DİYARBAKIR’DA ÇOCUK VE GENÇ OLMAK
Sunu
Diyarbakır’da çocuk olmak; 1950 ile 1990 yılları arasında çocuk olanlar iyi bilir, bu yıllarda Belediyenin hizmetlerini irdeleyelim…
Bu yıllar arasında Belediyenin çocuklara hizmet sunduğu içinde çeşmesi, salincağı, kaykayı, tahteravalli (Dıngıla fıstan) kaç park sayabiliriz, hafızamı yokladım 1 tane bulamadım, oysa ilimizde 5.5 km uzunluğunda sur dipleri buna müsait olduğu halde hiçbir çaba ve girişimde bulunulmadı… 1950’li ve 1970’li yıllarda biz çocuklar bayramlarda kol gücüyle çalışan dönme dolaplara kendi paramızla binerdik, bizim kuşak bayramdan bayrama dönme dolaplara biniyorduk…
1
1972 yılında Vilayet’te Zafer Anıtı Parkı geniş bir alanda açıldı, koskoca parkta iki salıncak iki tahterevalli iki adet de kaykay yerleştirildi numune gibi…
1973 yılında Cumhuriyetin 50. yıl kutlamaları için Ali Emiri Ortaokul’u karşısındaki surun olduğu yer kutlama alanı seçilmişti. Anımsadığım kadarıyla kutlama alanın girişi Çift Kapının taştan bir maketi, bir havuz ve havuzun uzantısı bir kanal, kanalın üstüne de Petrol Platformu kurulmuştu… Tek Kapıya yakın olan surun olduğu yere de 2 salıncak iki dıngıla fıstan ve bir de kaykay kuruldu… Kutlamalar bitince Petrol Platformu ve diğer bölümler söküldü, Belediyenin kurduğu salıncaklar, kaykay ve dıngıla fıstan da sökülüp götürüldü, dıngıla fıstan kör haci… Sanırsınız Açık Hava Çocuk Müzesi!
1950 ile 1970 yıllarında çocukların eğlence alanları ya sinemaydı ya da futbol oynamaktı, biz çocuklar sur dibinde çift kale maçlar yapardık, ağabeylerimiz Koşu Yolu’nda, Yıldızın Arkası denilen şu an ki Adliye Binası ve Büyükşehir Belediyesinin olduğu yerde, futbol maçı yaparlardı, özellikle hafta sonları stadyum gibi kalabalık olurdu, bizler de abilerimizi seyretmeye ve tezahüratlarla desteklemeye giderdik, o anlardan hafızamda kalan tek şey susuzluktu… Bazen şerbetçiler veya soğuk su satıcıları uğrardı o da nadiren, en yakın su kaynağı Çamlıca Kahvesiydi, gidip gelmek zaman alıyordu.
Çölde susuz kalmış bedeviler gibiydik! Belediye ve Beden Terbiyesi Müdürlüğü koordineli bir çalışmayla o bölgeye çeşitli yerlere çeşme, birkaç futbol sahası ve izleyeciler için trübinler yapabilirlerdi, öyle çok maliyetli bir şey de değildi, Suriçi’nde her semtte futbol sahaları yapmak çok da zor ve maliyetli değildi…
2
Koşuyolu Parkı…
Benim çocukluğumda Koşuyolu’nda At Yarışları olurdu, kirvemin de yarış atları vardı, birkaç kez babamla birlikte izlemeye gittik, küçük bir açık tribün vardı on yıllarca koskocaman Koşuyolu Parkı böyle atıl vaziyette kaldı, tek ağaç, tek çeşme tek yapı soyunma odası gibi sosyal alan görmedim, duymadım!
Gazi Köşkü…
Gazi Köşkü gibi müstesna bir mekân halka açık olmasına rağmen koskocaman alanda ne bir sosyal tesis, ne de piknikçiler için piknik masaları yoktu, hafta sonları piknikçilerin vazgeçemediği mekânlardan olan Gazi Köşkünde çocuklar için tek bir oyun aleti yoktu… Köşkün olduğu yerin dışında ne bir çevre düzenlemesi ne de bir sosyal yapı yoktu… Her şey hak getire!
