Diyarbakır’ın unutulan yemekleri bu kitapta!
Diyarbakırlı yazar Silva Özyerli’nin “Amida Sofrası Diyarbakır’ın Yemekli Tarihi” kitabı Aras Yayınları’ndan çıktı. Özyerli, 2 Aralık 2015’ten bu yana sokağa çıkma yasağı ve yıkımın sürdüğü Sur’un Hasırlı (Xançepek, Gavur) Mahallesi’ne ait anıları ile birlikte kimileri artık unutulmuş kente ait yemek tariflerini bu kitabında topladı. Uzun yıllardır İstanbul’da yaşayan Özyerli, kitabını kendisinin ve ailesinin yaşamından hareketle eski kuşak Diyarbakırlılarla yaptığı görüşmelerin sonucunda, yine 1950 yılında basımı yapılan ve Diyarbakır mutfağını anlatan bir kitabı kaynak olarak ele aldı.
Kitabındaki yemek tariflerinin bir kısmının tamamen unutulduğunu, bir kısmının ise unutulmaya yüz tuttuğunu belirten Özyerli, hafızalarda kalan yaşanmışlıkları “Amida Sofrası” ile yeniden gün yüzüne çıkarmaya çalıştığını ifade etti.
‘VEFA BORCU’
Özyerli, kendisini harekete geçiren duygunun ise ‘vefa borcu’ olduğunu vurguladı. Bu duyguyu şu sözlerle dile getirdi: “Hepsi bir tek hafızamda kalmıştı. O da bana aitti. Kimse müdahale edemezdi bu hafızaya, onun için yazdım. Diyarbakır’a kültürel, sosyal, mimari anlamda değer katmış ve yok olmuş insanların anısı için yazdım. Babamın ve annemin anıları için yazdım. Çünkü Gavur Mahallesi diye bir yer kalmadı, yerle yeksan edildi. Belki 50 yıl sonra burada Ermenilerin yaşadığını dahi kimse bilmeyecek. Bu benim canımı çok acıtıyordu. Unutulmasınlar istedim. Bu toprağa emek vermiş hiç kimsenin emeğinin unutulmasını istemedim. Belki bu benim onlara olan bir vefa borcum. Umarım gerçekleştirebilirim.”
REHBERİ O KİTAP OLDU
Kitabındaki hikayeleri ve tarifleri bizzat tanıklardan aldığını anlatan Özyerli, “Bu kitabı yazmaya başlamadan önce Ermenice bir kaynak kitabım vardı. 1950’de New York’ta yazılmış bir kitap. Orada bir buçuk sayfalık Diyarbakır yemekleri bölümü vardı. Belli ki yemek isimlerini yazan bir erkekti. Kadın yazsa daha ayrıntılı bir şekilde yazardı. O kitap benim rehberim oldu. Yemekleri ortaya çıkarma konusunda rehberim oldu. Yaşlı insanlara ulaşmaya çalıştım. Onların elinde bir kaynak kitap vardı, işte oruç yemekleri, bayram yemekleri, zeytinyağlılar, etler gibi bölümlerden oluşuyordu. Benim rehberim oldu ve çok şanslıydım. Çünkü o yemeklerin tatlarını hatırlayan 90-95 yaş aralığında birkaç kişi kalmıştı. Beş sene sonra bunu yapmak istesem, o insanlar hayatta olmayacaktı ve böyle bir zengin yemek listesi de olmayacaktı. Çünkü 1950’de yazılmış o kitap, 1915 sonrası hayatta kalan insanların tanıklıklarıyla oluşturulmuş. Kitap sadece yemek değil, Diyarbakır’a ait birçok bilgiyi de içerisinde barındırıyordu” ifadelerini kullandı.
‘BİRİKTİRDİKLERİM BU TOPRAKLARA ULAŞMALIYDI’
Kitabı yazma sürecine bir gazeteci titizliğinde yaklaştığını anlatan Özyerli, “Her önüme gelenle konuşuyordum. Diyarbakır Ermenileri’yle konuşuyordum. Gazeteciler gibi bir yanımda ses kayıt cihazı, bir yanımda not defteri vardı. Her şeyi sorup sorup biriktirmiştim. Biriktirdiklerimin ait olduğu topraklara ulaşması gerekiyordu. Çünkü ben de kalmamalıydı. Yazarken onun farkında değildim. Notlarımı karıştırdıktan sonra ne kadar zengin bir kültüre sahip olduğumu ve bunun ortaya çıkmasının ne kadar değerli olacağını düşündüm” diye belirtti.
