Cumhurbaşkanı Erdoğan Diyarbakır'da

Cumhurbaşkanı Erdoğan Diyarbakır'da
AK Parti Diyarbakır 6. Olağan Kongresine katılmak için bugün Diyarbakır’a gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vereceği mesajlar merak konusu olurken, siyasi parti ve STK temsilcileri Kürt sorununun çözümü noktasında Erdoğan’dan beklentilerini dile

untitled-2.jpg

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’a gelişini ve kentin beklentilerini siyasi parti ve STK temsilcileri ile konuştuk. AK Parti, HDP, CHP, Saadet Partisi, Diyarbakır Barosu Başkanı ile Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı Alican Ebedinoğlu Erdoğan’ın gelişini gazetemize değerlendirdi.

AK Parti Diyarbakır İl Başkanı Süleyman Serdar Budak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’a gelişini değerlendirdi ve karşılamaya ilişkin hazırlıklara değindi.

‘Diyarbakır halkının dünyaya vereceği mesajı biz daha çok önemsiyoruz’

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güzel mesajlar vereceğini belirten Budak “ 6. Olağan Kongremiz yapılacak ve bu kongreye Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan teşrif edecekler. Diyarbakır’a çok defalar teşrif etmişler fakat bu teşrifi Diyarbakır İl Teşkilatı olarak çok daha fazla önemsiyoruz. Tahmin ediyorum Cumhurbaşkanımız çok güzel mesajlar verecekler. Fakat Diyarbakır halkının dünyaya vereceği mesajı biz daha çok önemsiyoruz” dedi.

‘Erdoğan’ı özledik’

Erdoğan’ı karşılamaya dönük hazırlıklara değinen Budak, “Cumhurbaşkanımızın gelişiyle ilgili spor salonumuzda ve malum sokaklarda hazırlıklarımız devam ediyor. Tüm halkımızı davet ettik ve halkımız mutlak suretle iştirak edecektir, öyle inanıyoruz. Büyük bir coşku ve heyecanla halkımız Cumhurbaşkanımızı bekliyor. Biz Erdoğan’ı özledik, inşallah yakın zamanda onunla buluşacağız” diye konuştu.

‘Bu problemi hamdolsun problem olmaktan çıkarttık’

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’a “eli boş” gelmediğine işaret eden Budak, Kürt sorununun çözümüne yönelik beklentilere ilişkin şunları söyledi: “Tabii ki Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır’a her gelişi ayrı bir önem taşıyor. Her defasında müjdelerle geliyor, eli boş gelmiyor. Şimdiden ne söyleyeceğini bilmiyoruz ama mutlaka müjdeleri vardır. Cumhurbaşkanımızın Kürt sorununa yaklaşımı ise malum 2005’ten beri aynıdır. Bu problemi hamdolsun problem olmaktan çıkarttık.”

‘Cumartesi günü Cumhurbaşkanımız yüz binlerle buluşacak’

 Erdoğan’ı Diyarbakır’da yüz binlerin karşılayacağını ifade eden Budak, “Evet bu bir parti kongresidir ama biz bunu sadece parti meselesi olarak algılamıyoruz. Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır’a teşrifi Cumhurun Başkanı olarak teşrifidir. Halkımızın da bunun idrakinde olup hakikaten ona kucak açacağını, gönül açacağını ve onu coşku ile karşılayacağına inanıyoruz. İnşallah Cumartesi günü Cumhurbaşkanımız yüz binlerle buluşacak” şeklinde konuştu.

‘AKP MHP’ye esir olmuş durumda’

