‘Kürtler Ortadoğu’ya yeni bir model sunuyor’
DEMOKRATİK ÖZERKLİK PROJESİ TÜRKİYE PROJESİ
Avrupa Birliği şu anda 1988 yılında çıkardığı yerel yönetimler özerklik şartını yeniden ele alma kararı verdi, üzerinde çalışıyorlar. 1988’deki çalışma zamanın dışında kalmış, yani ihtiyacı karşılamıyor. Buna rağmen hala Türkiye’de çekinceler var. Çekince kaldırılsa bile bu sorunu çözmüyor. Çünkü kapsamı çok dar. Avrupa’nın bazı yeni kararları var. Biz ise, Demokratik Özerklik projesi derken bunu daha somut bir ‘Türkiye Projesi’ haline getirdik.
DDKD DİRENÇ GÖSTEREMEDİ, AKTÖR OLMAKTAN ÇIKTI
DDKD olarak 12 Eylül’e karşı bir silahlı mücadeleyi başlatabilir miyiz adı altında Filistin’e gidip El Fetih’e katıldım. Biz oraya gittiğimizde duyduk ki, yanlarında PKK vardı, diğer bazı hareketler vardı. Fakat bizim hareket PKK gibi Ortadoğu’da direnç gösteremedi ve kısa süre içerisinde kendi içinde parçalanma yaşadı ve Şivancılar hareketi süreç içerisinde yavaş yavaş politik sahneden, aktif bir aktör olmaktan çekilmiş oldu.
EL FETİH’TE GERİLLA KOMUTANI EĞİTİMİ
Filistin’de 6 ay kaldım. O dönemde sadece askeri eğitim gördük. Ben gerilla komutanı eğitimi görmüştüm. Bizim harekette bölünmeler ve parçalanmalar oldu. Birçok arkadaşımız PKK saflarına katıldı. Vedat Aydın cezaevinden çıktıktan sonra ne yapalım diye konuşuyorduk. Şivancılar hareketinden 88’e kadarda umudumuz v ardı, bitti. PKK’nin legaldeki kesimleriyle diyaloglarımız gelişti. HEP’in kurulmasıyla birlikte oraya kanalize olduk.
RÖPORTAJ: NACİ SAPAN-ŞEYHMUS DİKEN
FOTOĞRAFLAR: ÖZCAN YILDIZ
Demokratik toplum Kongresi Eş Başkanı Hatip Dicle ile başında bulunduğu kurumu, kurumun işleyişini, oluşturdukları komisyonların hangi alanlarda neler yaptıklarını, özetle Demokratik Toplum Kongresinin işlevinin ne olduğunu konuştuk. Şeyhmus Diken ve Naci Sapan sordu, Hatip Dicle yanıtladı.
Bu söyleşide Hatip Dicle kimdir? Kürt siyasal hareketi ile nasıl tanıştı? Diyarbakır’dan İTÜ’deki öğrencilik yıllarına uzanan süreç ve İslami değer yargılarıyla sosyalist değer yargılarının nasıl ve nerede kesiştiğini, El fetihte 6 ay boyunca nasıl gerilla komutanı eğitimi aldığını okuyacaksınız.
Hatip Dicle, bu söyleşide genel siyasi konuların hâkimiyetinden çok, toplum yaşamını düzenlemek üzere kurulan Demokratik Toplum Kongresinin görev ve sorumluluklarının neler olduğunu, yurttaşın kurumu daha yakından tanıması üzerinden söyleşiden yanaydı, doğrusu bu bizimde düşüncemizdi ve söyleşiyi de böyle gerçekleştirdik.
Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı, ancak hayatına dair çok şey bilmediği Hatip Dicle’nin kendisini anlatan yumuşak bir girişle söyleşiye başladık, ilk soru Şeyhmus Diken’den geliyor.
Şeyhmus Diken: Çok uzun yıllardır tanışıyoruz. Fakat 1980’den hatta 90’dan sonraki sürece baktığımızda sizin hayatınız hem bir politik aktör olarak, hemde entellektüel bir şahsiyet olarak artı mahpuslukla beraber anılır bir isim oldu. Belki biraz kişisel bir başlangıç olacak ama ben özellikle böyle olmasını istedim. Biraz kendinizle, mahpuslukla ve dışarısıyla ilgili olarak başlayalım.