Fiskaya Şelalesi ve Dicle Nehri…
Hiçbir kent merkezinde şelale göremezsiniz, Diyarbakır’da Fiskaya Şelalesi kent merkezindedir. Şelalenin döküldüğü alanını hiçbir Belediye Başkanı ne bir çevre düzenlemesi yaptı, ne de değerlendirdi, şelale ile Dicle Nehrinin arasındaki mesafe atıl olarak on yıllarca öylecene bekledi… Kaç şehir bilirsiniz ki şehir merkezine yakın nehir geçer ve o nehir öylece atıl kalmış gören duyan var mı?
Havuz ve Yüzmeye Dair…
Bölgemiz coğrafik olarak yazları sıcak geçer. Anzele gibi doğal bir su havzamız ve bu su havzasında kutsal sayılan balıklarımız yaşarlar-ürerler, Anzele’nin hemen yanı başında sakatatçıların bulunması aklı ziyan bir vakadır.
Sakatatçıların hayvan dışkılarını bu mekânda temizlenirdi o dayanılmaz iğrenç koku etrafa yayılırdı, bir tarafta kutsal balıklar, çimen çocuklar diğer tarafta çamaşır, halı-kilim yıkayan kadınlar, her şey iç içe girmiş grift bir bulmaca!
Salahane diye tabir ettiğimiz sakatatların tüm pis artıkları, Anzeleden Şeyh Yusuf Camisinin önünden Ben û Sen’deki dereye dökülür ve hastalık yayardı, deredeki suya halk arasında “Haram Su” denilir. Genç kızlar kısmetleri açılsın diye bu Haram Su’dan atlarlar ve bu vaka türkülere konu olur.
“Haram sudan atladım
Mantin Çarşaf topladım…” Kara mizah gibi, traji komik olay!
*
Küpeli ve Dıngılava Havuzları…
Küpeli ve Dıngılava Havuzları, yıllarca hiçbir restore yenileme yapılmadan sadece para kazanma alanı olarak süregitti. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır, bir ticarinin işletmenin demirbaş listesi 50-55 yıllık benim tanıklığımda havuzun girişinde peştemallar için tahta eğreti bir masa, sacdan yapılmış çekmeceli bir masa ve iki sandalye bir de duvarda bir ayna hepsi bu! İlk zamanlar iskele de yoktu, müsabakalarda oyunculara madalya takmak için basamaklı bir platform, iki sağda, iki solda basamak ve en tepede de bir basamak… En üst ve tepe basamak altın madalya kazanan sporcunun zirve yeridir. Sonradan iskele yapıldı, sonradan nasıl olduysa bir de duş alma yeri yaptırdılar…
İki havuzun da hali içler acısıydı, hayal gücü olmayanların vizyonu da olmaz!
Yıldız Havuzu…
Shell Şirketinin mülkiyeti Belediyeye ait olan Vali Konağının berisinde Yıldız Havuzu inşa edilip Belediyeye hibe edildi, belediye ihale yoluyla özel bir şirket kazandı…
Her grup, meslek, ticari işletmeler Belediye, Sağlık Müdürlüğünün tüzük ve kuralları çerçevesinde faaliyetlerini sürdürdüler.
Yüzme Havuzları, Hamamlar, Saunalar için genelgede; soyunma kabinleri veya özel eşyalar için anahtarlı bölmeli kasalar, tuvaletler, lavabolar, duş yerleri zorunludur. Yıldız Havuzunda bunlar nispeten bulunmaktaydı, çünkü ruhsatlı yapılar idari ve yerel şartnamelere uygun bir şekilde inşa edilir…
Belediye su havzası olan bu havuzlara bir yaptırım yapmadıkları gibi yasadaki düzenlemeleri de uygulamadılar, görevlerini ifa etmediler.