HDP Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul, Afrin operasyonu, seçim güvenliği, ittifaklar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’a gelişini değerlendirdi. AK Partinin MHP ile ittifakına değinen ve bu ittifakın Kürt sorununun çözümüne dair bir açılımının olamayacağını değerlendiren Toğrul, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gelişine ilişkin ise şunları söyledi: “Açıkçası ben Erdoğan’ın Diyarbakır’a gelerek böyle bir mesaj vereceğini düşünmüyorum. Erdoğan 2014 yılı sonundan itibaren bir Kürt karşıtlığı üzerinden bir noktaya evrilmiş durumdadır. Daha önce topluma şunu söylüyorlardı; biz PKK’ye ile uğraşıyoruz, bölücülere karşıyız ama diğer Kürtlerin kültür ve diğer dil haklarını tanıyoruz, kabul ediyoruz gibi bir söylem vardı. Fakat 2015’ten sonra yaşanan OHAL ve KHK rejimine baktığımız zaman sadece PKK’ye ya da HDP’ye sempati duyan Kürtlere bir düşmanlık yok. Kürde bir bütün olarak bir düşmanlık var. Bakın Ahmet Kaya’nın ismi parklardan kaldırılıyor. Ahmede Xani’nin heykeli yerinden taşınıyor. Dil kurumları kapatılıyor. İstanbul Kürt Enstitüsü ki 1992 yılında bölgede OHAL varken büyük çabalarla kuruluyor. Kurucularına baktığınızda çok ciddi dil emektarları var. 1992’de Çiller döneminde kurulan bir dil enstitüsü bugün kapatılıyorsa, ben açıkçası şuan AKP’nin Kürtlere verebileceği bir mesaj olmadığını düşünüyorum. Velev ki, aldatmaya dönük bir takım söz veya işaretler de Kürtlerde bir karşılık bulmaz. Çünkü şunu biliyoruz; Mersin’de yaptığı o işaretin ne anlama geldiğini. Bu işareti yapan grupların uzun zamandır Osmaniye’den bu tarafa geçemediklerini biliyoruz. Şuanda AKP MHP’yi esir almamış, tam tersi AKP MHP’nin yıllardır sürdürdüğü ve varlık nedeni olarak gördüğü düşüncelerine, politikalarına esir olmuş durumda. AKP ve MHP biz Kürtler uzayda da olsak, Antartika’da da olsak herhangi bir hak kazanımını engellemeyi, bunu kendileri için bir tehdit görmeyi ve zaten ittifaklarını da bunun üzerine kuruyorlar ve bu konuda ortaklaşıyorlar. Ortaklaştıkları nokta Kürt statüsünü engellemektir. Bugün AKP MHP ittifakının iki temel nedeninden birisi Kürt statüsünü engellemekse diğeri de HDP’nin yüz yıllık tekçi devlet paradigmasına karşı çoğulcu ve yerinden yönetimi esas alan bir paradigma geliştirmiş olmasıdır. Dolayısıyla bu ittifakın Kürtlere bir hayrının dokunması mümkün değil. Kürtler de eski Kürtler değil ve artık bunu görüyorlar. Geçmişte şu ya da bu nedenle AKP’ye oy vermiş Kürtlerin ya da herhangi bir siyasi yapının içerisinde olan Kürtlerin böylesi bir dönemde ortak davranmaktan, aynı demokratik zemin üzerinde buluşmaktan başka şansları yok. Kürt gruplarına baktığımızda böyle bir yakınlaşmanın şekillenmekte olduğunu da görüyoruz.”

Mersin’de “Bozkurt” Diyarbakır’da “Bozkürt” mü diyecek?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’a gelişini değerlendiren CHP Diyarbakır İl Başkanı Mehmet Sayın, “Cumhurbaşkanının buraya gelip de çok da bir mesaj vermesini beklemiyoruz. Çünkü Erdoğan’ın buraya gelmeden bir takım söylemleri vardı ama şimdi MHP ile ittifak kurmuş, kuracak bunu deklare etmiş bir Cumhurbaşkanının Diyarbakır’a vereceği mesaj ne olabilir ki?  İki gün öncesine kadar “Bozkurt” işareti yapıp, sonra bunu “Bozkürt”mü yaptım diye mi söyleyecek? Onu algılamamız lazım ama çok bir şey söyleyeceğini tahmin etmiyorum çünkü gerçek anlamda Kürtlere yönelik, ya da barış sürecine yönelik, eski döneme yönelik bazı söylemler söylemiş olsaydı MHP ile ittifak etmezdi. Ben insanların Milliyetçi Hareket Partisinin, Ak Parti’ye gidip oylarının düştüğünü de bu anlamda ittifak yaptığı söylense de ben tam tersini düşünüyorum. Ak Parti’nin MHP’ye ihtiyacı var. Bu seçimi götürmek adına su andaki biliyorsunuz MHP çekildiği anda Ak Parti tamamen boşluğa düşmüş olacak. Bu bağlamda MHP’nin seçime kadar söylemlerini yapmak zorundadır” şeklinde konuştu.

‘Kürt sorunu mecliste çözülür’

Kürt sorununun çözümünden yana olduklarına vurgu yapan Sayın, “Biz buna kesinlikle karşı değiliz. Hatta genel başkanımız bunu deklare etti. Kürt sorunun çözümü konusunda dürüst, samimi olan her türlü şeye açığız. Hafızalarımızı yoklarsak bundan 3-4 sene önce bir çözüm süreci adı altında görüşmeler yapıldığında genel başkanımız buyurun gelin yapın dedi. Kredi açıyorum sizin krediye ihtiyacınız var dendi ve geldiğimiz sonuç itibariyle bizim o dönem sunduğumuz maddelerden en önemlisi Kürt sorunu mecliste çözülür dedik. Hayır dediler biz diplomasi yolu ile bunu çözeceğiz dediler ve çözülmedi. En son gelinen nokta birbirimize güvenmiyoruz dediler. Biliyorsunuz sonrasında olayların nereye gelindiğini, masanın devrildiğini, al gülüm ver gülüm olmadığını, gizli ajandaların olmayacağını genel başkanımızın söylemesine rağmen ama duyduk ki başkanlık için ciddi ajandası varmış. Bu sorun mecliste çözülür. Çözümün başlatılabilmesi için öncelikle hiç vakit kaybeden cezaevlerindeki HDP milletvekillerinin çıkarılması lazım. Çözüm süreci başlatıyorum diyorsun bunu kiminle görüşeceksin? Bu tek başına yapılabilecek bir şey değil karşında birilerinin olması lazım. Samimilerse çözüm sürecinin adı altında buraya gelmeden önce HDP milletvekillerinin çıkarılması gerekir. Bu bir samimiyet örneği olur diye düşünüyorum” diye konuştu.