Hatip Dicle: Belirttiğiniz gibi aslında ben kendimi bildim bileli, yani 19 yaşından bu yana, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde üniversite öğrencisiyken kendimizi siyasetin gerçekleriyle karşı karşıya bulduk. O dönemde yaklaşımım genellikle aileden aldığım islami kültür, bir de bizim ailemizin şeyh olması dolayısıyla bu islami kültürün ağırlığı fazlaydı. Bir de babam ayrıca Said-i Nursi’nin, Said-i Kurdi’nin öğrencisiydi. Dolayısıyla evde aldığımız eğitim daha çok islami ve dini kültürdü. 1970’li yıllarda Ziya Gökalp Lisesi öğrencisiyken, Kürt sorununun Türkiye’de çok fazla öne çıktığı bir dönem değildi. Ama Güney Kürdistan bu konuda daha çok öne çıkıyordu. Sınıf arkadaşlarımızın arasında babası bizzat gidip peşmerge olup, Barzani saflarında savaşanlar vardı. Onlardan bir etkilenme oluyordu. Onlar ailesinden etkileniyordu, onlarda gelip bizi etkiliyorlardı. ‘Biz Kürt’üz, bizim haklarımız şöyle gasp edilmiş, şöyle çiğnenmiş anlamında’ daha lise sıralarında böyle bir bilinç oluşuyordu.
MAHİR-DENİZ VE DEVLETE BAŞKALDIRI
Bir diğer üçüncü bileşen de, o zaman Mahir’lerin, Deniz’lerin hareketi yaygın gençlik içerisinde amaçları çok bilinmese de devlete karşı bir başkaldırı, cesur ve yiğit bir hareket olmasıyla sınırlı bir algılanma düzeyi vardı, bir sempati yaratıyordu. Dolayısıyla benim liseden mezun olduğum yıllarda bu üç faktör, aileden aldığım, okuldan aldığım ve genel olarak Türkiye’nin siyasi ortamından aldığım ve Kürt Hareketlerinden aldığım etkileşim içerisinde İstanbul’a gittim. İstanbul’da daha çok o zaman hâkim olan ilginç, belki tesadüflerdir, mesela benim Yurt-Kur’da bir anlamda çektiğim ya da müracaat ettiğim kura Site Öğrenci Yurdu’na düştü.(Tam adı Vezneciler Site Öğrenci Yurdu) Buda yaşamımda ilginç bir tesadüftür. O değil de farklı bir devlet yurdu olsaydı belki siyasi hareketlerle bu kadar ilgilenme veya etkilenmem o kadar öne çıkmayabilirdi. Ama Site Öğrenci Yurdu’da İstanbul’daki bütün öğrenci hareketlerinin merkezi konumundaydı ve karşısında Sivas Öğrenci Yurdu vardı; Sivas Öğrenci Yurdu’da İstanbul’un bütün ülkücü hareketinin, o zamanki tanımıyla faşist hareketin merkeziydi. Ve bunlar arasında zaman zaman öyle çatışmalar oluyordu ki, sabaha kadar sürüyor, sabah bile çoğu kez polis gelmiyordu.
Şeyhmus Diken: Peki 1970’li yıllarda İstanbul’da Diyarbakır Öğrenci Yurdu’da aktif politik bir merkezdi. Neden orayı tercih etmediniz?
Hatip Dicle: Yani biz öyle bir yurdun olduğunu da bilmiyorduk. Şimdi şöyle ilginç bir durum da vardı o yurtta, bunlar hep yaşamın tesadüfleri, benim verildiğim oda öğrenci temsilcilerinin odasıydı. Yani 1200 kişilik yurtta, 300 odanın içerisinde benim verildiğim oda öğrenci temsilcilerinin odasıydı. 3 kişi öğrenci temsilcisiydi, yurdun öğrenci temsilcileriydi en aktif siyasi aktörlerdi. Bende oraya 19 yaşında bir genç olarak gitmiştim ve onlar üniversite son sınıftaydılar. Dolayısıyla böyle birdenbire yaşam sizi ilginç bir şekilde yönlendiriyor. Ve bir gün hiç unutmam, tabi onlardan etkilenme var, mesela din aleyhine veya Allah aleyhine bir şey olduğu zaman bende büyük tepki doğuruyordu ve bir ara benim için demişler ki bu faşisttir, dövüp yurttan atalım. Sonra Kürtler duyuyorlar, diyorlar ki biz onunla ilgileniriz, siz karışmayın falan diyorlar. Bana karışmıyorlar ve ben bu şekilde yurtta kalmaya devam edebiliyorum.