Diyarbakır’ın kültüründe ispiyonculuk ve ihbarcılık olmadığından da kaynaklanıyor olduğu kanısındayım.
İhbarcılıkla, toplumsal şikayeti ayırt etmek gerek!
3
Şehirleri şehir yapan tarihi eserleri, tarihi dokusu, yolları, bulvarları, sosyal alanlarıdır. Bu kentte ruh var, eser var, doku var bunları puzleye yerleştirecek hünerli vizyon sahibi Yerel Yönetim yok, vesselam!
*
Diyarbakır’a hizmet vaadi ile seçilen Belediye Başkanlarının hiç biri vizyon sahibi ve hayalleri yoktu. Başkanlar görevlerinin sadece çöp toplamak olduklarını sanıp ve bu görevi ifa ettiler, oysa Belediyenin asli görevleri arasında alternatif yollar, bulvarlar, meydanlar oluşturmaktır. Çocuklar, ergenler, gençler için sosyal alanlar oluşturmak, yoksullara aşevi, yaşlılar için dinlenme yerleri olan park alanları oluşturmatır. Kentin çehresini değiştirecek çevre düzenlemesi, yaya geçitleri, kaldırımlar yapmak, toplu taşıma duraklarını belirlemektir.
Vizyonsuz, hayal gücü olmayan şahsiyetler Belediye başkanı, Merkezi Yöneticiliğine atanırlarsa, olacağı da budur!
Elde proje olmayınca sonuç ortada, kimse gücenmesin, kızmasın!
*
Hasılı kelam Diyarbakır halkı yerel ve merkezi yönetim tarafından göz ardı edildi, her şeyden muaf olarak yaşandı hala da yaşanmakta. Çocukların, ergenlerin, gençlerin hayal kurma şansları bile kalmadı, sosyalleşemeyen çocuklar ve gençler olumsuz yönde kendi sosyalleşmelerini oluşturdular. Sokakta “Ğaré Para” ile başlar, sur diplerinde “Barbut” ile devam eder, sonrası, sonrası mı? Sinema önlerinde “Yedi Hariç, Bul Karayı Kap Parayı” ile süre gider!
Kumar toplumsal ve sosyolojik bir yaradır, bu yara öyle bir yara ki kabuk bağlamaz mütemadiyen kanar ha kanar. Yaş ilerleyip “Reşit” olununca kahve dönemi başlar, önce çayına-gazozuna okey-iskambil oyunları, sonrası, sonrası mı? Bilindik şeyler sigarasına veya birasına uzar gider bu öykünmeler…
Kumarın olduğu yerde alkol ve uyuşturucu vardır, bunlar birbirlerine nikâhlı üçlüdürler, ilintilidirler!
*
Halk arasında Belediye Başkanları arasında iki olay hafızalarda yer edindi…
Birincisi; biraz tebessümlü ve alaycı bir tavırla at arabalarında ve paytonlarda koşuya alınan atlara don giydirilmesi…
İkinci olay; Melikahmet ve Gazi Caddesinin yol genişletilmesi…
Sonlarken:
Yerel ve Merkezi Yönetimlerin bu sosyolojik ve Toplumsal yarada katkısı çoktur, kimse temizim demesin, hepimiz kirliyiz!
Kirliyiz çünkü şehrin dokusunun bozulmasına göz yumduk, ilgisiz kaldık, vakaları bana ne deyip geçiştirdik, kent kültürü ve bilincinin olmaması bireycilik, hep neme lazımcılık devreye girdi. Dünyanın en büyük “En Büyük Açık Hava Müzesi” olan bir kentte yaşadığımızın farkına varmamız lazım! O yüzden bu kenti sahiplenmeliyiz, her tür tarih katliamına, kentin tarihi dokusunun yıpranmasına karşı sesimizi yükseltmemiz lazım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.