‘Dünyada savaş suçlusu var ülkemizde barış suçlusu’

Kürt sorununun partiler üstü bir sorun olduğuna değinen Sayın, “Burada halka ben çözüm süreci başlattım, onu yaptım, bunu yaptım, onu yapacağım, bunu yapacağım diyecek ama halk benim vekilim içerde diyecek, benim genel başkanım içerde diyecek. Hangi çözüm sürecinden bahsedeceğiz? Onun için çok da söylenen afakî sözler geride kalır. İnsanlarımız söylemden çok eyleme bakar. Bunun için birinci adımının bu olması gerekir. İkinci adım da HDP milletvekillerinin çıkarılması. Eğer çözüm süreci varsa ki bu Kürt sorunu parti sorunu değil; Kürt sorunu Türkiye’nin sorunudur. Grubu bulunan bulunmayan STK’lar olabilir mecliste bulanan gruplarla bu sorun çözülebilir. Yani hiç kimse bakın çok ilginç ki biz geçen il başkanları geldiği zaman orada bir söylemim vardı dünya literatüründe savaş suçlusu var ama maalesef bizim ülkede barış suçlusu olmaya başladı. Ne çözümü? Hangi çözümden bahsediyoruz?  Onun için bunun adımları olmalı. Bunlarının en önemli adımı da HDP milletvekillerinin süratle çıkarılmasıdır” dedi.

‘Kendileri ile tezat duruma düşerler’

MHP ile ittifakın Kürt sorunu konusunda adım atmayla çeliştiğine işaret eden Sayın, “MHP’ye gittiği zaman ne çözümü diyecek? Çözüm mözüm yok, hepsini öldürün gitsin diyorlar. Böyle bir ortamda, böyle bir parti ile ittifak kuruluyorsun ve seçime bunla gidelim diyorsun. Ki MHP’nin düşünceleri belli. Buna rağmen kalkıp çözüm sürecinden bahsetmek abestir. Tek başına olsaydı insanlar buna bir nebze inanabilirdi ama ittifak yaptığın parti çok da çözümü benimseyen bir parti değil. Kendileri ile tezat duruma düşerler. MHP’ye önce gelip buradaki ya da Cumhurbaşkanının gelip buradaki ki böyle bir şey olacağını sanmıyorum ama hadi diyelim ki oldu çözüm sürecine yönelik Kürt halkına böyle bir söylemden ziyade ittifak yapacağı bir partiye gidip bir danışsın ne dersin diye, onun tavı ne olacak?  Bir tezatlık olduğunu hissetmez misin? Burada önemli olan samimiyettir. Bu ikisinin birlikte kurmuş olduğu ittifak, çözüm sürecinde hem fikirler mi? Değiller. Buradaki söylemleri söylüyoruz da belki söylemeyebilirler de. Onun için olasılıklar üzerine konuşuyoruz. Çok da etkili olacaklarını sanmıyorum” ifadelerini kullandı.

 ‘Bu seçimi alacağız’

AK Partinin MHP ile yaptığı ittifakın yüzde 51 için yetmediğini ve bu yüzden de diğer partilerle de ittifak arayışını sürdürdüğünü belirten Sayın son olarak şunları söyledi: “Tüm Türkiye şuna emin olsun biz tekrar eski parlamenter sisteme döneceğiz ama eskisi gibi olmayacak daha demokratik bir anayasayı getirerek o dönemdeki, 16 Nisandaki HAYIR bileşenleri olarak. Yani,  mevcut sisteme karşı olarak tekrar parlamenter sistemi getireceğiz. Yani bu seçimi alacağız. Tüm halkımız buna emin olsun niye diyeceksiniz? Çünkü AK Parti’nin bir söylemi vardı; koalisyonları kaldırdık, biz geldik koalisyonlar bitti ama bugün MHP de yetmiyor ona. Neden Saadet Partisi ile görüşüyor. Neden Büyük Birlik Partisi ile görüşüyor? Demin arkadaşlar bir şey söyledi beni uyardılar ben gözden kaçırmışım. Galiba Cumhurbaşkanı CHP’ye de teklif etmiş sen de gel bizimle diye. Bu da manidar. Bu kesinlikle Afrin operasyonu olsun hangi adımları atarsa atsınlar bunar yüzde 50’yi bulamıyorlar. Biz bu partilerle yüzde 60 bir oy alacağız buna inanıyorum halkımız da umutlu olsun hiç bit umutsuzluğa kapılmasınlar.”

