönüp bizlere derslerde bu anlatılır; Cumhuriyet dönemi ve Mustafa Kemal yüceltilerek göklere çıkartılırdı.
Amaç ne idi?
Amaç: İnkârci ve asimilasyoncu Türkçü rejimi güçlendirmek, tek adam rejimi kurarak, diğer halkları ve inançları yok saymaktı. Bunda da rejim, yalan propaganda, baskı ve zulümle kısmen başarılı oldu.
E, hali ile de bu durumdan demokrasi çıkamazdı; nitekim de çıkmadı.
İkinci yalan da: “İslam öncesi Arap kadınları ve kız çocukları için karanlık bir dönemdi. Çünkü kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu” yalanı. O dönem kimi kabilelerde kısmen olan bir olay, genelmiş gibi inananlara sunuldu. Okullarda ve normal hayatta bizlere bol bol anlatıldı. Bu da Sünni devletin desteğindeki siyasi İslamcıların algı yaratma, Sünni Siyasal İslam’ı yüceltme propagandasıydı. Gerçek hiçte öyle değil. Tarih bize bunun böyle olmadığını, o dönemde kız çocukları ve kadınların ne kadar kıymetli ve güçlü olduğunu belgeler ve olaylarla gösteriyor/veriyor. İşte örnekler:
Peygamber Muhammed’in ilk eşi Hatice, Mekke’nin en zengin dul kadınıdır. O dönem, Mekke’deki 14 zengin ailenin toplam mal varlığı, Hatice’nin mal varlığına ancak erişiyordu. Ayrıca Muhammed, Hatice’nin yanında çalışıyordu. Muhammed’e evlenme teklifini de Hatice yapıyor. Hatice 40, Muhammed 25 yaşındadır. Bu gün için Müslüman ülkelerde 40 yaşında dul bir kadının bir gence evlilik teklif etmesi mümkün mü? Ama Hatice ediyor. Neden? Çünkü zengin ve toplumda itibar sahibidir. Yine Hatice Muhammed’le 15 yıla yakın evli kalıyor. 4 kız çocuğu oluyor.( Fatime Ali’yle, Rukiye ve Ümmü Gülsüm Halife Osman’la evliydi.)
Bu süre zarfında Muhammed tek eşlilik sürdürüyor. Hatice’nin ölümünden sonra Muhammed çok eşlilik yapıyor. Hani İslam öncesi kadınlar güçsüzdü, toplumda ve ailede değeri yoktu?
Bir başka örnek: “Saba Melikesi Belkıs, günümüz Habeşistan (Etiyopya) veya Yemen'in olduğu topraklarda hüküm sürdüğü farz edilen, tarih öncesi Saba Krallığı'nın kraliçe/ hükümdarıdır.” Şimdi İslam ülkelerinde yönetici, kadın kraliçe var mı? Varsa ben mi duymadım, bilmiyorum!
Diğer bir örnek, Çağrı filminden, sanırım izlemişsinizdir; savaşta, Arap kadınların eşlerinin yanında nasıl savaştıklarını, söz ve karar sahibi olduklarını…Türklerde ve Kürtlerde de bu böyle idi.
“Mekke lideri Ebu Süfyan'ın karısı Hind bint Utbe, Bedir Muharebesi'nde babasını, kardeşini ve amcasını öldüren Muhammed'in amcası Hamza’yı ortadan kaldıracak kişiye bütün takılarıyla birlikte on altın vereceğini bildirdi.
Uhud meydanında Vahşi, savaşın en kızgın anında, uzaktan bir mızrak darbesi ile Hamza'yı öldürmeyi başardı. Daha sonra Vahşi, Hamza'nın bedenini parçalayıp ciğerini çıkardı ve Hind'e götürdü. Hind de ciğerini dişledi. Bunun yanı sıra, Hamza'nın burnu, kulağı ve diğer bazı organları da kesildi.”
Yapılan barbarlığı bir tarafa bırakalım. Çünkü konumuz savaş ve barbarlık değil. Konumuz,
Mekke lideri Ebu Süfyan'ın karısı Hind bint Utbe’nin kocasının yanında intikam için etkin bir şekilde savaşa katılmasıdır.
Şimdi Müslüman ülkelerde kadınlar bırakın savaşa gitmeyi özgür bir şekilde alışverişe, sokağa çıkamıyor.
Bir başka örnek de Amed’le ilgilidir. Halife Ömer döneminde Amed fetih edildiğinde Amed şehrinin melikesi Bizans’a bağlı Meryem ed-Dariye idi.
Tüm bunlar bize açıkça şunu gösteriyor: İslam öncesi kadınlar, genel olarak gerek Arap toplumunda, gerekse Ortadoğu toplumlarında daha güçlü, yönetici, söz ve karar sahibiydi.
Her şeyi bildiğini zanneden, kesin konuşan şarlatan, sözde " bilim insanları"; “Tanrı adına halkları kullaştıran ve kralları- siz liderleri anlayın- tanrılaştıran”, dini siyasete alet eden ve halkın temiz inancını siyasetin emrine verenler; yargılayıcı ve suçlayıcı dil kullananlar için diyorum ki: Evrende hiç bir düşünce, fikir, ideoloji ve inanç kesin değildir. Kutsayıp göklere çıkardığınız liderler de geçicidir. Bilime ve tarihe karşı biraz saygılı ve ölçülü olun. Fikirler, eserler, yapıtlar, kutsal metinler, inanç ve destanlar, mitolojiler; tüm bu anlatılanlar insan aklının ürünleridir.
Zamanda, her şey değişim ve dönüşüm içindedir.
Günümüz insanı için geçmişteki yüzlerce liderin; binlerce tanrının anlamı nedir? Nerde bu lider ve tanrılar? Bunları hiç düşünüyor musunuz?
Kozmos'da olup biten her şeyi öğrenmek için, bilgimiz, beynimiz ve elimizdeki teknoloji bu gün için yeterli değildir. Hiçbir zaman da yeterli olmayacak. Kozmos’ta Dünya, milyar milyarlarca yıldızdan sadece bir tanesi; Sahra çölünde bir kum, Okyanus’ta bir damla, biz insanlarda sadece hiçiz. Ama kendi küçücük dünyamızda adım adım bilgimiz artıyor, yaşam kalitemiz yükseliyor vizyonumuz da genişliyor.
Aydınlar, ideolojik saplantılardan kurtulmalı. Hiç bir ideoloji, kişisel, sınıfsal, ulusal, dinsel kalıcı değil. Dün olduğu gibi bu gün de, Evrenin yasalarının yanında geçicidir. Yöneticiler ve saygın din görevlileri kısa ve doğru yoldan gitmeli; bu gün için kısa ve doğru yol: özgürlükçü, demokratik, çoğulcu, hak ve hukuk yoludur. Kısaca demokrasi yoludur. Gerçek demokraside bilime, doğaya ve insana saygı vardır.
Tek ideoloji ve tek adam yolu azınlıkçıdır; milliyetçiliği, dinciliği öne çıkarır; çıkmaz yoldur. Oysa doğada her canlı varlığını uyum içinde dengede sürdürür.
Şunu unutmayalım: Birileri yalan söylese de; tüm canlıların anası doğa ana, onun yasaları ve o yasaların ürünü matematik asla yalan söylemez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.