GÜNDÜZ ÇALIŞIP GECE OKUYORDUM
1975 yılında ilginç bir olay oldu: Abdi Gönen olayı. Öğrenci hareketlerinden ilk, yani üniversite öğrenci hareketlerinden ölümle sonuçlanan ilk hareketlerden biriydi. Kerim Yaman olayı, biri de Abdi Gönen olayıydı. Abdi Gönen bizim yurdun emekçisiydi. Yani orada çalışan temizlik işçisiydi. Ülkücüler ilk defa silah kullanıyorlar bizim yurda karşı; 1975 yılının bahar aylarıydı.(24 Nisan 1975) İmtihanlar dönemine yakındı, iş yerinden izin almıştım. Babam yoksul olduğu için bana para gönderemiyordu, ben liseyi birincilikle bitirmiştim, gidip orada hem çalışacağım, kazandığım paraylada gece bölümünü okuyacağım. Yoksa ben gündüz programlı bölüme de girebiliyordum. Hatta Diyarbakır’da Tıp Fakültesi’ne de girebiliyordum. Ama orada gece bölümünü tercih edip, gündüz para kazanacağım, akşam okuyacağım dedim. Zetina Dikiş Makinesi Fabrikası’nda da çalışıyordum. Fabrikadan izin aldım imtihan dönemim olduğu için ve tam o sırada bu saldırı gerçekleşti. Tam ne olup, ne bittiğini bilmiyorum. Sadece dışarıdan çok seri silah sesleri geliyordu. İçeriden cevap yoktu. Demek ki, bizim Abdi Gönen koridorda temizlik yaparken pencereden bakmak istiyor ve o sırada bir kurşun yarası alıyor ve o yaraylada orada yaşamını kaybediyor. Tabi bizden büyük abilerimiz, biz 19 yaşındayız o zaman, bizim daha büyük 23-25 yaşlarında liderlik yapan abilerimiz Site Öğrenci Yurdu’nun kapısını kapattılar ve arkadan direniş vardı.
ZULÜM KORİDORUNDA POLİTİZE OLDUM
Diyorlardı ki, bizim bir arkadaşımız hayatını kaybetmiş, ülkücüler şöyle saldırmış falan diye anons yapıyorlardı. Poliste tümüyle etrafı sarmış, hiç unutmam o zaman Türk Solu’nun zihniyetini anlatmak için söylüyorum, içeriden diyorlar ki, polis çekilirse ve asker gelirse kapıyı açarız. Yani sanki askeri kendinden sayma gibi ya da daha tarafsızmış gibi o dönemde böyle bir değerlendirme vardı. Biz tabi bunları dinliyorduk ama ne olduğuna falan çok anlam veremiyorduk. Dediğim gibi henüz daha politize olma dönemleriydi. Zaten beni en çok politize eden olay, o olay olduğu için detayına girmek istedim. Yurdun ortasında büyük bir havalandırma vardı dörtgen şeklinde, bir ara abilerimiz dediler ki, herkes havalandırmaya çıksın. 100-120 kişi havalandırmaya çıktık. 1200 kişilik yurttan 100-120 kişi varız. Bende en arkada duruyorum, nasıl olsa benden sorsalar, ben diyeceğim ki bu yurtta kalıyorum ama olaylarla falan bir bağım yok rahatlığınıda taşıyorum içimde. Polislerden biri geliyor tam benim arkamda elinde çok kalın bir sopayla tam benim enseme vurduğunu çok iyi hatırlıyorum. Enseme vurdu ve ben iki sefer dönüp yere düştüğümü hatırlıyorum. Ondan sonra kalktığım gibi, hani koyunlar saldırıya uğradıklarında hep birbirlerinin içine karışırlar ya, bende arkadaşların içine karıştım. Bakıyorum ki, o zaman zulüm koridoru denen yer bizim olduğumuz havalandırmayla dış kapı arasında koridor var, o koridora polisler iki taraflı dizilmişler, ellerinde demir sopalarla Allah ne verdiyse vuruyorlar.