Herkesin barış ve huzur ortamına ihtiyacı var

Saadet Partisi Genel İstişare Kurulu Üyesi Muammer Bilgiç ise Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretine ilişkin görüşlerini belirtirken, bölgenin sorunlarına ilişkin şunları söyledi:  “Sadece bölgenin değil tüm ülkenin ve komşu ülkelerinin barış ve huzur ortamına ihtiyacı var. Nereye gidersek gidelim barışın ve huzurun tesis edilmesi, adaletin tesis edilmesidir. Bunun haricinde insanların işsizlik sorunu gündemde.  Mardin, Şırnak, Diyarbakır, Urfa buralarda Türkiye ortalamasının üzerinde bir işsizlik sorunu mevcut. Resmi rakamlarda değerlendirme kıstasıyla gerçek istatistik kıstası arasında da farklar var. Bazları iş aramadan umduğunu kestikleri için bunlar kıstaslara yansımıyor. Bölgede yüzde 20’nin üzerinde bir işsizlik oranı var. Yine bildiğiniz gibi Türkiye’nin komşuları ile ilişkileri problemli. Irak, İran ve Suriye ile arası kötü. Ama insanlarımız her yerde iyiliğe güzelliğe dair şeyler duymak istiyor. Sayın cumhurbaşkanımız Diyarbakır’a geldiğinde nasıl bir mesaj verecek bilmiyorum ama Diyarbakır’ın da bölge halkının beklentisi iyiliğe güzelliğe dayalıdır. Artı barışa dair, umuda dair bir beklenti vardır. Biz şuna inanıyoruz Türkiye’nin huzuru Suriye’nin, Irak’ın ve İran’ın huzurundan geçer. Diyarbakır’ın huzuru; Bağdat’ın, Şam’ın, Tahran’ı huzurundan geçer. İstanbul’u huzuru; Diyarbakır’ın huzurundan geçer. Türk’ün huzuru; Kürt’ün, Arabın huzurundan geçer. Müslümanların huzuru gayrımüslümlerin huzurundan geçer. Halkımız bir toplumsal sözleşme bekliyor. 2011’de bir sivil anayasa çalışması vardı o sekteye uğradı ve neticede başkanlık sistemi gibi bir sistem ortaya çıktı. Halk şeklin değil muhtevanın, içeriğin değişmesini istiyor. Halk gelecek kaygısı yaşamadan adaletli bir şey bekliyor. Diyarbakır ve bölge yine kalkınmayı bekliyor. Herkes iş bekliyor ama en öncesinde barış bekliyor.”

‘Adalet olmadan barış mümkün değil’

Barışın önündeki engellere değinen Bilgiç, “Olup biteni konuşmak, acıyı deşmek… Güvenlikçi politikaların barışı tesis edeceğini düşünmek bize bir şey kazandırmaz. Bölgedeki bütün siyasi grupların ne olması gerektiğini konuşması gerekir. Olup biteni konuşmanın faydası olmuyor. Ne olması gerektiğini konuşmamız gerekir. Herkesle ayrı ayrı konuşulduğunda herkes güzellik. İyilik, adalet, barış istiyor. Peki, bu nasıl olacak? Bir kere adalet olmadan barış mümkün değil. Siz benim ekmeğimi elimden alırsanız barışın olması mümkün değil, suyumu keserseniz barışın olması mümkün değil, siz benim kullandığım oyu geçersiz sayarsanız barışın olması mümkün değil, meclis kürsüsünde konuşurken mikrofonu kapatırsanız barışın olması mümkün değil, insanların düşünce ve ifade özlüklerinin önüne geçerseniz barış mümkün değil, hakimin karşına geçip niye tutuklandığı bilmediğimiz bir ortamda barışın olması mümkün değil, adalete güvenin tesis edilmediği ya da minimuma indirildiği bir süreçte barışın olması mümkün değil. Oturup konuşacağız bu bölgede hatta Ortadoğu’da çatışarak çözülecek bir mesele yoktur” diye konuştu.

‘Bölgenin arabulucuya ihtiyacı yoktur’

Emperyal güçlerin işin içine karıştığı bir yerde çözümün olamayacağına değinen Bilgiç, “Bugün insanlar seçim ya da ittifakı konuşmak istemiyor. İnsanlar memleket meselelerini, çözümü konuşmak istiyor. Çözüm; bölge başkentlerinin ve halkının bir araya gelmesiyle sağlanır. Ankara, Bağdat, Tahran, Erbil ve Şam bir araya gelirse sağlanır. Ancak bunlar biraya geldiğinde araya Londra, Washington, Bürüksel, Telaviv girerse çözüm sağlanamaz. Bölge insanlarıyla çözümü sağlamalıdır; bölgenin arabulucuya ihtiyacı yoktur. Bizim meseleye bakışımız budur. Bu süreçte bunlar da denendi ama denenen kuş,  denen taşla vurulmuştur. Bölgede çözüm Türkün kürdün, Arabın bir araya gelmesiyle olur üçüncü kişiyi araya katmadan konuşulur. Emperyalizmi, kapitalizmi, küresel oligarşinin temsilcilerinin araya alınmadan konuşulmasıdır” ifadelerini kullandı.

 ‘Sandıklara gömülme zamanınız geldi’

Bilgiç, seçim güvenliği konusuna ilişkin yaklaşımını da şu sözlerle dile getirdi: “Geçtiğimiz, pazartesi meclisten 26 maddelik bir seçim ittifakı kanunu çıktı. Sandıkların taşınmasından tutun, sandık çevresinin etrafına polis ve asker gelmesinden, mühürsüz oy pusulalarının geçersiz sayılması gibi. Fakat bu maddelerin hiç biri seçim güvenliğine dönük maddeler değil. Bilakis gücü elinde bulunduranların, kendilerini kurtarma çabasının bir sonucu. Ben muhalefettin kaygı duyduğu değil de muhalefetin uyarı görevi yaptığını düşünüyorum. Başkaları kaygı duydukları için. Bu şekilde düzenlemeler yapıyorlar. Ama siz halkın iradesini engellemeye kalkarsanız, bu sizin sandıklara gömülme zamanınızın geldiğini gösterir.”

