"Eninde sonunda masa kurulacak"
Kürt sorunu ve bölgede yaşananlarla ilgili önemli tespitleri bulunan D.Ü öğretim görevlisi Vahap Çoşkun, gündeme dair konularda önemli açıklamalarda bulundu.
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Vahap Çoşkun, Türkiye’nin PYD’ye müdahalesini yanlış bulduğunu belirterek; “PYD’yi vurmak, onu Esad rejimi ve Rusya’ya mahkûm etmek yerine, Türkiye Suriye Kürdistan’ı ile ilişkilerini yoğunlaştırmalıdır. Suriye Kürdistan’ının imarına yardımcı olmalı, işbirliği anlaşmaları yapmalıdır. Suriye Kürdistan’ının siyasi ve ekonomik olarak yeniden yapılandırılmasının Türkiye rol üstlenmelidir. Türkiye, Suriye sınırında dost bir Kürt yapılanması olduğunda, kendisine yönelecek tehditleri de asgari bir düzeye indirebilir” dedi.
Suriye’de kısa vade içerisinde bir çözüm görünmediğini belirten Coşkun Uluslar arası güçlerin DAEŞ ile mücadele etmediklerini söyledi. Coşkun, “Ortak muazzam bir kötülük timsali oluşturuldu ve onun üzerinden herkes Suriye’ye, Ortadoğu’ya müdahale eder oldu. Bugün 35 ülke DAEŞ’e karşı mücadele ediyor, dünyanın süper iki gücü, ABD ve Rusya DAEŞ ile mücadele ediyor, İran, Suriye DAEŞ’e karı mücadele ediyor ama DAEŞ’e hiçbir şey olmuyor olacak iş mi? Dolayısıyla aslında ortada DAEŞ’e karşı bir mücadele yok” dedi.
Hendek ve barikatların konjonktürel olduğunu belirten Çoşkun, “Hendek ve barikatların kaldırılması ile Kürt sorunu çözülmez. Bu mesele özünde siyasi bir meseledir ve dolayısıyla müzakere ile oturulup görüşülecek, çözülecek bir meseledir. Eninde sonunda bir masa kurulacak ve bu masa etrafında bu meseleleri tartışacaklar” dedi.
PYD’nin Suriye’deki tekçi yapısını eleştiren Coşkun, “Türkiye’nin Suriye Kürdistan’ı ile ilgili olarak korkusu, Suriye’de etkin olan PYD’nin PKK ile olan organik ilişkisidir. Çünkü Türkiye PKK ile savaşırken, kendi sınırlarında bir PKK yapılanmasını, oluşumunu bir güvenlik tehdit olarak algılıyor. Bu tehdidi ortadan kaldıracak bir husus bence Suriye Kürdistan’ında iktidarın çeşitlenmesidir” şeklinde konuştu.
Bölgedeki çatışmalı süreç, ‘hendek siyaseti’, bölge halkının sessizliği, Dolmabahçe mutabakatı, müzakere görüşmelerinin doğal süreçleri, uluslar arası güçlerin DAEŞ ile mücadelesi, Türkiye’nin PYD’yi vurması, Azez hattının Türkiye için önemi, Türkiye’nin Suriye ve PYD politikası, Kürt sorununun çözümünde muhataplık meselesi ve daha birçok konuyu, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun ile konuştuk.
Bölgedeki çatışmalı süreç, sokağa çıkma yasakları, operasyonlar, hendekler Türkiye’yi nereye götürüyor?
“Hendekler kazma, barikatlar kurma eylemi yanlış bir politika”
Bu çatışmalar başladığı andan itibaren, çatışmaların bir karakter değiştirdiğini söylemek mümkün. Daha önce çatışmalar kırsal bölgelerde ve dağlarda meydana gelirken, bu yeni dönemde çatışmalar şehir içlerine taşındı. PKK şehirlerde güçlü olduğu bölgelerde hendekler kazarak, barikatlar kurarak savaşı, çatışmayı şehir içine taşıdı. Hendekler kazma, barikatlar kurma eyleminin yanlış bir politika olduğunu ilk günden beri söylüyorum. Bunlar herhangi bir şekilde Kürt meselesinin çözümüne katkıda bulunmadığı gibi, Türkiye’nin demokratikleşmesine de herhangi bir şekilde hizmet etmiyor. Bu hendeklerin ortaya çıkardığı maliyetin büyük kısmı yine Kürtlerin sırtına bindi. Yani, evleri yıkılanlar, evlerinden göç etmek zorunda kalanlar, işlerini kaybedenler, ekonomik olarak çok zor bir duruma düşenler tamamıyla Kürtler oldu. Dolayısıyla bu siyaset, bu hendek tercihi, çünkü ‘hendek siyaseti’ kavramı yanlış bir kavram, hendek’in olduğu yerde siyaset olmaz, hendek, siyaseti boğan bir şeydir. Bu hendek, barikat tercihinin baştan aşağı yanlış, herhangi bir şekilde çözüm üreten bir tarafının olmadığını düşünüyorum.