HERKES KAFASINI, BEN GÖZLÜK VE SAATİMİ KORUDUM
Kim ne kadar yara almış, bende düşünüyorum yoksulum ya, zorla bir numaralı gözlük almışım, bir de saatim var, bu ikisini korumam gerekiyor. Herkes kafasını korurken ben o yoksullukla saatimi ve gözlüğümü korumaya çalışıyorum. Ben o koridorun içine girdiğimi hatırlıyorum ama nasıl ve ne kadar darbe yemişim bilmiyorum. Yani yurdun dış kapısında yere düştüğümü hatırlıyorum. Ve 9 yerden kafam kırılmıştı. O travmayla ölüm de gerçekleşebilirdi. Ama beyin travması geçirmemiştim. O olaydan sonra bizi götürüp bir de gözaltına aldılar. Gözaltında kaldık, savcıya anlattık durumu ve oda bizi serbest bıraktı. Yurda geldim ki, son a”narşik olaylara” katıldığından dolayı o gün yurtta bulunan 120 kişinin ilişiği kesilmiştir yazıyor. Şimdi ben yurtsuzda kaldım mı? Gittim bir akrabanın evine. Ertesi gün hemen şunu akıl ettim, o günün bütün gazetelerini alıp inceleyeceğim. Bakalım olaylara nasıl değiniyorlar.
SOLCULUĞA, DEVRİMCİLİĞE NASIL İLGİ DUYDUM?
İlginçtir ki, bir tek Cumhuriyet Gazetesi doğru yazmış. Gerçeği bir tek o gazete yazmış; gerçekten olduğu gibi yazmış. Öğrencilere böyle yapıldı, onlar direndiler sonra polis kapıyı kırdı, girdi, şöyle dövdü, bu kadar insan yaralandı diye tamamen doğru yazmışlar. Ama Tercüman Gazetesi, ben o zamanlar en çok o gazeteye ilgi gösteriyordum, bütün o sağ gazeteleri aldım, içlerinde İslami gazetelerde vardı, hepsi yalan yanlış yazıyordu. Ben kendi kendime dedim ki, Hatip bunu değerlendirmen gerekir. Demek ki, bu solcu, devrimci denen arkadaşlar kötü insanlar değiller. Bunlar gerçeği yazmışlar, diğerleri yalan. Diğerleri ne yazmışlar? Solcular kendi arasında kavga etti, bir işçi öldü, bir de yatakları polislerin yaktığını gözlerimle görmüştüm, diyorlar ki yurttaki bütün yataklarıda öğrenciler yaktı. Böyle bir şey! Bu olay bende büyük bir etki yarattı ve ondan sonra ben solculara, devrimcilere sempatiyle yaklaşmaya başladım. Bana heke bir devrimciliği anlatın, bu devrimcilik nasıl bir şeydir, bu solculuk nasıl bir şeydir diye sorup, ilgi duymaya başladım.
DİYARBAKIR ÖĞRENCİ YURDU VE DDKD İLE TANIŞMA
Ve o yurttan atılmam şöyle bir şeye daha sebep oldu, Vefa Lisesi müdür yardımcısı, Töb-Der’li bir öğretmendi, bizim sınıfta öğrenciydi, Mustafa Kurt isminde ve Pomak’tı. Bu Pomak arkadaşta sınıfta bakıyor ben zekiyim, iyiyim ama yoksul bir ailenin çocuğuyum, çalışmak zorundayım. Bir anlamda bana kol kanat geren biriydi. Bu gidip Vefa Lisesi müdürüyle konuşup diyor ki, bu öğrenciyi alalım, zeki bir çocuk, zaten siyasetle falanda ilgisi yok, diyorlar alalım bunu yatılı öğrencilere abilik yapsın, onların derslerinde problemlerinin çözümlerine yardımcı olsun falan diye beni Vefa Lisesi öğrenci yurduna aldılar. Fakat bu arkadaşta 77 yılında bir saldırıya uğrayıp hayatını kaybetti. Ondan sonra ben sahipsiz kaldım. Sonrasında Diyarbakır Öğrenci Yurdu’yla ilişkimiz, DDKD hareketiyle tanışma ve Kürt Hareketi’nin içinde yer alma başladı. Fakat dediğim gibi dönüm noktası 1975 yılındaki bu dayak ve Abdi Gönen olayıdır. Ondan sonra devrimci hareketin içerisinde tamamen yer aldım. Nerede devrimci bir eylem varsa gidip katılıyordum.