‘Türkiye’nin seçim ittifaklarına değil, toplumsal uzlaşmaya ihtiyacı var’

 Medyanın tutumunu da eleştiren Bilgiç, sözlerini şöyle sürdürdü: “ Hiç olmaması gerekenler ekranda gösterilirken Türkiye’nin güvenliği ile ilgili meseleler ana haber bültenlerinde gösterilirken, insanların en doğal hakkı olan oy kullanmayla ilgili meseleler yayında olmadığı bir zaman içinde, hiçbir çekilme olmadan meclisten geçiriliyor. Yangından mal kaçırır gibi. Bu bir kaygının neticesidir. Ama dediğim gibi kaygı muhalefette değil, bu düzenlemeleri yapanların bir tezahürüdür. Ama onlarda kaygı duymasınlar. Bizim Türkiye’deki bütün siyasi parti temsilcileri, oturup konuşup bu ülkeyi gelecek güzel günlere nasıl taşırızın etrafında bir sözleşme yapmamız lazım. İki partinin ittifak yapıp adına Cumhur ittifakı demeleri geri kalan kısmının ‘cumhur’ yani halk olmadığının anlamına gelmez. Türkiye’nin seçim ittifaklarına değil, toplumsal uzlaşmaya ihtiyacı var. Toplumsal sözleşmeye ihtiyacı var.”

‘İnsanların üzerinde baskı ve tahakkümün olmaması lazım’

 Sağlıklı bir seçim atmosferinin oluşmasına ilişkin konuşan Bilgiç, “Hangi partilerin hangi adayı çıkaracağı, ya da hangi partilerin hangi adayı çıkaracak bunlar önemli değil. Önce Türkiye’de insanların konuşabileceği bir ortamın oluşması lazım. OHAL’in bitirilmesi lazım. KHK ile iş yapılmasının önüne geçilmesi lazım. İnsanların sağlıklı düşünebileceği ve insanların düşündüklerini konuşabileceği bir ortamın oluşması lazım. İnsanların üzerinde baskı ve tahakümün olmaması lazım.  Yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi lazım. Gerçekten suçlular varsa, bu suçluların cezaları verilsin.  Ama insanların suçu ispat edilmediği halde bu insanların kaçma ya da delileri karatma ihtimalleri yoksa insanların cezaevlerinde bekletilip de, hukuka ve devlete olan güveninin, topluma olan güveninin yitirilmesinin önüne geçilmesi gerekir.  Partilerin yöneticileri, bir araya gelmesel bile, bütün partilerin tabanları arasında bir sözleşme bir uzlaşma arayışı içerisinde biz buna şahidiz. Görüşme yaptığımız yerlerde biz bunu görüyoruz. Şeker fabrikaları için biz Muş’a gittiğimizde bütün kesimler ile görüştük. Muş’ta iktidar partisinin bütün temsilcileri ve yöneticileri dahil, hiç kimsenin şeker fabrikalarının kapatılmasını istemiyor. Ama birileri bunun satılmamasını ilan edemiyor. Her defasında Türkiye’de bir toplumsal sözleşme arayışı başladı. Bu bütün partilerin tabanlarına sirayet etti. Bazı yöneticiler bunların farkında değiller biz onlarında farkına varmalarını ve yanlışlarını görmelerini temenni ediyoruz” dedi.

 ‘Kürt meselesinin barışçıl, demokratik yöntemlerle çözümüne dair mesajlar bekliyoruz’

Cumhurbaşkanının Diyarbakır’da vereceği mesajlara ve Kürt sorununun çözümü noktasındaki beklentilere ilişkin konuşan Diyarbakır Barosu Başkanı Ahmet Özmen, şunları söyledi: “Cumhurbaşkanın kente ziyaretinde gündeminin ne olduğu veya hangi konular üzerinde görüş bildireceğine dair somut bir bilgimiz bulunmamakta. Sizin de bahsettiğiniz gibi Diyarbakır halkının öncelikli sorunu ve duymak istediği şey; Kürt meselesine dair olumlu bir değerlendirme, olumlu bir açıklama yapmasıdır. Çözüm süreci olarak adlandırdığımız barış süreci; tüm Diyarbakır halkından ilgi ve destek gördü. Çözüm sürecinin sekteye uğraması bölgede üzüntüye neden oldu. Diyarbakır halkının, kendi şahsımın; cumhurbaşkanımızdan, hükümet yetkililerinden beklentisi Kürt meselesinin barışçıl yöntemlerle yol ve yöntemlerle mesajlar vermesidir. Tarihe bakıldığında 40 yıla yakın bir çatışma süresi var. Çatışmalı sürecin kesintiye uğradığı bir çözüm süreci var. Onun dışında aslında 40 yıldır askeri yol ve yöntemlerle güvenlikli perspektifli politikalar yürütülmekte bu politikalar da Kürt meselesinde bir çözüm yaratmak nihai bir çözüme kavuşturmak yerine daha da derinleştirdi. Halk arasında bir kırgınlığa da sebebiyet verdi. Bu nedenle Kürt meselesinin barışçıl, demokratik yöntemlerle çözümüne dair mesajlar bekliyoruz.”