“Hendek, PKK’nin bir tercihiydi ve yanlış bir tercihti”
Hendek’in bir zorunluluk olduğu veya bir sonuç olduğu ifade ediliyor, bu görüşe de katılmıyorum, bence bu bir tercihti, PKK’nin bir tercihiydi ve yanlış bir tercihti. Hendek tercihinin neden yanlış olduğunu önümüze koyan birkaç emare var. Birincisi, halk bunları hiçbir şekilde tasvip etmiyor. Bırakın hendeklerin arkasında durmayı, hendeklerin kazıldığı bölgeleri hemen terk ediyor. Hatta hendeklerin kazılmasına da gerek yok, hendeklerin kazılacağına dair bir duyum, fısıltı bile halkın oradan göç etmesine yetiyor. Dolayısıyla insanlar herhangi bir şekilde çatışmanın bir parçası haline gelmek istemedikleri çok açık ve net bir şekilde gösteriyorlar.Bu son derece önemli bir göstergedir. Yine bu özyönetim taleplerinin, barikatların arkasında insanlar durmuyorlar. Evlerini, işyerlerini terk ediyorlar. Çok büyük zorlukları göze alarak başka yerlere göç ediyorlar, hendeklerin ve barikatların arkasında durmuyorlar. Dolayısıyla halk tarafından tasvip edilmediğini çok açık ve net bir şekilde görüyoruz. Yine, özyönetim ilanlarına da halkın geniş katılımının sağlanmadığını veya halkın geniş desteğinin alınmadığı görüyoruz. PKK’nin ve PKK ile irtibatlı diğer yapıların da halkın bunu tasvip etmediğini, doğru görmediğini, kabul etmediğini fark etmesi ve bu hendek siyasetinden vazgeçmesi gerekiyor.
“Hendekler, güvenlik tedbirleri, ikisi de Türkiye’de demokrasiyi boğan, bir durum oraya çıkardı”
Tabii hendeklerin kazılması kaçınılmaz bir şekilde çatışmaları şehirlere taşınması beraberinde bir takım güvenlik tedbirlerini, uygulamalarını da getirdi. Sokağa çıkma yasakları bunlardan bir tanesi. Bu güvenlik tedbirlerinin şöyle bir özelliği var, devlet açısından işin handikaplı tarafı bu; bir güvenlik tedbiri çok uzun süre devam ettiği zaman bir güvenlik tedbiri olmaktan çıkıyor, bir külfet haline dönüşüyor. Yani 70 - 80 günlük sokağa çıkma yasakları, oradaki insanların çok büyük bir kısmının çok ciddi bir şekilde zarar görmesini beraberinde getiriyor. İkinci bir hususta, güvenlik tedbirlerinin aşırı uygulanması kendisiyle beraber bir takım hak ihlallerini de kaçınılmaz hale getiriyor. Basına da yansıyan birçok hak ihlali oldu ve hatta hükümet bu ihlallerle ilgili soruşturma açmak durumunda da kaldı. Dolayısıyla bir taraftan hendeklerin kazılması bir taraftan güvenlik tedbirleri, ikisi de Türkiye’de demokrasiyi boğan, demokrasi standartlarını aşağı çeken bir durum oraya çıkardı. Bunların hiçbir şekilde Kürtlere bir hayrı da faydası da yok.
“Hendek tercihi Türkiye’deki gelişmelerden ziyade Ortadoğu’daki gelişmelerle ilintiliydi”
Ben, hendek tercihinin Türkiye’deki gelişmelerden ziyade Ortadoğu’daki gelişmelerle ilintili olduğunu baştan beri söylüyorum. Yani, Türkiye’deki çözüm sürecini ilerletmek için yapılmış bir tercih değildi. Tam aksine Suriye’de PKK’nin elde etmiş olduğu iktidar alanını Türkiye’ye kabul ettirmenin bir aracı, siyasetiydi. Türkiye’yi içerde zorlayarak Suriye’deki kazanıma razı etmek veya o çizgiye çekmek için uygulanan bir girişimdi. Şuandaki çatışmaların temel sebebi de budur zaten.