Şeyhmus Diken: Ama başkan siz aynı zamanda İstanbul Teknik Üniversitesi’nde çok başarılı bir öğrencisiniz. Birincilikle bitirdiğinizi biliyorum.
Hatip Dicle: Doğru birincilikle bitirdim.
Şeyhmus Diken: Peki nasıl bu ilişki sürüyor? Hem bir taraftan bütün devrimci eylemlere katılıp, hem de okulda başarı gösteriyorsunuz?
Hatip Dicle: Doğru. Mühendislik ezbere dayalı bir şey değil. Dersi, derste anlamaya çalışıyordum. Zaten bizim birçok dersimizde de defter, kitap açıktı; yani ezbere dayanmayan bir eğitime sahip olduğu için mühendislik eğitimi ezberden ziyade dersi, derste anlamaya çalışıyordum. Diyelim ki, ben çoğu zaman formüllerin nasıl çıktığını kavrardım, hiç formülleri ezberlemeye bile gerek görmezdim, formülü orada çıkarırdım. Ve ben 100 üzerinden 92’yle mezun oldum.
12 EYLÜL VE SİLAHLI MÜCADELE KARARI
Ama öğrenci hareketlerinde de bulundum. Mesela 1977 1 Mayıs’ında yanımda, sağımda, solumda 3-4 insan hayatını kaybetti. Ben tesadüfen kurşun yemedim. Okul bitinceye kadar böyle aktiftik. Tabi biz DDKD gibi bir hareketle tanışmışız, kendimizi bir Kürt devrimcisi olarak kabul ediyoruz, üniversiteden bana teklif geldi, kalmam için. Mühendislik İTÜ’nün en önemli kürsüsüydü. O kürsüden bu konuda talep geldi. Ben o dönem onu tercih etmedim ve Diyarbakır’a döndüm. Zaten hemen bir yıl sonra 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Ve 12 Eylül’den sonra, ben daha önce bunu daha farklı yerlerde de söylediğim için burada da söylemekte sakınca görmüyorum, biz 12 Eylül’e karşı bir silahlı mücadeleyi başlatabilir miyiz adı altında Filistin’e gidip El Fetih’e katıldım. Biz oraya gittiğimizde duyduk ki, yanlarında PKK vardı, diğer bazı hareketler vardı. Fakat bizim hareket PKK gibi Ortadoğu’da direnç gösteremedi ve kısa süre içerisinde kendi içinde parçalanma yaşadı ve Şivancılar hareketi süreç içerisinde yavaş yavaş politik sahneden, aktif bir aktör olmaktan çekilmiş oldu.
EL FETİH’TE GERİLLA KOMUTANI EĞİTİMİ
Naci Sapan: El Fetih’te ne kadar kaldınız?