‘Afrin operasyonu, Türkiye’nin Kürt meselesi çözümü açısından bir fayda sağlayamaz’

Diyarbakır Barosunun Kürt meselesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yönündeki görüş ve kanaatlerin bütün Türkiye ve dünya kamuoyunun bildiğini ifade eden Özmen, “ Demokratik bir ülkede demokrasi içerisinde; demokratik siyaset kanallarının işleterek parlamento çatısı altında çözüme kavuşturulacak bir sorun olduğunu düşünüyoruz. Afrin operasyonu ve Suriye’deki veya Ortadoğu’daki diğer gelişmeleri Türkiye’deki Kürt meselesinden bağımsız düşünemeyiz. Hatta birçok teoriye göre Kürt meselesinde eğer Suriye’deki iç savaş yaşanmamış olsaydı; Türkiye’deki Çözüm sürecinin sekteye uğramayacağı veya uğramasına rağmen bu oranda askıya alınmayacağı, sekteye uğramayacağına dair görüşler var. Dolayısıyla Türkiye’nin Kürt meselesini bir bütün olarak düşünmek gerekiyor. Yani Diyarbakır’daki Kürdü Suriye topraklarındaki bir Kürt’ten ya da Erbil’deki bir Kürt’ten bağımsız düşünmemek gerekir. Sorunu bütünlüklü olmak düşünmek gerekir. Tabiri caizse son 3-4 yıldır 7 Haziran seçimleri sonrasında Türkiye’de yaşanan Kürt meselelerinde yaşanılanlar ile son 7-8 yıldır Suriye’de yaşanılanlar Kürt meselesi bağlamında yaşanılanları birbirinden ayrı düşünmek büyük bir yanılgı olur. Bunları bir bütün içerisinde birbirleriyle bağlantılı meseleler olarak düşünmek gerekiyor. Kişisel olarak da daha önce kamuoyu ile görüşlerimizi paylaştık. Afrin operasyonunu doğru bulmuyorum. Yani Afrin operasyonu, Türkiye’nin geleceği açısından, Türkiye’nin Kürt meselesi çözümü açısından bir fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Bir diğer boyutu da Diyarbakır’dayız bölgeyi çok iyi biliyoruz; bölgede yaşayan Kürtleri, bakış açılarını, yapmış oldukları yorumları çok iyi biliyorum. Yani Kürt meselesinin çözümünden ziyade halkta bir kırılma ya da sebep olacak bir boyutta. Afrin’e yapılan müdahale biz Kürt meselesinin demokratik siyaset kanallarının işletilerek, müzakere ve diyalog içerisinde çözülebileceğine inanıyorum” diye konuştu.

Kürt sorunundaki çözümsüzlük demokratikleşmenin önünde engel

Suriye’deki iç savaş ile Kürt meselesinin çözümü arasındaki ilişkiye değinen Özmen, “Yani tabi ki etkisi var. Geçmişe bakacak olursak örneğin; Sayın cumhurbaşkanı, başbakan olduğu dönemde Diyarbakır’daki konuşmasında; Kürt meselesinin kendi meselesi sorunu olduğu yönünde bir beyanı vardı. Mitingde Şiwan Perver’i, Barzani’yi davet etmişti. Kobani’nin DAEŞ tarafından kuşatıldığı dönemlerde; dönemin başbakanı Sayın Davutoğlu’nun Diyarbakır’dan yine bir mesajı vardı; Kobani’ye selam göndermişti: Kobani’ye bin selam olsun yönünde. Dolayısıyla bu yönde yaşanan son gelişmelerin tamamının çözüm sürecinin sekteye uğramasıyla ilintili olduğunu görmek gerekiyor ve bana göre şöyle bir değişim yaşandı. Kürt meselesi ne yazık ki cumhuriyetle yaşıt. Hatta Cumhuriyetten öncesine bile tarihlendirilebilecek büyük Türkiye’nin en büyük problemi. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel. Türkiye’nin tam anlamda yüksek bir statüye kavuşması için bana göre evvela Kürt meselesinin nihai ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması gerekiyor. Yüzyılı aşkın devam eden bu problem, daha evvelinde Oslo görüşmeleri ve sonrasında da çözüm süreci olarak adlandırılan süreçte sadece bir güvenlik meselesi veya güvenlik perspektifli politikalarla hareket edilen bir meselenin dışında; siyasal, politik sosyolojik, ekonomik güvenlerinin olduğu doğru bir değerlendirme ile hükümet tarafından ele alındı ve bu anlamda da bir dizi görüşmeler yapıldı,  çalışmalar yürütüldü bunları kamuoyu yakinen biliyor. Bu süreç sekteye uğradıktan sonra ne yazık ki devlet geleneksel bakış açısına geleneksel güvenlikli perspektifli politikalarına tekrar geri döndü yani sorunu; askeri yol ve yöntemlerle çözülebilecek bir mecrada görmeye başladı. Ben de diyorum ki son 40 yıllık kısa bir tarihe bakacak olursak; bu askeri yol ve yöntemlerin bir sonuç vermeyeceği bir ampirik bilgi olarak önümüzde” şeklinde konuştu.