Halkın tüm bu olup bitenler karşısındaki sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
“İnsanlarda büyük bir hayal kırıklığı var”
İnsanlarda büyük bir hayal kırıklığı var. Bu hayal kırıklığının nedeni de şu; 7 Haziranda HDP’ye verilen desteğin bence ene önemli sebeplerinden bir tanesi, Kürt meselesinin şiddet sarmalından çıkartılıp, Kürt meselesinin tamamıyla bir siyaset arenasında, mecliste çözülmesinden yana bir talepti. HDP’ye verilen % 13’lük oy desteği ve 80 milletvekili bu talebin bir dışa vurumuydu. Ama bunun hemen arkasında siyaset alanını genişletmek gerekirken şiddete dayalı bir tercihte bulunmak, insanların duygularında ciddi manada bir kırılmaya sebebiyet verdi. PKK’ye ve HDP’ye verilen en büyük mesaj bence şu; Evet biz Kürt meselesinin çözülmesini istiyoruz, Kürt meselesine dair bir takım temel haklarımızı talep ediyoruz ama bu hakları elde etmenin yolu şiddet değil, siyasettir. Arada geçen 4 aylık süreç içinde seçimler tekrarlandı ve 1 Kasım seçimleriyle HDP’nin 1 milyonluk bir oy kaybının olduğu görüldü. Eğer PKK ve HDP 1 Kasım seçimlerinden sonra şiddet yerine siyaseti ön plana koyan bir çizgi izlemiş olsalardı, bence o yükseliş trendi devam ederdi ve dolayısıyla oy oranlarını daha fazla yükseltme imkânları vardı. Ama bu yanlış politik tercih halkın bu siyasetle arasına ciddi bir şekilde mesafe koymasına neden oldu. Bunu hem halkın oy davranışlarında hem de hendek, barikatlara destek vermemelerinde görmek mümkün.
Dolmabahçe mutabakatının bozulmasının, müzakere görüşmelerinin sonlanmasının bugün yaşanan çatışmalı süreç üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
“PKK ve HDP de Dolmabahçe mutabakatına başta o kadarda sıcak bakmadılar”
Dolmabahçe mutabakatı çok araçsallaştırılan bir şey, Dolmabahçe mutabakatını PKK ve HDP cansiperane savunuyordu da hükümet bunu devirdi öyle bir şey yok. Aslında PKK ve HDP de Dolmabahçe mutabakatına başta o kadarda sıcak bakmadılar. Onlar da AK Partinin herhangi bir şekilde bir çözüm iradesinin olmadığını söylediler. Mustafa Karasu Dolmabahçe mutabakatının imzalandığı gün yaptığı açıklamada, ‘Hiç kimse PKK’nin silah bırakmasını düşünmesin, bunlar tamamen spekülasyondan ibarettir’ diye, Dolmabahçe mutabakatını daha baştan itibarsızlaştıran bir konum elde etti. Kaldı ki Dolmabahçe mutabakatı sadece iki tarafın bir arada görüntü vermesi ve irade beyanında bulunması açısından önemli. Yoksa Dolmabahçe mutabakatının bir çözüme yol açacak bir çerçeve çizmediği çok açık bir şekilde ortadaydı. Oradaki maddeler çok soyut, genel maddelerdi. Dolayısıyla Dolmabahçe mutabakatı denilen mutabakata iki taraf da zaten başında beri öyle çok büyük bir değer biçmediler. İki taraf da bu mutabakatın gereğini yerine getirmediler ve ondan sonra bu süreç bitti. Velev ki, Dolmabahçe mutabakatı bitmiş olsa bile ben şiddete dönülmesini bu anlamda doğru bulmazdım. Yani, Dolmabahçe mutabakatının gereği yerine getirilmiyor diye bu işler yapılıyor değil, burada daha farklı bir siyaset, tercih var.
Son zamanlarda basına yansıdığı kadarıyla hükümetin Kobani olaylarından sonra yaptığı askeri hazırlıklar var bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Her iki taraf da görüşmeler devam ederken sürecin sonlanması ihtimaline karşı hazırlıklar yapıyorlardı”
Her iki taraf açısından da aslında baştan beri bir güvensizlik vardı. Görüşmeler devam ederken her iki taraf da görüşmelerin sonlanması ve bir çatışma halinde ne tür planlamalar içerisine girecekleri konusunda kendi cephesinden hazırlıklarını yapıyorlardı. PKK’nin bu kadar kısa süre içinde bu kadar silah ve elemanı şehirler yığması mümkün değildi ve belli ki, süreç devam ederken bu hazırlıklar yapılıyordu. Bunun karşısında devlet de sürecin sonlanması, akamete uğraması karşısında nasıl bir siyaset izleyeceğini, nasıl bir tedbir haritası izleyeceğini önceden hesapladı. Dolayısıyla her iki taraf da görüşmeler devam ederken sürecin sonlanması ihtimaline karşı hazırlıklar yapıyorlardı ve bunu her iki tarafın görüşmeler sonlandıktan sonraki tepkilerine bakarak da görebiliriz. PKK’nin güçlü olduğu yerlerde hendek kazmasının, barikat kurmasının ve buralara ciddi manada silah stoku yapmasının birkaç günde olacak şeyler olmadığını görmek gerekir. Diğer yandan sürecin sonlanmasıyla devletin de PKK kamplarını vurması onların da hazırlıklı olduğunu gösteriyor.
Hendeklerin kapatılması sorunu çözer mi?