Hatip Dicle: 6 ay kaldık. O dönemde sadece askeri eğitim gördük. Ben gerilla komutanı eğitimi görmüştüm. O konuda dediğim gibi harekette bölünmeler ve parçalanmalar olunca biz boşa düştük. Sonradan bizim birçok arkadaşımız PKK saflarına katıldı ve birçoğuda çatışmalarda hayatını kaybetti. Ama o tarihten sonra bizler ki Vedat Aydın’la yakınlığım biliniyor. Vedat Aydın cezaevinden çıktıktan sonra ne edelim, ne yapalım diye konuşuyorduk. Yani Şivancılar hareketinden daha umudumuz kesilmemişti. Ta ki 88’e kadarda doğrusu umudumuz vardı. Sonra bizim o zaman PKK’nin legaldeki kesimleriyle diyaloglarımız gelişti. Ondan sonrada biliyorsunuz HEP’in kurulmasıyla birlikte de bizim oraya kanalize olmamız söz konusu oldu. Daha önceden benim Diyarbakır’da bir İHD başkanlığım var. Vedat Aydın’ında çok yakın arkadaşı olarak bir anlamda bütün özel yaşamımızı bir tarafa bırakarak tamamen kendimi bu mücadeleye verme üzerine deyim yerindeyse kendi içimde bir yemin ettim. Artık ben bu saflardan ancak ölümle çıkarım diye. O zamandan beride neredeyse 40 yıllık bir mücadele süreci bugüne kadar geldi. Ama tabi 91’den sonrası Türkiye kamuoyunun bildiği bir evredir; milletvekili olmam sonra cezaevine girmem genellikle basının ve kamuoyunun gözünün önünde cereyan etti. Fakat 91’e kadar olan süreç çok bilinmiyordu. Süreci sonradan bütün boyutlarıyla, El Fetih boyutuyla bile anlatıyorum. O anlamda gizli saklı kalmasın.
Şeyhmus Diken: Peki başkan hızlı bir geçişle 2009’da KCK tutuklamalarının başladığı döneme gelirsek, siz o zaman Demokratik Toplum Kongresi’nin eşbaşkanıydınız. DTK çok etkili işler yapma rotasına girmişti ve bir anda hızlı bir şekilde KCK operasyonları başladı; siz alındınız. Alındığınız vakit Demokratik Toplum Kongresi’nin programı, işleyişi, örgütlenme modeli çok farklıydı. Mesela siz cezaevinde olduğunuz dönemde de DTK’de 700 kişi civarında bir delege vardı, onların dışında bir başkanlık divanı vardı, bir yürütme vardı, bir de 101 kişiden oluşan daimi meclis vardı. Yeni dönemde DTK yeni bir modelle toplumun karşısına çıkıyor. Kamuoyuna biraz bunu anlatın; İnsanlar DTK’yi yeni şekliyle, yeni yüzüyle tanısınlar.
Hatip Dicle: Demokratik Özerklik kavramı uzun yıllardır bizim siyasilerin tartışma gündemindedir. Demokratik Özerklik nedir, amacı nedir, ne olacak gibi sorularla tartışıldı. Hatırlarsanız ben cezaevindeyken...
Şeyhmus Diken: Demokratik Özerkli üzerine Özgür Gündem’de 10 gün süren bir yazı dizinizde çıkmıştı!
Hatip Dicle: Evet doğru. Ayrıca ben cezaevindeyken Aysel Tuğluk arkadaşım eşbaşkan olarak Demokratik Özerkliğin inşasını ilan ediyoruz demişti. Hatta o zaman Türkiye’de büyük tartışmalar oldu; özerklik tek taraflı ilan edilmez diye. Aslında bu Demokratik Özerklik projesini anlamamak anlamına geliyor. Çünkü Demokratik Özerklik projesi çözüm süreciyle beraber düşünülmezse yeterince kavranamaz. Onunla eş yürüyen bir süreçtir. Şimdi mesela bunun fikir babasının Sayın Öcalan olduğunu gizlemiyoruz, açık söylüyoruz. Sayın Öcalan’ın da kafasında her zaman şu vardır: Çözümle örgütlenme tasarıları birlikte yürür.
DEVLETTEN İSTEDİĞİMİZ; SİVİL TOPLUM YASASI
Mesela biz şu anda Demokratik Özerklik’i inşa ediyoruz. Devletten istediğimiz sadece şudur: Bir sivil toplum yasası. Çünkü biz Demokratik Toplum Kongresi olarak kendimizi şöyle tanımlıyoruz: Biz devletin dışında toplumun, özellikle Kuzey Kürdistan toplumunun, dikkat edersen sadece Kürt demiyorum, bu sivil toplumun mevcut olan bütün olan sorunları çözmek için tartışması. Toplum tarafından bir sorun tespiti çok önemlidir. Nasıl çözüm bulunacağının kararlaştırılması ve ona göre harekete geçilmesi olayıdır. Yani bunlar Demokratik Toplum Kongresi’nin bünyesinde yapılıyor. Örneğin bizde tıpkı bir parlamento gibi komisyonlar şeklinde çalışıyoruz.