‘ACILAR VE YARIM KALMIŞ HAYALLER’
Özyerli, topladığı bu bilgileri yazıya geçirme sürecinde duygusal olarak çok zorlanmış. Nedeni ise “Kitabın basıma gideceği haberi gelince çok kötü oldum. Çünkü bu yazdıklarım bu güne kadar bana aitti. Şimdi herkesle paylaşmanın kendi açımdan zorluğunu hissettim. Herkes dinleyecek benim acılarımı, utançlarımı ya da yarım kalmış hayallerimi. Ama o benimdi, bana aitti. Herkesin biliyor olacak olması beni çok fazla zorladı” sözleriyle dile getiren Özyerli, şöyle devam etti: “Kitabı elime aldığım an evet artık bu benim değil dedim. Benim utancımda, acımda ve hüznüm de herkesin. Yazdığım kitabın kendi toprağında olması beni çok sevindirdi. Çok anlam kattı yaptığım işe. İlk tanıtımın toprağımda olması da ayrıca çok anlamlıydı.”
KİTAP KÖKÜNÜ ARIYOR
Ermeni toplumumun da kendi içinde yüzleşmesi gereken konular olduğunu söyleyen Özyerli, “Neden diyeceksiniz? Çünkü siz İstanbul’a gittiğinizde Diyarbakırlı olarak gidiyorsunuz. Çünkü o kültürü taşımışsınız. Daha doğrusu taşımaya çalışmışsınız ama uygulamada ne kadar başarılı olabilirsiniz, bunu ancak yaşayarak deneyimleyebilirsiniz. Çünkü orada Ermeni toplumunun kendi kültürleri, gelenekleri var. Bayram ritüelleri de farklı” dedi.
Özyerli’nin kendi kimliğini ve kültürünü arama yolculuğunda ise Diyarbakır çöreğinin aynı bir yer var. Özyerli, bunu şöyle dile getirdi:
“Diyarbakırlı bir Ermeni olarak İstanbul’da ayakta durabilmek için, onlara ayak uydurmak zorundasınız. Çünkü farklısınız. Senin çöreğini kimse bilmiyor. Çünkü oradaki çörek baharatlı senin ki ise tatlı. Şimdi sen o çöreği yaptığın zaman garip bakacalar sana. Çünkü o paskalya ile Diyarbakır’daki paskalya birbirinden çok ayrı. Bu farklılığı kendi içinde her toplum düşünebilir. Çoğunluk olan yerde azınlık kendini çoğunluğa kabul ettirme çabası içine girer. Öyle olmasa bile bir zorunluk hisseder. Tabi ben de yıllardır Diyarbakır çöreğini yapmadım. Benim kabul edilmem gerekiyordu. Yani onlar gibi olmam gerekiyordu. Aslında düşününce ne kadar acı bir şey. Tabi 40’lı yaşlarda insan biraz kendine ve özüne döndüğü zamanlar oluyor. ‘Kimim, neyim, köküm nereden geldi?’ gibi sorular sormaya başladım. Bunun cevabı yıllar sonra bu kitaba girdi.
Yıllar sonra kendi kimliğimi, kültürümü İstanbul’da uygulamaya başladım ve buna dört elle sarıldım. Çünkü orada devam eden bir kültür var. Bu kültürün devam etmesi için yardımım dokunması gerekir ama çok da zorunlu değildim. Kendi açımdan orada bıraktığım devasa büyüklükte başka bir şey var o yok olacaktı. Onun yok olmamasını istedim ve ilk Diyarbakır çöreğimi evde yoğurdum zaman çocuklarım ‘işte bu çok güzel’ ‘bize her zaman bunu yap’ demeye başladılar. Çok sevindim çünkü kızım da oğlum da paskalya çöreğini her yerde alabilir ama Diyarbakır Ermeni çöreğini yemek istiyorlarsa öğrenmek zorundalar. Onun için mutluydum.”
‘KATLEDİLENLER İÇİN CAN YEMEĞİ’
Kitabının 1915 Ermeni tehcirinde katledilen insanlar için bir “Can Yemeği” olduğunu söyleyen Özyerli, son olarak “Diyarbakırlıyız ama Diyarbakır merkezdeki Ermenilerden değiliz. Onlar yok oldular, öldürüldüler. Onların boşaldığı yeri biz Diyarbakır kırsalında yaşayan Ermeniler doldurduk. Bizler kent kültürünü bilmiyorduk, kent soylu değildik. Onlar öldü. Dolayısıyla 1915 öncesi yapılan yemeklerin bu kitaba girmesi çok anlamlıydı benim için. Çok değerliydi. O yemekler bu toprağa aitti. Tekrar toprağıyla buluşması çok anlamlıydı. Kitabı bitirdikten sonra okuyanlar bilir. Sonuna doğru can yemeği var bilirsiniz. Bu topraklara ait bir değer, taziye yemeği için verilir. Biz Ermeniler can yemekleri deriz. Diyarbakır Süryanileri de rametlo der. İşte ölünün kırkında veya 1 seneyi geçtikten sonra verilen yemeklerdir. Kitabı bitirdikten sonra fark ettim ki ben aslında hem 1915’te ölenlerin can yemeklerini verdim, çünkü onlar sayesinde oluştu bu kitap. Hem de dün akşam 4 ayaklı minarenin orada yürürken Tahir Elçi’nin de can yemeğini vermiş oldum” diye belirtti. (Kaynak: MA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.