“Eninde sonunda bir masa kurulacak ve bu masa etrafında bu meseleleri tartışacaklar”
Çözmez elbette, şuanda konjonktürel bir sorun hendek sorunu. Hendekler şehir içinde doğal, olağan yaşamı ortadan kaldırdığı için herkesin üzerinde odaklandığı meseledir ama hendeklerin kapatılması, barikatların kaldırılması vb. hususlar bu meseleyi tamamıyla nihayete erdirmez. Bu mesele özünde siyasi bir meseledir ve dolayısıyla müzakere ile oturulup görüşülecek, çözülecek bir meseledir. Bugün her ne kadar taraflar birbirleriyle karşılıklı çok sert bir dille konuşuyorlarsa ve hiçbir şekilde bir daha görüşme masasına oturmayacaklarını ifade ediyorlarsa da bunun gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Eninde sonunda bir masa kurulacak ve bu masa etrafında bu meseleleri tartışacaklar. Benzer durumları biz daha önce de yaşadık.2001’’de Oslo’da süreç yıkıldığında 14 ayı bulan bir çatışma süreci başlamıştı ve bin’in üzerinde insan yaşamını kaybetmişti. Yine o dönemde siyasal alanda karşılıklı çok sert açıklamalar söz konusuydu. 14 aylık çatışmaların sonunda devletin de PKK’nin de güçle, silahla kendi amaçlarına ulaşamayacakları bir kez daha ortaya çıktı ve yeniden bir müzakere masasında görüşmeye başladılar. Ben bu yaşanan çatışmalı sürecin sonunda da bir müzakere masasının oluşacağını düşünüyorum. Oslo’ya kadar taraflar müzakere masasına daha güçlü bir şekilde oturmak için taraflar sahada varlıklarını daha güçlü bir şekilde göstermeye çalışıyorlar.
Eninde sonunda ve yeniden bir müzakere masası kurulacaksa ve bu sorun nihayetinde masada çözülecekse yeniden bu çatışmalar niye?
“Tabii ki, bu tür müzakere süreçlerinin kırılmalar yaşaması doğaldır”
Tabii ki, bu tür müzakere süreçlerinin kırılmalar yaşaması doğaldır. Herhangi bir çatışmayı çözerken bir kere masaya oturup anlaşmaya varılmaz, bu çok mümkün olmaz. Tarafların talepleri olur, bu talepler bazen karşılanır bazen karşılanmaz. O nedenle süreç içerisinde çatışmalar meydana gelebilir. Kolombiya’da örneğin bir süreç var ve o süreç içerisinde taraflar 6 kez masadan kalktılar, 6 kez çatışmalar yeniden başladı. Ve nihayetinde 6. Müzakerenin sonunda bir sonuca ulaştılar. Bu tür görüşmelerde maalesef çatışmaların olması doğal bir şey ve bir kerede anlaşmaya varmaları çok nadir görülebilen bir durumdur. Ve bir çatışma başladıktan sonra ise taraflar daha sonra kurulacak müzakere masasına güçlü bir şekilde oturmak için çatışmaları devam ettirirler ve bir noktaya kadar devam ettirirler. Türkiye PKK özelinde baktığımızda bu artık sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir durum değil, Suriye’de de hesapları var. Ve Suriye’deki hesaplara bağlı olarak çatışmalar bir şekilde devam ediyor. Dolayısıyla tarafların hem konjonktürel hem kendileri açısında tarihi olarak gördükleri bir durum varsa bu durumu garanti altına almak ve daha fazla kazanım elde etmek için çatışma yapabilirler, şuanda yaşanan da bu.
Bir yanda halkta çatışmaların biran önce bitmesi yönünde bir beklenti varken bir yanda da havaların ısınmasıyla çatışmaların daha da şiddetleneceği yönünde kaygılar var, siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Umarım bu bahar çatışmalar daha da yoğunlaşmaz, aklıselim galebe çalar”
Evet, maalesef bahar aylarına doğru çatışmaların yoğunlaşması yönünde bir tehlike var. Ama ben bu çatışmaların iki tarafa da kazandıracağını düşünmüyorum. On yıllardır süren çatışmalardan da biliyoruz ki, bahar aylarında çatışmalar yoğunlaşıyor ve bu çatışmaların taraflar açısından bir netice getirmediği görülüyor. Umarım bu bahar çatışmalar daha da yoğunlaşmaz, aklıselim galebe çalar. Umarım taraflar biran önce bu çatışma yolundan çıkar da tekrar siyaset yoluna girerler. Eğer çatışmalar devam ederse yaz ayları içinde daha şiddetli bir hal alabilir. Ama yılın sonunda taraflar dönüp baktıklarında görüşmekten, siyasetten, diyalog kanallarını açmaktan başka yollarının olmadığını bir kez daha göreceklerdir.