HERKES KENDİ MECLİSİNİ OLUŞTURUYOR
Örneğin, Sosyal Komisyonumuz var. Sosyal Komisyonumuz, kendi içinde 7 ayrı alt komisyondan oluşuyor. Bunları sayayım, Engelliler Meclisi, Kadın Meclisi, Gençlik Meclisi, Spor Meclisi, Sağlık Meclisi, Madde Bağımlılığıyla Mücadele Meclisi ve Emek Meclisi. Dikkat ederseniz bunlar kendi içinde o kesimlerin örgütlülüğüyle oluşmuş, her biri 100-150 kişiden oluşan meclislerdir. Mesela Engelliler Meclisi, tamamen engellilerden, sadece Diyarbakır’daki engelliler değil, bütün bölgedeki engellilerin dernekleri var. Biz bunu kendimiz emek sarf ederek oluşturmadık; kendileri oluşturdular. Sağlık Meclisi, bizim bölgemizdeki tabip odalarının ve sağlık sendikalarının bir araya gelerek oluşturdukları bir meclis. Mesela bugün Kobani sürecinde en çok emeği olan meclislerden biridir. Mesela Suruç’ta diyorlar ya, Kürt doktorları orada şöyle yapıyor, Türk Tabip Odaları’ndan gelmişler, ameliyatlara katılıyorlar. Bunların tümünü organize eden aslında bizim Sağlık Meclisi’mizdir. Eğitim Meclisi’miz var, tamamen Eğitim-Sen, Kurdi-Der gibi Kürtçe’yle ilgili bütün kurumlarımızın oluşturduğu bir kurumlaşmadır. Orada eğitim programları veriliyor. Örneğin son anadilinde okul olayını biliyorsunuz. Eylül ayının başlarında epey gündeme geldi, zaman zaman polis gider orayı kilitler, sonra biz gider açarız vs. Şimdi bütün bunlar o meclisler tarafından kararlaştırılıp yapılan işlerdir. Bizim Diplomasi Komisyonumuz var. O komisyonumuz dış dünyadan bölgeye gelen ya da içeride çeşitli kesimlerle diplomasi çalışmaları yürütür.
TOPLUMSAL UZLAZMA VE İKNA KOMİSYONU
Mesela Toplumsal Uzlaşma ve İkna Komisyonu var. Bu komisyonmuzda toplum içindeki sorunları eğer iki tarafta bizim hakemliğimizi kabul ederse, bizim hakemlik dışında bu anlamda bir yaptırım durumumuz yok. Biz devlet değiliz ki, tutup yaptırım uygulayacağız. Toplumsal sorunların büyümemesi açısından iki tarafta hakemliğimizi kabul ettiğinde bizim heyetlerimiz gider konuşur, kan davaları olabilir, sosyal sorunlar olabilir, yalnız ilkesel bir kararımız var, bir tek tefeciliği bunun dışında tutuyoruz. Tefecilikle ilgili kesinlikle ilgilenmeyiz. Geldikleri zamanda bu konuda onları geri çeviriyoruz. Ama onlar haricindeki sosyal problemlerden, hatta öyle var ki, hiç abartmadan söylüyorum baba-oğul arasındaki bir meselede bile bize geliyorlar.
HÜDA-PAR’LA DİYALOGLARIMIZ SÜRÜYOR
Şeyhmus Diken: Başkan tamda bu konuda geçtiğimiz günlerde 6-7 Ekim’de Diyarbakır’da yaşanan malum toplumsal olaylarda DTK sanırım Hüda-Par’la arabuluculuk rolü de üstlendi. Hatta toplum adeta sizden böyle bir rolü bekledi. Bu konuda biraz konuşsak!