OHAL süreci ve demokratik seçim ortamı…

OHAL süreci ve yaklaşan 2019 seçimlerine değinen Özmen, “Bir coğrafyada kişiden ve zamandan bağımsız olarak OHAL veya başkaca bir olağanüstü rejim, sıkıyönetim, savaş hali veya benzeri bir rejim doğası itibari ile temek hak ve özgürlükleri kısıtlamak üzerine kuruludur. Yani OHAL yasasında; birçok hak ve özgürlüklerin ne şekilde kısıtlanabileceği nasıl çıtasının düşürülebileceği zaten açıkça yazar. Ve bu dediğim gibi yaşanan coğrafyadan, kişiden bağımsız. Bir defa OHAL’in ne olduğunu, temel hak ve özgürlükler açısından ne kadar kısıtlayıcı bir pozisyon olduğunu görmek gerekir. Şimdi OHAL sürecinde gidilecek bir seçim, bunun en temel sakıncası; seçime girecek olan siyasal partilerin veya ittifakların girmiş oldukları seçimlerde eşit bir propaganda şansına sahip olup olmamaları; direkt o seçimin demokratik bir düzlemde yapılıp yapılmadığının temel göstergelerinden biridir. Örneğin biz 16 Nisan referandumunu yaşadık o dönemde ben eleştirilerimizi, bize mikrofon uzatıldığı her anda dile getirmeye çalıştım. OHAL’in yaşandığı bir ortamda; Diyarbakır üzerinden bir örnek vereyim; burada ağustos 2016’dan bu yana, bir miting yapılması, yürüyüş yapılması, afiş, broşür dağıtılması veya benzer herhangi bir etkinliğin sokakta yapılması valilik kararıyla yasak. Ancak özel izinle yapabiliyorsunuz bu bile o siyasal seçime girecek olan, siyasal partilerin propaganda imkânını kısıtlar veya ortadan kaldırır. Bir diğer mesele; HDP eş genel başkanları, önceki eş genel başkanları ve milletvekillerinin tutukluğu meselesi. 16 Nisan referandumunda bu tutukluluk meselesi propaganda yapma, etkili bir propaganda yürütme konusunda çok ciddi haksızlığa ve eşit olmayan iki koşulda bir referandum hazırlığına sebep olmuştu. Bu önümüzdeki yapılacak parlamento, cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimleri için de ne yazık ki kaygıyı dile getirmek mümkün” ifadelerini kullandı.

‘Seçim sistematiğini bozan ve güvenlik şüphesi uyandıran uygulamalar’

Seçim güvenliği ile ilgili muhalefet partilerinin kaygılarına ilişkin konuşan Özmen, seçimlere dönük yasal düzenleme hakkında şunları söyledi: “Başkanlık sistemi aslında referanduma getirilirken halkoyuna sunulurken, ittifakların koalisyonların ortadan kaldırılacağı yönünde bir söylemle de sunuldu. Ama gördüğünüz üzere seçime 1 buçuk yıla yakın bir süre varken, yapılan bir değişikle seçim ittifakı yasal hale getirildi. Biz bir hukuk kurumu olarak; öncelikli ve vazgeçilmez olan; seçimlerin özgür ve dürüstçe yapılabilmesi. Yani halkın iradesinin, olabildiğince en net şekilde sandığa yansıması ve sandığa yansıdıktan sonra ise yapılacak olan sayımın sahi, dürüst bir şekilde yapılması. 16 Nisan referandumunda çok büyük bir tartışmalara sebep olan mühürsüz zarf meselesi geçen yasa değişikli itibariyle mühürsüz zarfların kabul edileceği, geçerli sayılacağı yönünde bir düzenleme getirildi. Ben kişisel olarak bunu doğru bulmadığımın altını çizmek istiyorum. Mühürsüz bir zarfın hele 16 Nisan referandumunda bu kadar tartışma konusu olmuş iken, seçim güvenliğine dair birçok eleştiri sunulmuş iken yapılması gereken mühürsüz zarfların geçerli sayılabileceği bir yasa değil de; o mühürsüz zarfların varlığının sebeplerinin tespit edilip ilgililer hakkında bir soruşturma açılmasıydı. Dolayısıyla vatandaşın zihninde eğer mühürsüz zarf geçerli sayılacaksa, bu mühürsüz zarfların kaynağı nedir? Nerden geliyor? Bir tane midir, 1 milyon tane midir? Gibi vatandaşlarda ciddi kaygılar var. Ben kişisel olarak bu kaygıya iştirak ediyorum. Çünkü mühürsüz ve mühürlü zarf ayrımının bir sandıkta olması doğru bir yol ve yöntem değil. Önceki seçim yasasını, seçim güvenliği açısından çok ciddi tedbirler almış bir yasa olduğunu düşünenlerdenim. Yasa tam anlamıyla uygulandığında bir problem yaşanma ihtimali gerçekten asgari seviyeye inen bir yasaydı. Bir diğer şey; sandık bölgelerinin değiştirilmesi. Yani bu, şuna tekabül ediyor. A mahallesindeki bir sandığın, B mahallesine taşınabileceği ikincisi; A köyündeki bir sandığın, ilçe merkezine taşınabileceği. Yani A köyündeki seçmene; sandık seçmenin ayağına gider. Bu seçimlerin temel prensipleri kuralları arasındadır. Vatandaşın seçmenin olduğu yere sandık götürülür. Yani seçmen sandığa götürülmez. Bu temel bir dünyada var olan temel bir anlayıştır. Bunun hem güvenlik açısından bazı riskler doğurabileceğini düşünüyorum hem de seçimlere katılım açısından oranda bir düşüş yaşanabileceğini düşünüyorum. Onun ötesinde medyada çok yer alan aynı apartmanda yaşayan kişiler farklı sandıklarda oy kullanabilecekler. Bu da seçim sistematiğini bozan ve güvenlik şüphesi uyandıran uygulamalar. Bu nedenle ben daha öncede yasa tasarısı görüşlerimi kamuoyu ile paylaştım. Yinelemek istiyorum getirilen yasanın da seçim güvenliği açısından bazı riskleri taşıdığını söylemek gerekiyor.  Cumhuriyet Halk Partisi, anayasa mahkemesine bu anlamda bir başvuru yaptı. Anayasa mahkemesinin kararını hep birlikte bekleyeceğiz.”