Türkiye’nin Azez’de PYD’ ye müdahalesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Türkiye PYD ile olan ilişkilerini, PYD’yi itmek yerine PYD’yi kapsayan bir siyaset izlemesi gerektiği kanısındayım”
PYD’ ye Türkiye’nin böyle bir müdahalesini tamamıyla yanlış buluyorum. Türkiye’nin PYD’yi bu kadar mutlak bir kötülük timsali haline getirilmesinin de Kürtler açısından Türkler açısından da bir fayda sağlamayacağını düşüyorum. PYD bundan kısa bir süre önce Türkiye ile ilişkileri olan bir yapılanmaydı. Ve bu ilişkiler geliştirilirken Türkiye PYD’nin PKK ile olan organik bağlantısını biliyordu. Salih Müslim Türkiye’ye geliyordu, PYD ile Türkiyeli yetkililer arasında toplantılar yapılıyordu, YPG’nin yaralıları Türkiye hastanelerinde tedavi ediliyordu. Eşme ruhu diye bir ruhtan bahsediliyordu vs… Türkiye ile PYD arasındaki ilişkiler son derece iyi ilişkilerdi. Ama ne zaman ki, çözüm süreci yıkıldı o zaman PYD’ye karşı olan tavır da tamamıyla değişti. Ve şuanda Türkiye sınırda bir Kürt koridorunun oluşmasını bir tehlike olarak görüyor. Dolayısıyla PYD’nin Kürt kantonlarını birleştirme çabalarını Türkiye açısından bir güvenlik tehdidi olarak görüyor ve buna yönelik de bir müdahalede bulunuyor. Tabii ki, ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Türkiye PYD ile olan ilişkilerini, PYD’yi itmek yerine PYD’yi kapsayan bir siyaset izlemesi gerektiği kanısındayım. Baştan beri burada bir takım siyasi yanlışlar yapıldı.
“Türkiye, Suriye sınırında dost bir Kürt yapılanması olduğunda, kendisine yönelecek tehditleri de asgari bir düzeye indirebilir”
PYD de siyasi hatalar yaptı. Örneğin, kendi içerisinde, kendi bölgesinde herhangi bir şekilde çeşitliliğe ve demokrasiye izin vermedi. Diğer Kürt örgütlerini bastırdı hatta PYD’ye karşı olan çok sayıda Kürt’ü Suriye sınırının dışına sürdü. PYD’nin anti demokratik uygulamalarının Suriye Kürdistan’ında Kürtler arasında barışı engelleyen bir tarafının olduğunu düşünüyorum. Ama buna rağmen Türkiye’nin PYD ile bu tür bir ilişki kurmasının yanlış olduğu kanaatindeyim. Türkiye daha önce Irak’taki Kürt yapılanmasını da kendisine tehdit olarak görüyordu ve bunun oluşmaması için elinden gelen her şeyi yapacağını söylüyordu ama aradan geçen on yılın üzerinden dönüp baktığımızda Türkiye’nin Ortadoğu’daki en büyük müttefiki Kürdistan Bölgesel Yönetimi olduğunu görüyoruz. Bunun bir benzerinin Suriye Kürdistan’ı için kurulmamasında herhangi bir neden görmüyorum. Dolayısıyla PYD’yi itmek, onu Esad rejimi ve Rusya’ya mahkûm etmek yerine, Türkiye Suriye Kürdistan’ı ile ilişkilerini yoğunlaştırmalı, Suriye Kürdistan’ının imarına yardımcı olmalı, işbirliği anlaşmaları yapmalı, Suriye Kürdistan’ının siyasi ve ekonomik olarak yeniden yapılandırılmasının hamiliğini üstlenmelidir. Türkiye, Suriye sınırında dost bir Kürt yapılanması olduğunda, kendisine yönelecek tehditleri de asgari bir düzeye indirebilir. Ama bugün izlenen siyasetin yanlış olduğu, doğru bir siyaset izlenmediği kanısındayım.
Türkiye, sınırlarında bir Kürt oluşumunu, Kürtlerin statü kazanmasını neden kendisine bir tehdit olarak görüyor?
“Türkiye’nin Suriye Kürdistan’ı ile ilgili olarak korkusu, Suriye’de etkin olan PYD’nin PKK ile olan organik ilişkisidir”
Bunun farklı nedenleri var, örneğin İran’da bir tehdit yok şu an ama Irak’ta kazanılan statünün kendi ülkesindeki Kürtlere açısından bir örnek olacağını düşünerek karşı çıkıyor. Ama bunun böyle bir sonuç yaratmadığı Irak’ta net bir şekilde görüldü. Tabii ki, burada önemli olan sizin kendi ülkenizde Kürtlerin demokratik haklarını ne ölçüde karşıladığınız ve tatmin ettiğinizle alakalı bir meseledir. Türkiye’nin Suriye Kürdistan’ı ile ilgili olarak korkusu, Suriye’de etkin olan PYD’nin PKK ile olan organik ilişkisidir. Çünkü Türkiye PKK ile savaşırken, kendi sınırlarında bir PKK yapılanmasını, oluşumunu bir güvenlik tehdit olarak algılıyor. Bu tehdidi ortadan kaldıracak bir husus bence Suriye Kürdistan’ında iktidarın çeşitlenmesidir. Örneğin orada diğer Kürt yapılarının da kendilerini ifade edebileceği bir yapının oluşmasıdır. Mesela KDP’nin içinde olduğu bir iktidar, siyaset denklemi Türkiye’nin bu konudaki endişelerini asgari düzeye indirebilir. Ama bence Türkiye’nin bu güncel, konjonktürel korkulardan kendisini kurtarması lazım. Aslolan Türkiye’nin çevresinde Kürt koridorlarının oluşması değil, Türkiye’nin kendi sınırları içerisindeki Kürtleri tatmin edecek siyasetler üretmesidir.