Hatip Dicle: O konuda da Diyarbakır’daki sivil toplum örgütlerinin büyük katkıları oldu. Yeri gelmişken bu anlamda teşekkür etmek isteriz. Gerçekten büyük sorumluluk duydular. Gerek Hüda-Par’la, gerek bizim aramızda deyim yerindeyse bir diplomasi görevi gördüler. Ve sonuçta bizler bir araya geldik. Hüda-Par’da o dönem öyle bir taleple geldiği için şimdi çok detaylarına girmek istemiyorum. Çünkü daha tam olgunlaşmadı, diyaloglar devam ediyor. Mesela en son biliyorsunuz Karlıova olayında biz detaylı bir şekilde yakından ilgilendik, en azından çok karanlık bazı noktalar tespit ettiğimizden dolayı Hüda-Par’ın yetkilileriyle görüştük, bizi tespit ettiğimiz bu karanlık noktalar üzerine kendilerininde dikkatini çektik. Mümkün olduğu kadar tuzağa düşmeden görüşmelerin sürdürülmesi gerektiğini ve bunu mutlaka sonuçlandırmamız gerektiğini söyledik. Kendileri de bu konuda bizim aramamızdan memnun kaldılar.
GEÇMİŞLE İLGİLİ DENEYİMLERİMİZ VAR
Kısacası bizim geçmişte de bu açıdan deneyimlerimiz var. O dönemde Jitem’in kışkırtmalarıyla ne kadar büyük, belkide çözülebilecek toplumsal siyasi olayların çok daha büyüdüğünü ve bu konuda bir ailenin içerisinde neredeyse kardeşler arasında bile sorun haline gelme boyutuna dönüşme noktasına gelmişti. Fakat her iki tarafında tecrübesi bu konuda var. Dolayısıyla biz şimdi bu konuda en azından daha umutluyuz. Dediğim gibi diyalogları sürdürüyoruz. Daha kamuoyuna açıklayacak durumda değil ama bunlar olumlu bir rotada yürüyor. Bir diğer komisyondan bahsediyordum: Statü ve Hukuk Komisyonu. Bu komisyon tamamen bilim insanları, hukukçular ve uluslararası siyaset okuyanlar tarafından oluşturulmuş.
BİZ KENDİ KENDİMİZİ YÖNETMEK İSTİYORUZ
Örneğin biz şunu rahatlıkla telaffuz ediyoruz ve diyoruz ki: Biz kendi kendimizi yönetmek istiyoruz. Bunun adına isterseniz demokrasi deyin, isterseniz özerklik deyin ne derseniz deyin bunun bir statüye bağlanması lazım. Bu statünün nasıl olacağı tam bir müzakere konusudur. Biliyorsunuz alınan bazı kararlar var yasal çerçeve içerisinde açığa çıktı. Şu an biliyorsunuz biraz tıkanma yaşanıyor. Bu aşılırsa ve müzakereler başlarsa her konuda bunlar gündeme gelecek ve kurulacak 7-8 komisyonla da taraflar bu konuyu derinlemesine tartışacaklar. Biz istiyoruz ki, bu sadece özgürlük hareketi ve devletin arasında kalmasın, bütün Kürtler, hatta bütün toplum şeffaf bir şekilde bu tartışmalara katılsın ki toplumsal barışı yaratabilelim.
KÜRTLER ARASINDA GÖRÜŞ BİRLİĞİ SAĞLANMIŞ
Naci Sapan: Bunu sadece Kürt kesimi için mi yoksa Türkiye’nin diğer bütün kesimi için mi söylüyorsunuz?
Hatip Dicle: Tabi tabi bütün Türkiye için. Yani örneğin ana muhalefet partisi, diğer partiler şeffaf bir şekilde bilmeli orada ne tartışıldığını, orada ne kararlar veriliyor. Örneğin bu Statü ve Hukuk Komisyonu bu konularda netleşmeye çalışıyor. Biliyorsunuz Kürtler arasında aslında birçok konuda görüş birliği sağlanmış durumda; yani Kürt siyasi yelpazesi açısından söylüyorum. Örneğin bir anadilde eğitim. HÜDA-PAR’dan tutun da, DBP’ye, HAK-PAR’a, ÖSP’ye kadar bütün partilerde ortak görüştür, ortak taleptir. Yani anadilde eğitim bir haktır ve bunun pazarlığının zaten yapılamayacağını söylüyoruz. Mesela biz statü diyoruz, kimileri diyor ki, biz bunu federal çerçevede tartışalım, bizler demokratik özerklik çerçevesinde tartışalım diyoruz. Farklı görüşler de var ama sonuçta bunların açığa çıkması ve toplumun bunları şeffaf bir biçimde görmesi, bilmesi lazım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.