‘Ekonomiden önce huzur ve güven ortamının kalıcı bir şekilde tesisi’

Diyarbakır Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Alican Ebedinoğlu, “Cumhurbaşkanının her gelişinde bir beklenti oluşuyor. Gerek siyasi beklentiler gerekse de ekonomik taleplerin karşılanması noktasında ciddi beklentiler var. Cumhurbaşkanının burada vereceği mesajlar tabii ki hem ilimizi hem de bölgemizi çok ilgilendiriyor. Tabii ki bizlerin talebi her zaman şu olmuştur; ekonomiden önce huzur ve güven ortamının kalıcı bir şekilde tesis edilmesi. Kürt sorununun çözümü konusunda kalıcı bir adımın atılmasıdır. Tabii ki bu beklentiler bu süreçte hemen yarın Cumhurbaşkanından bu sorunun çözümü konusunda bir açıklama bekliyoruz dersek yanlış olur. Çünkü hassas bir süreçteyiz. Gerek Afrin operasyonu gerekse de bölgede son yıllarda yaşanan olumsuzluklar, tahribatlar; özellikle hendek olaylarından sonra Kürt sorununun çözümü noktasında kapanan kapılar… Bunlarla ilgili beklentimiz var ancak çözüm konusunda yakın zamanda adımların atılacağına açıkçası inanmıyoruz. Aslında bizim her zaman tartışmamız gereken alan ekonomi ancak siyasi sorunlar, Kürt sorunu ve bölgede yaşanan olaylar ekonominin önündeki engellerdir” diye konuştu.

Küçük işletmelerde yüz bin istihdam var

Kentin ekonomik sorunlarına ilişkin Cumhurbaşkanına bir rapor sunacaklarını belirten Ebedinoğlu, şunları söyledi: “ Kentteki istihdam sorununun çözülmesi, huzur ve güven ortamının tesisi ile birlikte yatırımların hayata geçirilmesi. Bölgenin ve kentimizin ekonomisi küçük işletmeler üzerinde. Yıllardır küçük işletmelerin desteklenmesini ifade ediyoruz. Teşvik kapsamına mevcut küçük işletmelerin alınmasıyla ilgili taleplerimiz oldu. Bu taleplerimizi Cumhurbaşkanına da ileteceğiz. Yıllardır Organize Sanayi Bölgemize yönelik teşvik paketleri açıklandı ama yatırımcıyı bölgemize çekemedik. Bütün desteklere rağmen Diyarbakır OSB’deki istihdam sayısı 5 bin civarındadır. Çünkü huzur ve güvenin sağlanmadığı bir yere büyük yatırımcıyı çekemezsiniz. Yine, küçük işletmelerimizde ise çalışan sayımız 80 ila 100 bin civarındadır. Onun için de teşvik paketlerinde mevcut küçük işletmelerin teşvik kapsamına alınmalarını istiyoruz. Örneğin küçük işletmelerdeki çalışanlara yönelik SGK prim desteği önemlidir ve bu tür desteklerin artması gerekir. Bunun yanı sıra esnafın sicil affı sorununun çözülmesi lazım. Sicil affı meclisten geçti ama bizim istediğimiz gibi geçmedi. Biz dedik ki, sicil affı çıktığı zaman bunu uygulamayan bankalara bir yaptırım uygulanmalı. Banklar şuan bu konuda keyfi bir uygulama içerisindeler. Eğer bu sicil affı çıkartılırken bankalara cezai bir müeyyide olsaydı bu uygulanacaktı. Evet, çok düşük faizli krediler var ama esnaf bu krediye ulaşamıyor. Üç tane memur kefil isteniyor. İpoteklerimiz ancak üçte bir oranında bir teminat olarak kabul ediliyor.”  

Dilek Akin / Özel

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.