“ Kürtlerin Irak’ta, Suriye’de bir kazanım, statü elde etmesini Türkiye için bir fırsat olarak görüyorum”
Ben Türkiye’deki Kürtlerin çok büyük bir kısmının Türkiye’nin bölünmesi, ayrı bir devlet oluşturulması yönünde bir düşüncelerinin olmadığını düşünüyorum. Türkiye’deki Kürtler tüm bu yaşananlara rağmen Türklerle birlikte yaşama konusunda ciddi bir iradeye sahiptirler. Onun için, Türkiye’nin bu bölünme korkusundan kendini kurtarması lazım. Türkiye’nin herhangi bir yerde Kürtlerin bir kazanım elde etmesine reaksiyon gösterme ve bunu kendisi için bir tehdit olarak görme siyasetinden yakasını sıyırması lazım. Ben, Kürtlerin Irak’ta, Suriye’de bir kazanım, statü elde etmesini Türkiye için bir fırsat olarak görüyorum. Irak’taki yapılanma zaten bunu teyit etti ve ben bunun aynısının bir 5 yıl 10yıl sonra Suriye’de de olacağını düşünüyorum. Buradaki Kürt yapılanmaların varlığı Türkiye’nin istikrarsızlaşması veya Türkiye’nin bölünmesi için değil, Türkiye’nin istikrarının derinleşmesi, Türkiye’nin bütünleşmesinin sağlanması konusunda daha büyük bir rol oynayacağını düşünüyorum.
“PYD’nin bu politik tercihlerinin sorgulanması lazım”
PYD de Türkiye ile ilişkileri konusunda hata yaptı. Türkiye’nin korkusunu tetikleyecek ne kadar aktör varsa onlarla işbirliğine girdi. PYD, Rusya, Esad rejimi, İran ile ilişkiler kurarken Barzani ile problemler yaşadı. PYD’nin bu politik tercihlerinin sorgulanması lazım. PYD’nin en büyük handikapı, kendi içerisinde çeşitliliğe izin veren bir yapılanma olmamasıdır. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Kısa bir süre önce, Kürdistan bayrağının kutlamasını yapan kişilerin üzerine çok şiddetle gidilmesi, tutuklanması, onlara yönelik ciddi saldırı gerçekleştirmesinin kabul edilebilir bir tarafı yoktur. PYD’nin biraz normalleşmesi, kendi içerisinde demokratikleşmesi gerekiyor. Ayrıca PYD Türkiye ile ilişkiler kurmasında hevesli olması gerekiyor. Eğer kantonların birleşmesi söz konusu olacaksa, kantonların içerisinde istikrarlı bir yapı olacaksa bu PYD’nin Türkiye’yi karşısına alarak olacak bir şey değil. O nedenle karşıtlık siyaseti yerine bir müttefiklik siyasetinin her iki taraf açısından da geliştirilmesi gerekiyor. Şuanda böyle bir tablo olmamakla birlikte işin kaçınılmaz bir şekilde bu noktaya geleceğini düşünüyorum.
Tüm uluslar arası güçler Suriye’de ve Suriye’de bugün büyük bir karmaşa var, bunun sonu nereye varır?
“Suriye’de kısa vade içerisinde bir çözüm gözükmüyor”
Suriye’de kısa vade içerisinde bir çözüm gözükmüyor. Yani Cenevre’de üç toplantı yapıldı ve bu üç toplantıdan da herhangi bir sonuç çıkmadı. Çünkü orada rejime karşı mücadele veren muhalefetin arasında bir birlik yok. Suriye’nin bundan sonra nasıl yapılandırılacağına dair bir görüş birliği yok. Özellikle son 6 ay içerisinde Rusya’nın müdahil olmasından sonra rejimin giderek güç kazandığı bir tablo ortada var. Yine rejimin kendi arkasına İran’ı ve Rusya’yı alarak her geçen gün elini daha da güçlendirdiği bir dönem yaşanıyor. Diğer taraftan Suriye topraklarının % 40’ı halen DAEŞ’in elinde ve onunla mücadele nasıl bir yön izleyecek o da belli değil. Dolayısıyla Suriye’de yakın bir zamanda işlerin yoluna gireceğine dair bir işaret gözükmüyor.
“Türkiye’nin bundan sonraki dönemdeki hamlesi, yandaşlarını arttırmak ve karşıtlarını azaltmak olmalı”
Ve bütün güçlerin burada olmasının bir sebebi, Suriye yeniden yapılandırılırken ve DAEŞ oradan çıkarılırken orada en fazla güce sahip olma mücadelesidir. İran da Rusya da Amerika da bunun için mücadele ediyorlar. Türkiye orada muhalifler yönelik bir siyaset izledi ama bu muhaliflerin giderek güç kaybettiğini görüyoruz. Tabii k, Türkiye’nin Suriye siyasetinde bir takım amaçları vardı; Esad rejimi gidecek, muhalifler iktidara gelecek, Türkmenler korunacak, bir Kürt koridorunun oluşumu engellenecek gibi bir takım temel amaçları vardı. Ama bugün gelinen noktada baktığımızda Türkiye’nin bu amaçlarına ulaşamadığını görüyoruz. Esad rejimi kalıcı gibi, Amerika bile 2017’ye dair hesaplarında Esad rejiminin kalacağını düşünüyor, diğer taraftan muhalefet gittikçe güç kaybediyor. Türkmenleri Türkiye’nin koruma potansiyeli yok, Rusya’nın saldırıları Türkmenlere çok kayıp verdirdi. Sonuç itibariyle Türkiye’nin oraya dair attığı bütün adımlar boşa düştü. Ve bu durum Türkiye’nin Suriye’ye yönelik siyasetini gözden geçirmesini, yanlışlarını düzeltmesi gerektiğini gösteriyor. Bence Türkiye’nin bundan sonraki dönemdeki hamlesi, yandaşlarını arttırmak ve karşıtlarını azaltmak olmalı. Yani, herkese meydan okuyan bir dille bunu gerçekleştirmeleri mümkün değil. Türkiye, insanları, grupları, devletleri kendi yanınıza çekecek bir politika içine girmek zorundadır. Burada ilk hedef bence PYD olmalıdır. Türkiye öncelikli olarak PYD ile ilişkilerini normalize edecek bir siyaset izlemeli ve bu hem Türkiye’nin Suriye’de gelecek güvenlik tehditlerini asgariye indirir hem de buradaki çözüm sürecinin yürümesi konusunda bir kapı aralayabilir.
Uluslar arası güçlerin DAEŞ ile etmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
“İşin doğrusu hiç kimse DAEŞ ile mücadele etmiyor”
İşin doğrusu hiç kimse DAEŞ ile mücadele etmiyor. Rusya mı DAEŞ ile mücadele ediyor? Rusya DAEŞ ile mücadele etmiyor. Rusya hava saldırılarının %80’i Esad rejimine karşı mücadele eden muhalifleri hedef alıyor. İran da DAEŞ ile mücadele etmiyor, Esad da DAEŞ ile mücadele etmiyor. DAEŞ sadece herkesin oraya müdahalesini haklı çıkarmak için öne sürdüğü bir gerekçe işlevi görmektedir. Şuanda Rusya da aslında DAEŞ’in dışında kalan aktörlerin nasıl bir birlik oluşturacağı, nasıl bir siyaset izleyecekleri konusunda bir belirsizlik var. Yoksa BM, NATO, DAEŞ ve El Nusra’nın vurulması konusunda herhangi bir tereddüt yok ama tarafların orada yer alan güçlerin öncelikle kendileri arasında bir hesapları olduğu için şuanda DAEŞ ile mücadele etmiyorlar. Şuan ki çatışmalar; DAEŞ ile Rusya, Esad, Muhalefet arasında mı yaşanıyor, hayır. Çatışmalar, Esad ile muhalefet, Rusya ile muhalefet, PYD ile muhalefet arasında yaşanıyor. Dolayısıyla tarafların şu ana kadar DAEŞ ile etkili bir mücadelesi söz konusu değil. Sadece Kobani’ye yöneldiğinde PYD ile DAEŞ arasında bir çatışma vardı ve o dönem Amerikan uçakları DAEŞ’i vurmasaydı, DAEŞ muhtemelen Kobani’yi de ele geçirecekti ve Hevler’e kadar gidecekti. Ve yarın Çin de ben DAEŞ’i vurmak istiyorum derse Ortadoğu’ya gelmesinin kapısı aralanacaktır. Ortak muazzam bir kötülük timsali oluşturuldu ve onun üzerinden herkes Suriye’ye, Ortadoğu’ya müdahale eder oldu. Bugün 35 ülke DAEŞ’e karşı mücadele ediyor, dünyanın süper iki gücü, ABD ve Rusya DAEŞ ile mücadele ediyor, İran, Suriye DAEŞ’e karı mücadele ediyor ama DAEŞ’e hiçbir şey olmuyor olacak iş mi? Dolayısıyla aslında ortada DAEŞ’e karşı bir mücadele yok.
Azez’i Türkiye için bu kadar önemli kılan nedir?
“Eğer Türkiye tek başına Suriye’ye müdahale ederse, İran ve Rusya ile savaşa girme tehlikesini önleyemez”
Azez’in Türkiye için önemi şu; Türkiye’nin Halep ile bağlantısı sağlayan tek yol; yani, Türkiye’nin desteklemiş olduğu muhalefetle bağlantısını sağlayan tek yoldur. Dolayısıyla Azez’in düşmesi halinde Türkiye’nin Halep ile muhalefet ile bağlantısı kesilecek. İkinci önemli neden orada bir takım kamplar var, eğer rejim, Rusya o bölgeyi ele geçirirse Türkiye’ye yönelik çok büyük bir göç dalgası olacak. Azez’in düşmesi demek 650 bin insanın Türkiye’ye gelmesi demektir. Dolayısıyla Türkiye orada güvenli bir bölge olmasını ve olası bu göçün Suriye içerisinde kalmasını da istiyor. Ayrıca ben, bu koşullarda Türkiye’nin Suriye’ye tek başına bir kara harekâtı yapacağını da düşünmüyorum. Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi ya koalisyonun ya da NATO’nun şemsiyesi altında bir müdahale olabilir. Eğer Türkiye tek başına Suriye’ye müdahale ederse, İran ve Rusya ile savaşa girme tehlikesini önleyemez. Yine, Türkiye’nin tampon bölge oluşturma planı da koalisyon güçlerinin ya da NATO’nun şemsiyesi ile gerçekleşebilecek bir şeydir.
Yeni bir çözüm sürecini ve bu süreçteki muhataplık meselesini nasıl değerlendiriyor sunuz?
“PKK’yi tamamıyla devre dışı bırakan, hiçbir şekilde PKK ile görüşmeyi öngörmeyen bir planın başarılı bir sonuç verebilme ihtimali yok”
Muhataplık meselesini iki boyutlu düşünmek gerekir. Bunun bir boyutu silahla, silahsızlandırmayla, silahın devreden çıkartılmasıyla ilgilidir. Burada muhatabın kim olduğu bellidir, dolayısıyla devlet bu konuda direkt PKK, İmralı ve Kandil ile görüşecektir. Ayrıca bu görüşmelerin bir an önce yapılmasında da yarar var. Dolayısıyla PKK’yi tamamıyla devre dışı bırakan, hiçbir şekilde PKK ile görüşmeyi öngörmeyen bir planın başarılı bir sonuç verebilme ihtimali yok. PKK’ye silahlı bıraktıracak ya da PKK’nin silah kullanmasını sağlayacak PKK’nin kendisidir. Diğer Kürt gruplarının PKK üzerinde ne böyle bir iktidarı ne de etkisi vardır. O nedenle de devletin bunu PKK ile görüşmesi lazım. Diğer taraftan Kürtlerin bu temel hakları, özgürlükleri, talepleri konusunda devlet elbette herkesle görüşebilir. Bütün siyasi partilerle görüşebilir ama bunu yaparken de HDP’nin devre dışı bırakılmasının mantıklı olmadığını düşünüyorum. Kürtleri muhatap alacağınızı söylüyorsunuz, Kürtlerin önemli bir kısmının oy verdiği bir siyasal partiyi muhatap almayacak mısınız? Onu devre dışı bıraktığınızda bunu gerçekleştirebilme, bu talepleri doğru bir şekilde analiz edebilme şansınız olabilir mi? Bunun mümkün olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla devlet elbette herkesle görüşebilir, muhataplarını çoğaltabilir, çeşitlendirebilir ama bunu yaparken PKK’yi ve HDP’yi de mutlaka muhatapları içerisinde görmesi ve onlarla da görüşmesi gerekir.
Son olarak çağrınız nedir?
“Türkiye’nin bu şiddet ortamından bir an önce çıkması lazım”
Türkiye’nin bu çatışmadan bir an önce çıkması lazım. 30 yıllık çatışma deneyimi Türkiye’ye sadece kaybettirdi. Bunun tekrardan bir daha yapılması mümkün değil. Siyaset yollarının açık tutulması lazım. Tarafların tekrardan bir görüşme ve diyalog kanallarının oluşturulması gerekiyor. Çözüm burada, bu mesele siyasi bir meseledir ve ne Türkiye ne de PKK bu siyasi meseleyi sadece askeri tedbirlerle, faaliyetlerle çözemezler. Bu siyaseti devreye sokmak lazım, bir çözüm sürecini tekrardan başlatmak ve bunu yaparken de önceki sürecin hatalarından, eksikliklerinden arındırarak yapmak lazım. Evet, Türkiye’nin bu şiddet ortamından bir an önce çıkması lazım. Ben PKK’nin bu şiddeti mutlak manada sonlandırması gerektiğini düşünüyorum. Ve devletin de artık geç kalmadan bu haklı yasal ve anayasal düzeydeki hakların bir an önce tanınması konusunda bir siyaset geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu ise, ancak bir siyaset ortamında olabilecek bir şeydir.
Haber: Ali Abbas YILMAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.